Ahmet Cevdet Paşa

Osmanoğulları


Скачать книгу

korunması ve ülkenin bayındır olmasına çalışırlar. Düşmanları vurup kırarak onları umutsuz bir duruma sokarlar. Her an bir yeni fetih ve taze zaferle bizi sevindirirler. Allah’ın, “Allah’ın lütuf ve inayetinden kendilerine verdiği ile memnundurlar.” müjdesiyle cihanı ve halkı sevindirip onlara ganimet edindirirler.

      İhsan edilmeyi hak edenler kerem ummanımızdan nasiplerini almalıdırlar.

      Osmanlı ülkelerindeki makamlara tayin olunan komutanlar ve valiler üzerine iş bilir, şanı yüce bir başkomutan seçilmesi çok önemli bir meseledir. Dünyaya düzen verecek fikirlerimiz ve ülkeler açacak hatırımız Allah tarafından da doğrulanmıştır.

      Durum bunu gerektirdi ki ezici kuvvetimizle aldığımız İznik şehrini Allah her türlü yıkım ve yangından korusun. Eyaletin cesuru, devletin dostu, kudretli komutan, saltanat bağının meyvesi, hilafet nehrinin fidanı, adaletin gül ağacı, saltanat ağacının meyvesi, Allah tarafından doğrulanan oğlum Süleyman Şah’ın, Allah ömrünü uzun etsin ve seni emellerine kavuştursun ki alnında devlet yıldızı ve başında saadet damgası parlıyor, verdim ve buyurdum ki şerefle ve kuvvetle adı geçen şehir eyaletiyle divan-ı hümayunumda müşir ve askere komutan olup, vezirlikle beylerbeyilik makamını bir yere toplayıp, gece gündüz, temiz yaradılışında mevcut olan büyük gayretlerle gereken işleri yapacağın bilinen bir gerçektir. “Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa…” hükmünce her kim Allah’ın yolundan saparsa hakkından gelip, “Allah’tan korkun ve bilin ki muhakkak (hepiniz) ancak ona (varıp) toplanacaksınız.” ayetini göz önünde tutarak avam aydın, küçük büyük ayırmadan halka güzel davranacağın açıktır. Düşmanları ise parlak kılıcınla kahredip, din ve devlet, memleket ve millet işlerinin görülmesi için zaman kaybetmezsin. Devletimizin dostlarının gönüllerini hoş ve rahatlarını temin edersin. “Hatırlayın o günü ki herkes (dünyada) ne hayır işlediyse karşısında (onu) hazırlanmış bulacak, ne kötülük yaptıysa onunla kendi arasında uzak bir mesafe olmasını arzu edecek.” anlamındaki ayeti unutmayacak şekilde davranmalısın. Allah’ın hukukunu ve ihsanlarını unutmamalısın. Allah’ın vermiş olduğu sonsuz nimetlere çokça şükretmelisin. “Şükreden, (nimetlerin) artmasına hak kazanır, layık olur.” Bütün halkın işlerini görüp halletmekte, kesin kararlılıkla tam bir özen göstermeli, merhamet kapısını da açık tutmalıdır. Herkesin işinde aşırılıktan kaçınmalıdır. Yabancı, tanıdık, zengin, fakir, küçük, büyük ve hangi milletten olursa olsun yaşlı ve genç arasında ayrıcalık güdülmeden adaleti yerine getirmede eşit davranıp, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda yan tutmayıp, “Bir saat Allah’ın ahkâmıyla adalet etmek, yetmiş sene (nafile) ibadetten hayırlıdır, üstündür.” ölçüsünü elden bırakmayıp, “İşte kim zerre ağırlığınca bir hayır yapıyor (idi) ise onu(n sevabını) görecek.” ölçüsünü ahiret azığı edine ve zalimin, mazlum üstündeki haksızlığını ve zulmünü gidermede gecikmeyip, “Kim (Allah’a) bir iyilikle, güzellikle gelirse, işte kendisine onun on katı var. Kim bir kötülükle gelirse bu, o miktardan fazlasıyla cezalanmaz. Onlar (yani iyilik edenler de fenalık yapanlar da) haksızlığa uğratılmazlar.” anlamındaki ayet hükmünce hakkından gele ve daima etraftan casuslarını eksik etmeyip, gafleti erlikten saymayıp, düşmanların hilesinden kaçınıp uyanık olmalı, genişlik zamanında dar zamanlar için hazırlık yapmalıdır. Tedbirde kusur olmazsa takdir de güzel olur. “Bu, bizim sana sözümüzdür. Ve elimizde sana karşı delilimizdir. Allah seni başarılı kılsın, doğru yola kılavuzlasın. Senin hakkında beslediğimiz iyi zanları gerçekleştirsin. Muhakkak ki doğru yola götüren ve hatadan koruyan odur.”

