Сюэцинь Цао

Kızıl Odanın Rüyası III. Cilt


Скачать книгу

ima olduğunu anladı: Değerli Yeşim Taşı. Hiç şüphesiz kızın aklında, kendisinin boynundan hiç çıkarmadığı yeşim taşı vardı ve ipucu olarak adını kullanmıştı. O da aynı şekilde cevap verdi.

      “Benimle dalga geçtiğinin farkındayım, kuzen.” dedi. “Cevabı biliyorum. Ben de sana aynı şeyi yaparsam sakın gücenme. Senin adın da ‘Değerli Saç Tokası’ demek olduğuna göre, ‘saç tokası’ kelimesini ödünç alıp cevap veriyorum: ‘Yeşim Saç Tokası.’ Bir Tang şairi der ki: Mum yanıp bitti, yeşim saç tokası kırıldı. Cevap ‘yeşim’ değil mi?”

      “İtiraz ediyorum.” dedi Xiangyun. “ ‘Değerli Yeşim Taşı’ bir yerden alıntı değil ki! Bu oyunda sadece alıntılar kullanılabilir. İkinize de ceza vermemiz lazım.”

      “ ‘Değerli Yeşim Taşı’nın klasik bir kaynağı var.” dedi Xiang-ling.

      “Hiç de değil.” dedi Xiangyun. “Kapılara asılan yeni yıl kutlama dizelerinde kullanılabilir ama herhangi bir edebî kayıtta buna rastlayamazsın.”

      “Daha geçen gün Cen Shen’in bir şiirinde ‘değerli yeşim taşı’na rastladım.” dedi Xiangling ısrarla. “O taraflarda çok fazla değerli yeşim taşı bulunuyor. Hatırlamadığına çok şaşırdım. Daha sonra, Li Shangyin’in bir şiirinde ‘değerli saç tokası’na da rastladım: Değerli saç tokası tozlanıyor, diyordu. Tang Hanedanlığı’nın şiirlerinde ikisinin de adının geçmesine çok şaşırmıştım.”

      “İşte bu seni susturur!” dedi diğerleri Xiangyun’e gülerek. “Şimdi içkiyi sen içeceksin.”

      Tartışmanın bir yararı yoktu. Xiangyun bir kadeh şarabı içmek zorunda kaldı. Sonra herkes örtülü bilmece için eşleşti. Büyükanne Jia ile Wang Hanım olmadığından, kızlar diledikleri gibi gürültü yapmakta özgürdüler. Dalgalanan rengârenk kumaşlar, şangırdayan bilezikler, şıkırdayan küpeler ve sarkan saç süsleri çığlık çığlığa ilan edilen sayılara karışıyordu. Böyle bir curcuna içinde hiçbir şeyin farkına varmak mümkün değildi. Oynamaktan yorulup, dinlenmek için dağılırlarken, Xiangyun’ün yanlarında olmadığını fark ettiler. Önce hava almak için dışarı çıktığını, hemen döneceğini düşünerek beklediler. Bir süre geçtikten sonra geri gelmeyince aramak için hizmetçileri gönderdiler. Bir sonuç çıkmadı. Xiangyun hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolmuştu.

      O sırada Lin Zhixiao’nın karısı, emrindeki birkaç yaşlı kadınla birlikte geldi. Aslında belki küçük hanımlar bir şey isterler diye gelmişti ama aynı zamanda, genç ve havai olan hizmetçi kızların Wang Hanım’ın yokluğundan istifade kontrolden çıkıp fazla içeceklerinden ve şamata yapacaklarından korkmuştu. Tanchun bunun farkındaydı ve kendisine de söyledi.

      “Sen bize pek güvenmiyorsun, değil mi Bayan Lin? Seni temin ederim çok fazla içmedik. Sadece şarabı bahane edip biraz eğleniyorduk. Merak edilecek bir şey yok.” dedi.

      Li Wan ve You Shi de onu ikna etmeye çalıştılar.

      “Gidip dinlenin siz. Çok içmelerine izin vermeyeceğiz, söz!”

      Kadınlar güldüler.

      “Biliyorum.” dedi Lin Zhixiao’nın karısı. “Büyük hanımefendi içmelerini söylediğinde bile çok içmiyorlar. Wang Hanım olmayınca zaten o kadar içmezler. Onun için gelmedim. Belki bana ihtiyacınız olabilir diye düşündüm. Artık günler uzadı, akşam yemeğine daha çok var; bu kadar eğlendikten sonra bir şeyler yemek isteyebilirsiniz. Normalde öğün aralarında bir şey atıştırmadığınızı biliyorum ama içki içtiğiniz için midenize yiyecek bir şeyler gönderin ki zarar vermesin.”

      “Haklısın.” dedi Tanchun. “Aslında siz geldiğinizde biz de bir şeyler atıştırmayı düşünüyorduk.”

