Hüseyin Rahmi Gürpınar

Ölüler Yaşıyor mu?


Скачать книгу

yoğun ve dayanıklıdır. Elektrik akımı için hava direnç gösterir. Metal bir parça ise elektriği geçirir. Bize üstün ve bunun için de öteki duygu ve kabiliyetleri olan ruhlara bu katı madde gerçek dışı görünebilir. Ve buna karşılık ‘düşünce’ incelenmesi mümkün bir gerçek, bir varlık biçimini alabilir. Bu söylediklerim ulu orta sözlerden sayılmasın. Doğrudan doğruya duygularımıza çarpan dünya ile ilgili olaylarda, hayvanlar âleminde ve özellikle yaratılış tabakasında kendimizden aşağı saydığımız böceklerin hayatında çok gariplikler görmekteyiz. Böcekler bazı geçiş duygularında bizden üstündürler. Bizimkilerden başka türlü, anlaşılmaz, şaşırtıcı duygularıyla entomologiste’leri hayretlere düşürmektedirler.

      Talat Bey hâlâ yüzünde sürüp giden inançsızlık gülümsemesiyle:

      “Madam, bulutun tabii ne olduğunu biliyoruz. Yoğunluğu azala azala bu havai şey sonunda gözlere görünmez olur. Biz bir atmosfer banyosu içinde yaşıyoruz. Ciğerlerimiz, gözeneklerimiz daima bununla alışveriş hâlindedir. Bir dakika onsuz kalsak ölürüz. Fakat sissiz, bulutsuz, kuru havalarda etrafımızda hiçbir şey göremiyoruz. Havanın yoğunluk ve saydamlığından fantomların yaratılışları üstüne bir kıyas çıkarmayı hiç doğru bulamıyorum. Böceklerin bazı konularda bize üstün kavramaları olabilir. Ama bu hâl beyince gelişme eseri değil, büsbütün içgüdüsel bir şeydir. Böceğin dirisi, ölüsü bir mikroskop, bir neşter altında incelenebilir. Fantomların erilir, tutulur yerleri yoktur. Bunlar üstüne söylenenler benim için bir masal garipliğinden farklı değildir.”

      “Mösyö, öteki dünya ile ilgili olayları böyle dünya ile ilgili duygularınızın yardımıyla ölçüp biçmekte inat ederseniz mezarın öbür yanında olanlardan hiçbir şey anlayamazsınız. Ruhlar, görmek için göze, işitmek için kulağa vb. bizdeki kaba duyu organlarına muhtaç değildirler.”

      “Ne kadar kaba sayarsanız sayınız madam, etrafımda olup bitenleri doğanın bana vermiş olduğu beş duygu ile ölçüp biçmeye mecburum. Bir zamanlar ortaya altıncı, yedinci duygu modası çıkarıldı ama benim beş organıma yeniden bir şey eklenmediği için bu iddianın aslının ne olduğunu anlayamıyorum.”

      VII

      ŞEYH BATTAL’IN FANTOMU

      Odada bu tartışma sürüp giderken dışarıdan koşuşmalar, çığlıklar işitildi. Ufak birer helecanla kulak verdiler. Ne oluyordu? Yangın mı? Hırsız mı? Beklenmedik bir kaza mı? Yarım dakika sürmeden oda kapısı hızla açıldı. Leman, kaçık bir benizle içeriye girdi. Titreye titreye kendini annesinin kucağına attı.

      Hanımefendi şaşırarak: “Ne oldun kızım? Nedir bu korku? Bu telaş? Bu helecan?”

      Leman sönük gözlerle kapıya doğru bakarak: “Geliyorlar mı?”

      “Kim?”

      “Fantom.”

      “Nasıl fantom?”

      Gene oda kapısı açıldı. Önde Dilaver, arkada anası Çeşmifettan kadın kendilerini içeriye attılar.

      Çeşmifettan, çocukların dadısıdır. Çok zaman önce azat edilmiş, evlendirilmiş, bir oğlu olduktan sonra kocası öldüğünden tekrar konağa dönmüştür. Dilaver on yedi yaşında, komik mizaçlı, zeki bir çocuktur.

      Hanımefendi: “Dilaver, ne oldunuz?”

      Dilaver çarpılmış gibi kambur zambur bir durum alarak gözlerini süzgün süzgün tavanda dolaştırdıktan sonra:

      “Fan, fan, fantom…”

      Hanımefendi gittikçe artan bir merakla sorusunu yineledi:

      “Nasıl fantom canım?”