      Gerektir ki değerli, değersiz, kuvvetli, zayıf, küçük, büyük, ülkemde oturan herkes, oğlumu kendilerine hakkıyla hâkim bilip, her hususta sana başvurup hükmüne boyun eğsinler. Komutanlar, hâkimler, şanlı ordu, gaziler, kadılar ve âlimler, Allah onları kıyamete kadar baki kılsın; oğlumu savaşta, barışta ve diğer hayırlı işlerde kendilerine komutan kabul edip, emrine karşı gelmekten çekinsinler. Edinilen ganimetlerin, elinin emri üzere beşte biri hazineye ayrılarak, kalanı oğlum tarafından bölüştürülsün. Haslarına dışardan kimse karışmasın. Onun öşürleri ve vergilerini yıldan yıla onun vekillerine teslim edip, özür ve bahane etmesinler. Yeni açılan ülkelerden iznim olmadıkça kimseye bir şey yaptırmayıp, ancak bana arz edildikten sonra, emrime göre gerekeni yapsınlar. Aldığı esirler ve pahalı satılacak tutsaklar, benden izin alınmadıkça serbest bırakılmasın ve danışma ile iş görülsün. Yüz aklığında bulunanların hakkını vermezlik etmesin. Derecelerine göre lütufta bulunsun.

      Benim hayır duamı kendileriyle beraber bilsinler. Allah yolunda savaş için çok çalışsınlar. Sırf Allah için çaba göstersinler. Dini kuvvetlendirmenin büyük bir sevap kazandıracağını bilsinler.

      Bu fermanımı görenler, içindeki emirlere uysunlar. Bana güvensinler.

      Yedi yüz otuz üç yılı rebiülevvel ayının başında yazılmıştır.

      O zaman padişah divanınca uyulan usullerden biri de padişah emirlerinin Osmanlıca yazılmasıdır. Bu tatlı dille yazılan birinci ferman, işte bu menşurdur. Ondan sonra bütün fermanlar, hep Osmanlıca yazılmaya başlandı. Fakat İran’da ve Konya’da resmî yazılar Farsça yazıldığından, Osmanlı Devleti de onlarla Farsça yazışırdı. Doğuda Farsça, genel, resmî bir dil gibi kullanılıyordu.

      Selçuklu sultanı tarafından Osman Gazi’ye verilen menşurda Osman Şah denildiği gibi, Süleyman Paşa’ya da Süleyman Şah diye lakap verilmiştir.

      Süleyman Paşa, İznik valisi olduğu için mülkiye memuru durumundaydı. Mir-i miran yani serasker-başkomutan olduğundan dolayı da askerlik sıfatını taşıyordu. Böyle birbirinden farklı iki görevi güzelce yerine getirenlerin çok az bulunduğunu herkes bilir.

      Oysaki yüksek mecliste üye sıfatıyla bulunduğu zaman memurluğu daha da güçleşiyordu. Çünkü o hâlde umumun menfaatini gözeterek idare ve askerlik işlerini dengeli tutmak gerekir. Bu ise çok ince ve nazik bir iştir. Bundan dolayı divanda müşir ve askere başkomutan olup, vezirlikle mir-i miranlık görevlerinin gereğini parlak zihni ve iyiyi kötüden ayırıcı vasfı ile bir yerde toplaması, bu menşurda özellikle Süleyman Paşa’ya tavsiye buyrulmuştur.

      Oysa Alâaddin Paşa, durum ve zamana göre gereken kanunları ve faydalı nizamları koyduktan sonra vezirlik sıkıntısından çekilerek eskiden olduğu gibi uzlet köşesine kapandı. Onun makamı tabiatıyla Süleyman Paşa’ya kalmıştı. Bu yüzden Süleyman Paşa hem sadrazam hem de başkomutan olmuştu.

      Gemlik’in Fethi

      Bursa, İzmit, İznik ve çevreleri hep Osmanlı ülkelerine katılmışken Gemlik’in hâlâ Rumların elinde bulunması uygun değildi. Sultan Orhan, yedi yüz otuz dört yılına kadar İznik’te oturduktan sonra Gemlik’in fethine gitti.

      Sultan Osman Gazi zamanında Akça Koca ile birlikte Gemlik üzerine giderek o bölgenin giriş çıkışlarını öğrenmiş olan Kara Timurtaş Bey’le görüşme sırasında sunduğu tedbir üzere Sultan Orhan onu hasat mevsiminde beş yüz seçkin askerle oraya gönderdi.

      O da gidip Gemlik civarındaki harmanlarda ne kadar zahire varsa cümlesini topladı ve Gemlik’i kuşatmaya başladı. Bahar mevsimi gelince Sultan Orhan yeterince askerle oraya gitti. Bir ay kadar Gemlik Kalesi’ni sıkıştırıp zorladı. Ahalisi zaten zahiresiz kalıp zayıf düşmüştü. Orduya karşı koymaktan âciz kaldılar. Hemen Gemlik Kalesi’ni teslime mecbur oldular.

      Sultan Orhan, Gemlik’in korunması için gerekli işleri tamamladıktan sonra Bursa’ya döndü. Artık orada kalmaya karar verdi. Başkadı makamında bulunan Kara Halil’in memuriyetini de Bursa kazasına çevirdi.

      Конец