Ankara tarafını isteyince Alâaddin onu kavim ve kabilesiyle beraber Ankara Eyaleti’ndeki Karaca Dağ’da yerleştirdi ve öteki Türkmen beyleri gibi onu da hudut muhafızı yaptı.
Bir müddet sonra Ertuğrul Bey’e Söğüt köyü kışlak ve Domaniç Dağı yaylak olmak üzere verilince Ertuğrul Bey, dört yüz kırk, bir rivayete göre beş yüz kadar Kayı Hanlı obayla Söğüt’te yerleşti. Fakat aşiret kethüdalarından Samsa Çavuş ile İnegöl halkı arasında zıtlık çıktı. Samsa Çavuş, Ertuğrul Bey’den izin alarak Söğüt’ten ayrıldı. Aşireti ve kardeşi ile beraber Mudurnu taraflarına çekildi. Sakarya Nehri civarında oturdular. Yazın da yaylağa giderek ve yerlilerle iyi geçinerek vaktini hoş geçirdiği bazı tarih kitaplarında kayıtlıdır.
Ama diğer bazı tarih kitaplarında, o zaman Ertuğrul Bey ile gelen adamlardan Bozoklu denen bir ulu hanın, Böregir, Kusun, Varsak, Kara İsa, Özer, Gündüz ve Kuş Timur adında yedi oğlu ile beraber Çukurova yöresinde yerleştiği; ölünce onun yerine büyük oğlu Böregir’in geçtiği; Adana, Tarsus ve Sis kalelerini aldıktan sonra o da ölünce yerine oğlu Ramazan’ın geçtiği yazılıdır.
O tarafta Böregir nahiyesi bilinmektedir. Ramazanoğulları’nın Adana’da bir hükûmet kurdukları da bilinmektedir. Payas sancağında Özerli köyü olup, ona nispetle Payas sancağına da Özerli sancağı denilmişken, sonradan isim bozularak Üzeyirli sancağı denilmiş olsa gerektir. Çünkü bu sancağın halkı, hep eski Türkmenlerin bakiyesi olduğundan, köy ve nahiyelerin isimleri hep Türkçedir. Orada Üzeyir gibi Arapça isimler kullanılmaz. Hâlâ Kozan’da vatan tutmuş olan Karsenahlar ise Varsak aşiretindendir.
Açıklandığı üzere Süleyman Şah’ın vefatından sonra iki oğlunun ne kadar Türkmen’le ne tarafa gittiği bilinmediği gibi, Ertuğrul Bey ve Dündar Bey ile Pasin Ovası’na gidenlerin ve oradan Sivas tarafına gelenlerin kaç obadan oluştuğu ve Ertuğrul Bey’in Söğüt’e kaç Kayı Hanlı obayla yerleştiği de kesin bir şekilde bilinememektedir.
Rum sınır boyları o zaman pek acayip bir durumdaydı. Selçuklu Devleti’nin sınır muhafızları, Türkmen beyleri idi. Bu beylikler babadan oğula kalırdı. İşte onlara uç beyleri denilirdi, hepsinin başı da beylerbeyi unvanını taşırdı. Kayserin sınır muhafızları da tekfur dedikleri derebeyleridir. Bu beylikler de babadan oğula geçerdi. İki devlet barış içindeyken bile iki tarafın sınır muhafızları, birbirlerinin topraklarını çapul ederlerdi. Bu yüzden iki tarafın sınır muhafızları arasında çatışma eksik olmazdı. Tekfurlar kalelerde korunurlardı. Türkmenlerin kaleleri ise kılıçlarıydı.
Ertuğrul Bey de uç beylerinden olduğu için fırsat elverdikçe Rumların köylerini ve nahiyelerini yağmalardı.
Fakat uç beylerinin en ünlüsü Kütahya bölgesinde bulunan Ali-şar Bey’in aşireti ile Afyonkarahisar tarafında bulunan Çavdar aşireti her zaman beri taraflara gelirken, Ertuğrul Bey, Söğüt’te yerleştikten sonra onlar bu tarafa gelmez oldular. Ertuğrul Bey’in komşusu olan Rumlar da bir dereceye kadar ondan hoşnut idiler. Bir de haçlılar, bir aralık Konstantiniye’yi ele geçirerek orada bir Latin İmparatorluğu kurmuşlardı. Bir süre sonra, İznik’te bulunan Kayser Mihail Paleolog, Konstantiniye’yi kurtarmıştı. Fakat Anadolu şehirlerinin çoğu Selçuklu Devleti’nin elindeydi. Kayser Paleolog’un elinde yalnız Bursa, İznik sancakları, Bolu sancağının bir parçası ile Karadeniz kıyılarında Samsun ve Trabzon kaleleri kalmıştı. Buralarda bulunan Rum beyleri de her ne kadar kaysere bağlıysalar da bulundukları yerlere veraset yoluyla sahip olup iç işlerinde başlarına buyruk idiler. Bundan dolayı Kayser Paleolog’un kuvveti yok gibi bir şeydi. Sırf vaktiyle yapılmış olan Konstantiniye’nin kale duvarlarının arkasına sığınmıştı. Uç beylerini, özellikle Ertuğrul Bey’i hoş tutarak kullanmaya çalışmıştı.
