yüz ifadesini görünce kendisi de güldü. Sonra Baochai ayağa fırlayıp Daiyu’ye takılmaya gitti.
“Çayını içip dinlendikten sonra, gidip evli kuzenlerini görebilirsin. Kızlarla Bahçe’de gezinirsin. Çok güzel ve serindir orası.” dedi Büyükanne Jia.
Xiangyun teşekkür etti. Küpeleri tekrar mendile sardı; dadılarının ve hizmetçilerinin eşliğinde Xifeng’a uğradı; bir süre onunla sohbet ettikten sonra Bahçe’ye gidip Li Wan’i gördü; onunla da kısa bir süre oturup Xiren’i bulmak için Kızıl Neşe Avlusu’na gitti.
“Hepinizin benimle gelmesine gerek yok.” dedi dadılarına ve hizmetçilerine. “Siz de gidip dost ve akrabalarınızı görebilirsiniz. Sadece Cuilu kalsın yeter.”
Diğerleri teşekkür edip dağıldılar. Xiangyun Cuilu ile kaldı.
“Neden lotuslar açmamış?” diye sordu Cuilu.
“Henüz zamanı gelmedi.” dedi Xiangyun.
“Bak, onlar da bizim havuzdakiler gibi çift çiçekli olacak.” dedi Cuilu.
“Bizimkiler daha güzel.” dedi Xiangyun.
“Nar ağaçlarına bak! Dört beş dal üst üste birleşmiş. Pek kolay bir şey değil! Nasıl olmuş acaba?”
“Bitkiler de insanlar gibidir.” dedi Xiangyun. “Yapıları ne kadar sağlıklı olursa, o kadar iyi büyürler.”
“Buna inanmıyorum ben!” dedi Cuilu, başını sallayarak. “Madem insanlarla bitkiler aynı, neden başının üstünde bir baş daha olan kimse görmüyoruz?”
Xiangyun kızın saflığı karşısında kahkahasını tutamadı.
“Sana daha önce de söyledim, çok konuşuyorsun!” dedi. “Şimdi sana bunu nasıl açıklayacağıma bir bakalım. Dünyadaki her şey Yin ve Yang denilen ikili prensiple şekillenir. Yani iyi ya da kötü, tuhaf ya da harika olsun meydana gelen her şey, bu iki gücün olumlu ya da olumsuz etkisine bağlıdır. Kimsenin daha önce görmediği en nadir, en tuhaf şeyler için de bu geçerlidir.”
“Dediğine göre, dünyanın başlangıcından bugüne kadar var olan her şey Yin ve Yang’dı.”
“Hayır, aptal!” dedi Xiangyun. “Konuştukça saçmalıyorsun! O kadar çok Yin ve Yang olabilir mi? Aslına bakarsan Yin ve Yang tek ve aynı şeydir. Birisinin bittiği yerde diğeri başlar. Ama biri sona erince öbürü yoktan var olur anlamına gelmiyor.”
“Bu benim için fazla karışık!” dedi Cuilu. “Ne biçim şey bu Yin ve Yang? Bir biçimleri var mı? Hiç gören olmuş mu? Sadece bunu söyle. Neye benziyorlar?”
“Yin ve Yang bir tür doğal kuvvet.” dedi Xiangyun. “Her şeye kendi ayırt edici biçimini verir. Örneğin, gökyüzü Yang, yeryüzü Yin’dir; su Yin, ateş Yang’dır; güneş Yang, ay Yin’dir.”
“Ah evet! Şimdi anladım.” dedi Cuilu, sevinçle. “Demek bu yüzden yıldız falcıları güneşe ‘Yang yıldızı,’ aya da ‘Yin yıldızı’ diyorlar.”
“Buda’ya şükür! Sonunda anladın!”
“O kadar zor değilmiş! Peki, ya sivrisinek, pire, tatarcık, bitki, çiçek, tuğla, kiremit gibi şeyler? Onlar için de Yin ve Yang var mı?”
“Var tabii! Örneğin yaprak. Yin ve Yang diye ikiye ayrılıyor. Gökyüzüne doğru bakan, üst kısmı Yang, yere bakan, alt kısmı Yin.”
“Anlıyorum. Evet.” diyerek başıyla onayladı Cuilu. “Peki, elimizdeki yelpazeler? Herhâlde onlar için Yin ve Yang yoktur?”
