ele geçirdi. Harap ettikten sonra Bursa üzerine yürüdü.
Yedi yüz yirmi altı yılında dağ tarafından Bursa üzerine inip Pınarbaşı denen yerde ordusunu kurdu. Bursa tekfuruna öğüt vermek üzere Köse Mihal Bey’i gönderdi. Halk ise pek sıkılmıştı. Tekfuru barış yapmaya zorladılar. Yapılan anlaşma gereğince Orhan Gazi, kırk bin altın fidye alarak ahaliye aman verdi. Bursa Kalesi’ni teslim aldı. Tekfurunu Gemlik kıyısına gönderdi. Tekfur, oradan deniz yoluyla İstanbul’a gitmiştir.
Bursa’nın Fethi’nden dört ay önce Şeyh Edebali, yüz yirmi yaşında vefat etmiştir. Onun vefatından bir ay sonra da kızı ve Sultan Osman Şah’ın hanımı, Alâaddin Paşa ile Orhan Bey’in annesi olan Mal Hatun vefat edince Orhan Bey büyükbabasının ve arkasından anasının ölmesinden dolayı üzgün iken Allah’ın lütfu ile Bursa’yı almayı başardı. Fakat bu zaferin sevincini yaşayamadı. O sırada babası Sultan Osman Şah Gazi de vefat ettiğinden, Orhan Gazi çok üzgün olarak yedi yüz yirmi altı yılı ramazan ayının on birinci günü Osmanlı’nın bahtı yüce tahtına oturdu. Babasının cenazesini Bursa şehrindeki manastırın kubbesi altına gömdü. Bursa’yı kendisine başkent yaptı.
Cennetmekân Sultan Osman’ın Savcı Bey adında başka bir oğlu daha vardı. Gazaların birinde şehit düşmüştür. Fakat Alâaddin Paşa; akıllı, bilgili, tarikat mensubu, arif ve edip bir kişiydi. Orhan Bey, cihat ve gaza ile uğraştığı sırada o da Şeyh Edebali’nin hizmetinde bulunarak büyük cihat ile meşgul olurdu. Yalnızlığı sever fakat şeyhler ve âlimlerle oturup kalkardı. “Mûtû kable en temûtû.”1 sözünün sırrına mazhar olmuş melek sıfatlı biriydi. Bu bakımdan başında saltanat sevdası esmiyordu. Olsa bile her devletin kuruluşunda hükümdarının kılıç sahibi olması, durumun tabii bir gereğiydi. Babalarının sağlığında başkomutanı olan, cihat ve gaza işlerinde onun sırrına ermiş bulunan Orhan Bey’in tahta çıkması normaldi. Alâaddin Paşa da bu gibi hikmetleri iyi bilenlerdendi. Bundan dolayı küçük kardeşinin öne geçirilmesinden dolayı gücenmek şöyle dursun, devlet işlerini görme külfetinden kurtulmuş olmasından ötürü memnun oluyordu. Bununla beraber ilk oğul olduğu için Orhan Bey tahtı ona teklif etmişse de o buna yanaşmadı.
Şeyh Edebali, çok servet sahibi idi. Sultan Osman Şah’ın ise vefatında hiç parası çıkmadı. Ondan geri kalanlar cihat için gereken silahlar, birkaç at, bir iki takım elbise ve bir sürü koyundan ibaret idi. Sultan Orhan Gazi, bu kalan şeylerden Alâaddin Paşa’ya kardeş payını çıkarıp verecek oldu. Alâaddin Paşa, “Sen cihat ve gaza ile meşgulsün, onlar sana lazımdır. Bana malın ne lüzumu var?” diyerek mirastan kalanı da kabul etmedi. “Nişancı Tarihi”nde der ki “Hâlâ Bursa bölgesindeki otlaklarda gezen beylik koyunlar o koyunların soyundandır.”
Alâaddin Paşa, dünyadan el etek çekmiş; mevki, makam davasından kesinkes geçmişti. Sultan Osman’ın kurduğu Osmanlı Devleti ise öteki Türkmen beylerinin kurdukları hükûmetler gibi aşiret beyliği tarzında değildi. Esaslı, büyük bir saltanat şeklini almış olduğundan Sultan Orhan, kendisi gaza ve cihat ile uğraşacağı sırada devletinin muhtaç olduğu gerekli düzenlemeyi her yönüyle düşünerek yerine getirecek bir vezire muhtaç olduğu için Alâaddin Paşa’nın vezirliği kabul etmesini rica etti. Alâaddin bunu da reddetti. Fakat sonra Sultan Orhan’ın ısrar ve zorlamasına dayanamayıp geçici olarak vezirliği kabul etti. Akıllı, arif ve işlerin inceliğini bilen, övülen, büyük bir kişi olduğundan, Osmanlı Devleti’nin kanunlarını ve nizamını dinî hükümlere ve hikmete uygun bir biçimde ortaya koydu. Sultan Orhan, cihat ve gaza ile uğraştığı gibi o da devlet işlerini düzene sokmuştur.