      Kadın arkasındaki hizmetçilere dönüp mutfaktan yiyecek hafif bir şeyler getirmelerini söyledi. Dört bir yandan cevap verdiler ve birkaçı dediğini yapmaya gitti.

      Tanchun kadınlara nazikçe güldü.

      “Lütfen gidip dinlenin. Bayan Xue’nin yanına da gidebilirsiniz, içmeniz için şarap gönderdik oraya.” dedi.

      Kadınlar kibarca reddedip biraz daha sohbet ettikten sonra gittiler. Pinger ellerini yanaklarına koyup güldü.

      “Yüzüm çok sıcak, herhâlde kızarmıştır. Keşke beni böyle görmeselerdi. Artık içmeyi bıraksak iyi olur. Bir daha gelmelerine neden olursak çok ayıp olacak.”

      “Saçmalama!” dedi Tanchun. “Çok fazla içmediğimiz sürece bir sorun yok.”

      O konuşurken genç bir hizmetçi gülerek içeri girdi.

      “Gelin de bir bakın!” diye bağırdı. “Bayan Yun sarhoş oldu herhâlde, hava almaya çıkmış. Kayalıkların arkasındaki taşların üzerinde uyuyakalmış.”

      “Sessiz olalım da uyanmasın.” dediler diğerleri, gülerek ve kızın ardından onu görmeye gittiler.

      Xiangyun’ü hizmetçi kızın dediği yerde, kayalıkların arkasındaki kuytulukta, taş bankın üzerinde buldular; dünyadan habersiz uyuyordu. Üzeri tepeden tırnağa, kenarda büyüyen şakayıkların kırmızı yapraklarıyla doluydu. Elinden yere düşen yelpazesi de yaprakla kaplanmıştı. Beyaz, ipek bir mendilin içine sardığı şakayık yapraklarından kendisine yastık yapmıştı. Bu yapraklı yığının etrafında bir arı ve kelebek sürüsü uçuşuyordu. Kuzenler bu manzarayı hem komik hem de dokunaklı buldular. Hemen onu kaldırıp oturttular. Ama Xiangyun uykusunda hâlâ içki içme oyunu oynuyordu; gözleri sımsıkı kapalı bir şekilde dizeler okuyordu.

      “Bir. Su tatlı, şarap soğuk. İki. Amber rengi sıvıyı yeşimden kadehime doldurun. Üç. Ay erik dallarının üzerine yükselene kadar içmeye devam edelim. Dört. O zaman yuvarlanarak eve gideriz. Bir arkadaşla buluşmak için uygun bir zaman olur.”

      Gülerek dürttüler onu.

      “Uyan! Uyan! Gelip bir şeyler ye. Islak taşta yatarsan hasta olursun.”

      Xiangyun uyanıp gözlerini üzerine eğilen kuzenlerin yüzlerinde dolaştırdı. Sonra kendisine ve yattığı yere baktı. Gürültüden kaçıp, biraz dinlenmek için serin ve sessiz bir yere geldiğini hatırladı. Belli ki aldığı cezalar yüzünden içmek zorunda kaldığı şarap onu etkilemiş ve sızmasına neden olmuştu. Böyle kötü bir hâlde görüldüğü için utanarak ayağa kalkmaya çabaladı ve diğerlerinin eşliğinde Şakayık Bahçesi’ne geri döndü. Orada ağzını çalkaladı ve iki fincan demli çay içti. Tanchun sarhoşları ayıltmak için kullanılan bir parça “sarhoş taşı” getirmelerini istedi. O taşı emip, birkaç yudum da sıcak, ekşi çorbadan içince tekrar kendine geldi.

      Bu arada masaya çeşit çeşit yiyecekler kondu, aynı zamanda Xifeng’a da gönderildi, o da aynı şekilde karşılık verdi. Baoyu ve kızlar bir şeyler atıştırdıktan sonra küçük gruplara ayrıldılar, kâh ayakta kâh oturarak oyalandılar. Bazıları da dışarı çıkıp şakayıkların keyfini çıkardı ya da gölün kıyısındaki parmaklıklara dayanıp suda yüzen balıkları seyrettiler. Tanchun ile Baoqin içeride go oynuyorlar; Baochai ile Xiangyun onları seyrediyorlardı. Daiyu ile Baoyu dışarı çıkıp kendilerini çiçekli bir kameriyede buldular, orada durup hararetli bir sohbete daldılar. Herkes böyle bir şeylerle meşgulken, Lin Zhixiao’nın karısı ve grubu yine geldiler. Bu sefer yanlarında gözü yaşlı, kederli bir kadın vardı. Çardağın merdivenlerine geldiklerinde kadın daha fazla ilerlemeden, oracıkta dizlerinin üzerine çöküp başını yere vurmaya başladı. O sırada Tanchun, go tahtasına dikkatle bakarken, bir sonraki hamlesini düşünerek bir eliyle de kutudaki taşları yokluyordu. Taşlarından birisi tehdit altındaydı;