Gazi Ertuğrul Bey ise sınır muhafızlığı görevini güzelce yerine getirmekle beraber Sultan Alâaddin sefere çıktıkça Kayı Hanlı bahadırları ile sultanın ordusuna gider, askerî vazifesini yapardı. Böylece Alâaddin’in çok işine yarardı. Onun vefatıyla oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in de pek önemli işlerinde bulunmuştur. Fakat II. Gıyaseddin zamanında komutanlar arasında ayrılıklar ortaya çıktı. Devlet işleri çığırından çıktı. Bunun üzerine yetmiş bin askerle kırk bin Moğol’a yenildi. Senelik gelirinin üçte birini İlhanlı hazinesine vermek şartıyla barış yapmak zorunda kaldı. Devletin bağımsızlığı bozuldu. Hele II. Gıyaseddin’in vefatından sonra devlet onun oğulları arasında ortaklaşa idare edildi. Sonra da devlet, oğulları arasında bölüşüldü. Selçuklu memleketleri İlhanlılar’ın eyaleti hükmüne girdi.
Bunun arkasından Hülagû’nun darbesiyle Abbasi halifeliğinin yok oluvermesi herkesi hayrete düşürdü. Selçuklu devlet adamları da artık devletin geleceğinden umutlarını keserek, tamamen Tatar boyunduruğu altına girdiler. Türkmen beyleri de Hülagû’ya başvurarak hükûmetlerinin istiklalini tasdik ettirdiler.
Ertuğrul Bey ise bu ihtilaflara karışmadı. Konya’da, saltanat tahtında oturan Selçuklu sultanına bağlı kaldı ve elinin altındaki halkı zulüm ve saldırıdan korumaya çalıştı.
Yukarıda açıklandığı üzere Pervane’nin, Selçuklu sultanının elinden yönetimi tamamen kendi eline alarak Sultan İzzeddin’i İstanbul’a kaçırması, sonra da Sultan Rükneddin’i öldürterek atabek olması halkı çok etkiledi. Türkmenler ise onun emirlerini kabul etmediklerinden altı yüz yetmiş beş yılında Anadolu’da çıkan ihtilaller üzerine Sultan Baybars’ın bir büyük ordu ile gelmesi, Elbistan’da bir Tatar ordusunu yok ederek Kayseriyye’ye kadar gelip gitmesi, sonra da İlhan Abaka’nın büyük bir kızgınlıkla gelip de Anadolu şehirlerinin birçok yerini yağmalaması, Pervane ile beraber birçok Müslüman’ı da öldürtmesi, Karamanoğlu çıkıp Konya’yı ele geçirince Tatarların gelip Konya’yı geri almaları, Selçuklu sultanını yerine oturtarak Karamanoğlu’nu idam etmeleri, herkesi dehşet ve hayrete düşürdü. Böylece Selçuklu Devleti karmakarışık oldu. Artık devlet diyecek durumu kalmadı.
Gazi Ertuğrul Bey ise bu türlü karışıklıkları uzaktan seyredip işin sonunu bekleyerek kendi yurdunun korunmasıyla uğraşıyordu. Bununla beraber fırsat buldukça Rumların köylerini ve kasabalarını yağmalıyordu. Fakat pek yaşlı olduğundan, sonraları askerle oğlu Osman Bey’i kendi yerine göndermeye ve en önemli işlerde ona hizmet yaptırmaya başladı.
Ertuğrul Bey’in Vefatı ve Osman Gazi’nin Beyliği
Altı yüz seksen yılında Gazi Ertuğrul Bey, yaşı doksanı geçmiş idi ki Söğüt’te vefat etti.
Ertuğrul Bey’in elinde olan yerler, Ankara Karaca Dağ ile Keşiş Dağı’na kadar uzayan Söğüt bölgesinden, Sultanönü gibi verimli ovalardan ve Domaniç Dağı gibi güzel yaylaklardan oluşuyordu. Hisar ve kaleleri ise Türkmen kılıçları idi.
Ertuğrul Bey, Söğüt bölgesinde Kayı Hanlı Kabilesi’nin az bir kısmı ile yerleşmişti. Fakat elli bin oba ile Horasan’dan Anadolu’ya göçmüş olan Süleyman Şah’ın oğlu olduğundan, Türkmenler içinde hatırı sayılır, muhterem bir ihtiyardı. Emrindeki aşiret ağaları da Akça Koca, Konur Alp, Turgut Alp, Uygur Alp, Hasan Alp, Saltık Alp, Samsa Çavuş, Abdurrahman Gazi, Akbaş Mahmud, Kara Mürsel, Karaoğlan ve Kara Tekin gibi eşi az bulunur yiğitler idi. Fakat Samsa Çavuş, Söğüt’te oturmadı. Sakarya Nehri vadisinde konargöçerdi. Bu ağalar, kabilenin ileri gelenleri idiler. Sonra hepsi Osman Gazi’nin komutanları olmuşlardır.
Ertuğrul Bey’in Gündüz Bey, Saru Yatı ve Osman Bey adlı üç oğlu kaldı. Osman Bey yaşça küçük fakat kuvvet, cesaret, ileri görüşlülük ve liyakatçe büyük idi. Bundan dolayı babasının zamanında yedi sekiz sene kadar başbuğluk görevini yapmıştı. Küçükken, gerektiğinde babası tarafından, kendi vekili olarak Konya’ya