      Çeşmifettan iki elini göğsüne bastırarak: “Eşhedü enla ilahe illahlah, yeşil sarıklı, göbeğine kadar aksakallı…”

      Dilaver: “Koca karınlı. Bol şalvarlı. O kadar bol ki hepimiz içine sığarız. Ayaklarındaki çedik pabuçlar nah salapurya kadar.”

      Çeşmifettan: “Göbeğinin üstünde yusyuvarlak, balgamî bir taş…”

      Dilaver: “Kemer patlıcanı gibi bir çift kaş. Öyle de iri gözler ki içlerinde deminki gibi şimşekler çakıyor. İnsana yiyecek gibi bakıyor.”

      Odadakiler hep derin birer hayretle saçma sapana benzeyen bu sözleri dinliyorlardı.

      Sonunda hanımefendi sabırsızlanarak: “Çeşmifettan, ana oğul siz çıldırdınız mı? Bunlar nasıl lakırtı, kuzum?”

      Çeşmifettan: “İki gözüm hanımefendiciğim, çıldırmadım. Gördüğümüzü söylüyoruz. Leman Hanım da bizimle beraberdi. O da hem gördü hem de işitti.”

      Leman: “Anneciğim, ben korktum, pek dikkatli bakamadım, kaçtım ama dedikleri doğru.”

      Hanımefendi: “Gördü, haydi ne ise ne, işitti ne demek? Fantomla konuştunuz mu?”

      Çeşmifettan: “Biz yalnız dinledik, hep o söyledi.”

      Hanımefendi: “Kim?”

      Çeşmifettan: “Fantom…”

      Hanımefendi: “Ne dedi?”

      Çeşmifettan: “Adı Şeyh Battal’mış. Karacaahmet’te yatıyormuş. Bu gece hava sıkıntılıymış. Etrafta gezinmeleri için müritlerine izin vermiş.”

      Dilaver: “Bu gece ölüler etrafta avcıya dağılmışlar. Bizim eve de bu göbeklisi düşmüş.”

      Hanımefendi: “Sus, zevzek çocuk! İş ciddileşmeye başladı. Şeyh Battal’a aşina çıktım. Paşa merhumun bu namda sevip görüştüğü bir şeyhi vardı. Tekkesi Nuhkuyusu civarında idi. Ölümünde Karacaahmet’e gömüldü.”

      Çeşmifettan: “Hanımefendiciğim, Allah sizden razı olsun, işte gerçeğe aşina çıktınız. Biz Şeyh Battal’ı ne bilelim, görüp işittiğimizi söylüyoruz.”

      Talat Bey: “Camille Flammarion sağ olsaydı bir apparition10 da bizim evde olduğundan kendisine mektup yazardım. O da anket ciltlerine on bin bilmem kaçıncı olarak bu harikayı yazardı.”

      Mürebbiye: “Beyefendi, sanki bu mucize sizi imana getirmek için damınızın altında oldu. Hemen gözlerimizin önünde gibi olup biten bu öteki dünya ile ilgili olaya ne dersiniz?”

      Talat Bey yüzünden hiç kaybolmayan aynı şüpheci gülüşle:

      “Gözlerimizin önünde hiçbir şey olmadı. Fantomlar üstüne şimdiye kadar işittiklerim gibi bu da benim için söylenti çeşidinden şeylerdir.”

      Mürebbiye: “Bu üç kişi birden yalan mı söylüyorlar? Bu önemli konuda kesin düşüncenizi anlamak isterim.”

      Talat Bey: “Peki madam, düşüncemi şimdi bildiririm. Ama dinleyelim bakalım, Şeyh Battal daha neler söylemiş.”

      Çeşmifettan: “İki elim yanıma gelecek… Yalan kabul etmem… Ne zoruma? Efendilerimi niçin aldatayım?”

      Dilaver: “Şeyh Battal ahiretten geliyor ama galiba orada da buhran saçağa sarmış olmalı ki düpedüz para istedi. Azıcık daha gitmemiş olaydı salona çağırıp kahve pişirecektim.”

      Hanımefendi: “Sen sus çocuğum, annen söylesin. Ne suretle para istedi Çeşmifettan, anlat.”

      Çeşmifettan: “ ‘Paşa merhum sağlığında bizi görür gözetirdi. Ailem sefalet içindedir. Hanımefendiye söyleyiniz, onlara ara sıra biraz dünyalık göndermeyi unutmasın.’ dedi.”

      Talat Bey: “Hah, şimdi işte gerçek biraz sırıtır gibi