“Var. Ön tarafı Yang; arka tarafı Yin.”
Cuilu tatmin olup başını salladı yine. Soracağı başka nesneler düşündü ama o anda aklına gelmeyince ilham almak için etrafına baktı. O sırada hanımının kuşağına takılı olan altın Tekboynuz gözüne takıldı.
“Peki, hanımım.” dedi eliyle işaret ederek. “Şunun için de Yin ve Yang olduğunu söylemeyeceksin herhâlde?”
“Elbette. Kuşlar ve hayvanlarda erkekler Yang, dişiler Yin’dir.”
“O zaman bu Yang mı, yoksa Yin mi?”
“Yine başlama, aptal kız!” diye bağırdı Xiangyun.
“Tamam, boş ver! Ama her şey için Yin ve Yang varsa, ya biz insanlar?”
“Git şuradan seni sefil şey!” diye bağırdı Xiangyun, tükürerek. “Artık çok ileri gidiyorsun!”
“Neden söylemiyorsun? Neyse, ben biliyorum. Bana bu kadar kötü davranmana gerek yok.”
Xiangyun gülmemek için kendisini tuttu.
“Ne biliyormuşsun bakalım?”
“Sen Yang’sın, ben Yin.” dedi Cuilu.
Xiangyun mendilini ağzına kapatıp kahkaha attı.
“Doğru, değil mi?” diye ısrar etti Cuilu. “Nesi komik?”
“Evet, evet!” dedi Xiangyun. “Çok doğru.”
“Hep öyle demezler mi?” dedi Cuilu. “Efendi Yang’dır; hizmetçi Yin. Ben bile bu kuralı biliyorum.”
“Bildiğinden eminim! Çok güzel.”
Onlar böyle konuşurlarken, gül çardağının kenarında parlayan bir şey Xiangyun’ün gözüne takıldı. Parmağıyla Cuilu’ya işaret etti.
“Gidip baksana, neymiş.” dedi.
Cuilu hemen gidip aldı.
“Ha, ha!” dedi, elindeki nesneyi inceleyerek. “Yang mı, yoksa Yin mi şimdi göreceğiz.”
Böyle dedikten sonra Xiangyun’ün kuşağındaki Tekboynuz’u alıp yakından baktı. Xiangyun elindekini görmek istedi ama Cuilu izin vermedi.
“Gösteremem, hanımım, benim definem.” dedi gülerek. “Ne komik! Nereden geldi acaba? Burada böyle bir şey takan kimse görmedim.”
“Hadi! Göstersene!” dedi Xiangyun.
“İşte!” dedi Cuilu, avucunu açarak.
Xiangyun baktı. Çok güzel, ışıl ışıl, altın bir Tekboynuz’du, kendisininkinden daha büyük ve süslüydü. Uzanıp elinden aldı, avucunun içine koyup bir süre sessizce baktı. Her ne düşündüyse, Baoyu’nün ani gelişiyle yok olup gitti.
“Bu kavurucu güneşin altında durmuş ne yapıyorsunuz?” diye sordu Baoyu. “Neden Xiren’i görmeye gitmedin?”
“Gidiyorduk.” dedi Xiangyun, hemen altın Tekboynuz’u saklayarak.
Üçü beraber Kızıl Neşe Avlusu’na girdiler. Xiren, giriş merdivenlerinin altındaki verandanın parmaklıklarına dayanmış, hava alıyordu. Xiangyun’ü görür görmez, karşılamaya gitti. Onu elinden tutup eve doğru yöneltti. Giderken, neşeyle görüşmeyeli neler yaptıklarını konuştular.
“Daha önce gelmeliydiniz.” dedi Baoyu, içeri girip oturdukları zaman. “Burada senin için sakladığım güzel bir şey var, vermek için gelmeni bekliyordum.”
Bunu söylerken ceplerini karıştırıyordu. Aradığı şeyi bulamayınca, çok şaşırdı.
“Hayret!” Sonra Xiren’e döndü. “Başka bir yere mi kaldırdın?”
“Neyi?” diye sordu Xiren.
“Geçen gün aldığım altın Tekboynuz’u.”
“Her yere yanında götürüyordun. Neden bana soruyorsun?” dedi Xiren.
Baoyu üzüntüyle ellerini kenetledi. “Ah, kaybettim! Şimdi