Devlet, birçok köklü kanuna bağlı bir cemiyet demek olduğundan, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu sırasında Alâaddin Paşa’nın yaptığı hizmet pek büyüktür. Sultan Orhan, devlet işlerinin görülmesi endişesinden uzak olarak bütün vaktini cihat ve gazaya ayırdı. Az zamanda büyük fetihler yapmaya muvaffak oldu. Bu iki kardeş, el birliği ile işe yapışıp babalarından kalmış olan Osmanlı Devleti’ni çok iyi ve düzgün bir şekilde büyük bir saltanat derecesine yükseltmişlerdir.
Sultan Osman’ın Emirleri ve Âlimleri
Sultan Osman Gazi’nin beyleri; evlat ve akrabaları ile babasından kalan yiğitler idi. Asrının en âlimi ve en büyük şeyhi, kayınpederi olan Şeyh Edebali idi. Sultan Osman’dan evvel vefat edince akraba ve talebelerinden Dursun Fakih ders işinde onun yerine geçmiştir. Dursun Fakih, meşhur âlimlerden biriydi. Osman Gazi’nin savaşlarında gazilere namaz kıldırırdı. Osman Şah Gazi adına Karacahisar’da ilk cuma hutbesini ve sonra Eskişehir’de ilk bayram hutbesini okuyan işte bu Dursun Fakih’tir. Osmanlı Devleti’nde ilk hatip ve kadı olan odur.
Alâaddin Esved adlı fadıl da o asrın büyük âlimlerinden idi. Halk arasında Kara Hoca diye bilinirdi. Usulden “Muğni”yi ve fıkıhtan “Vikâye”yi şerh etmiştir. İran’a gidip oranın bilginlerinden ders almış ve öğrenimini tamamladıktan sonra Anadolu’ya dönmüştür.
Yine o asrın âlimlerinden biri de Hattab İbni Ebu’l-Kasım El-Karahisarî idi. Şam’da ilim öğrendikten sonra vatanı olan Anadolu’ya dönmüştü. Ömer Nesefi’nin “Hilafiyat”a dair manzumesi üzerine yazdığı şerhi yedi yüz on yedi yılında tamamlamıştı.
Şeyh Edebali’nin akrabasından Bilecik Kadısı Mevlana Çandarlı Kara Halil de o asrın büyük ulemasından olup, çok akıllı ve devlet işlerini görmeye gücü yeten, değeri yüce bir zat idi.
O asrın şeyhlerinden ve ermişlerinden, Konya tarafında Muhlis Baba diye biri vardı. Onun oğlu Âşık Paşa da keşfi açık bir adamdı. Türkçe tasavvuf yolunda bazı eserleri vardır. “Âşık Paşa Divanı” diye bilinir. Onun oğlu Ulvan Çelebi de hâl ehli ve cerbezeli biri idi.
Yine o asrın meşhur şeyhlerinden biri de Ahi Hasan diye bilinen Şeyh Hasan idi. Ahi Evren, Geyikli Baba, Kumral Abdal ve Tuğlu Baba gibi meczup şeklinde olup ermiş sanılan bazı kimseler de vardı.
Hâl Tercümesi
Cennetmekân Sultan Osman Şah Gazi Hazretleri, kara yağız, orta boylu ve değirmi yüzlüydü. Göğüs ve omuzlarının arası genişti, ayakta durduğu zaman elleri dizlerinden aşağıya inerdi. Başına kırmızı çuhadan yapılmış, Çağataylılar biçiminde horasani giyerdi. Heybetli, güzel yüzlü, tatlı dilli ve ağırbaşlı bir padişah idi. Cesur Türklerden, eşsiz bir kahramandı. Savaşta herkese hayret verecek ve ibret gösterecek şekilde, fedakârca gayret ve hareket ederdi. Devlet işlerinde bile çok alçak gönüllüydü. Silah arkadaşlarının görüşlerini dinlerdi. Okuryazar değildi. Fakat ulemayı sayardı. Aldığı şehirleri camiler, mektepler, başka hayrat ve devlet binaları ile süslerdi. Adaleti herkesçe bilinirdi. Hükümlerinde hür, bağımsız kadılar tayin ederek İslam’ın ilk zamanlarında olduğu gibi mahkemeleri beylerin müdahalesinden kurtardı. Geçmişteki salih adamlar gibi çok dindardı. Mal toplamaya eğilim göstermezdi; oysa çok cömertti. Fakirlere, dullara ve yetimlere yedirip içirmesi ve bağışı çoktu. İslam milletini düştüğü dağınıklıktan kurtaracak olan Osmanlı Devleti’ni çok kuvvetli temeller üzerine kurup gitti.
Çok alicenaptı. Evlat ve torunlarının fethedecekleri memleketlerin haritasını sanki zihninde çizmişti. Türkçenin kabalığı alınarak, incelik ve hoşluk kazanarak kendisini gösteren şirin Osmanlı lisanının onun zamanında oluşmaya başladığına, şu manzumesi yeterli bir delildir.
Sultan Osman’ın Manzumesi
Gönül kerestesi ile
Bir yeni şehr-ü pazar yap
Zulmeyleme rençperlere
Her ne