Bana silahınızı veriniz; silahınız mı, bıçağınız mı vardı, tabancanız mı vardı, artık her neniz varsa…”
“Bundan başka silahım yoktur.”
“Acayip! Yarım metre şişe karşı bastonla mı korundunuz?”
Komiserin bu sorusuna orada birikmiş olan halkın şahitliği cevap yerine geçti. Zaten Andre’nin ölümcül bir şişe karşı sıradan bir bastonla karşı koyuşu birikmiş kalabalığa hayret verdiği gibi polis komiseri de şaşırmıştı.
Andre’yi de, Leon’u da komiser efendi önüne katıp merkeze götürdü. Orada ilk ifadelerini kayda alarak raporlarını düzenledikten sonra ikisini bir arabaya bindirip yanlarına bir de polis vererek başkomiserliğe gönderdi. İş, adam öldürmeye girişim olduğundan Mösyö Leon gözaltına alındı.
Sözü uzatmayalım; Andre her ne kadar davasından tamamıyla vazgeçerek Leon aleyhine sürdüreceği hiçbir davası olmadığını sorgu hâkimine bildirdiyse de savcı bu konuda genel hukuk uyarınca bir iddianame hazırladı. Yapılan yargılanma sonucunda Leon üç sene boyunca prangaya mahkûm edildi.
Köprü üzerinde Andre ile Leon’un vuruştukları süre boyunca Madam Tonak ile kızı Stefani’nin şöyle bir kenara gizlenerek çatışmayı seyrettiklerini mi tahmin edersiniz?
Böyle bir tahmin boştur. Kadınlar kendilerine sarkıntılık eden delikanlının elinden kurtulur kurtulmaz bir arabaya binerek soluğu evlerinde almışlardı.
Hatta ikisi de korkunun çok büyük bir etkisine kapılmış olduklarından derhâl doktor çağırmak zorunda kaldılar. Ailenin öteden beri yardımına koşan doktor, ana ile kızın ikisine de tanıyı koyup gereken ilaçları ve müdahaleleri yaptıktan sonra yanlarından ayrılmayarak epeyce bir zaman da babacan öğütlerle iyileşmeleri için uğraş verdi.
Akşam vaktinin yaklaşmasıyla biraz sonra Madam Tonak’ın eşi ve Stefani’nin babası Pol Tonak da eve gelince ve o gün başlarından geçenler kendisine anlatılınca Leon aleyhine dava açmaya kadar ileri gideceğini söyleyerek hiddet ve gazaplandıysa da hanımı, henüz köprü üstündeki kavganın sonucunun ne olduğunu öğrenmeksizin bu hiddete gerek olmadığını, gerçekten melekçe bir yumuşaklık ve hoşgörüyle kocasına anlatarak çaresiz Pol Tonak’ın sinirini yatıştırmakta başarılı olabildi.
Gerek Madam Tonak’ın ve gerek Matmazel Stefani’nin o akşamı nasıl heyecanlı bir hâlde geçirmiş olduklarını okuyucularımız tahmin edebilirler. Çünkü iki delikanlının birbirine düşmesine sebep olmak, namus ve onurunu bilen kadınlardan hiçbirisinin hoşuna gidecek bir şey olmayıp, özellikle de, imdatlarına yetişen delikanlının silahı da bulunmadığından, iki tarafın silah bakımından var olan şu birbirlerine denklikleri çok fazla yürekler acısı olacak bir facia sonucunu doğurabilirdi.
Sabah olup da gazetelerde Eyena Köprüsü üzerinde birisi şişli ve diğeri bastonlu iki adamın çatışmasında, bastonlunun o şiş hamlelerine karşı kendisini çok güzel savunduğu, polisin de olay yerine yetişmesiyle köprü üzerine bir damla kan damlamaksızın ikisini de alıp götürdüğü yazısını okudukları zaman, aslında Andre’nin elinden bir değil birkaç damla kan damlamışsa da işin burasını kadınlar bilmeyerek, en fazla korkulması lazım gelen korkunç sonuç ihtimalinin ortadan kalkmış olmasına memnun olmuşlardı. Fakat resmî soruşturma uzun uzadıya devam edecek olursa herkesin ağzında destan olmanın endişesiyle kalmışlardı.
Hâlbuki sorgulanma sırasında Mösyö Andre Gocafo, savunulmaları için canını tehlikeye koyduğu kadınların ne kendi isimlerini ne de ailelerinin isimlerini bilmediğini, onları yalnız başlarına korunmasız yakalayarak zor duruma düşüren saldırıdan kurtarmak için hasmını durdurmaya kalkıştığını söylemişti. Leon da ömründe hemen hemen ilk defa olmak üzere terbiyelice bir hareket etmek isteyerek, şu yargılanışında o kadınların ismini açıklamaya kanunen gerek olmadığını ve eğer kadınlar kendisini dava etmek isteyecek olurlarsa mahkemeye başvurmakta kararın kendilerine ait olduğunu söylediğinden, Madam ve Matmazel Tonak’ın isimleri mahkeme kayıtlarına geçmediği gibi, gazetelerin sayfalarında da yayınlanmamıştır.
Bu durumu Madam Tonak, kocasını dava açmaktan alıkoymak için güzel bir fırsat olarak gördü ve dedi ki:
“Efendi! Ticari işlerimiz dolayısı ile milletin ağzına dedikodu sermayesi olmamız yetmiyor mu ki bir de bu mahkeme ile kendimizi gözler önüne serelim?
Hazır iki delikanlının ikisi de ismimizi meydana koymadılar. Böylece, Leon tarafından gördüğümüz şu sarkıntılığı kendi şanssızlıklarımızdan biri olarak görüp hiç sesimizi çıkarmasak daha iyi etmiş oluruz.”
Pol Tonak, eşinin bu öğüdünü kabul ile Leon aleyhine dava açmak sevdasından vazgeçse de Paris’in merakta uzman mösyöleri ve özellikle de madamlarının, ağızdan kulağa geçen haberler cinsinden olarak bu sırrın aslına ulaşmış oldukları şüphesizdir.
Eyena Köprüsü olayından dört gün sonra o korkunç olayın etkisi Madam Tonak ile Matmazel Stefani’nin üzerinden tamamen kalkmıştı. Ana ile kız salonda oturup bir taraftan el işleri ile meşgul olurken, diğer taraftan şöyle bir söz de açtılar:
Madam Tonak:
“Hakkımızda koruyuculuğunun imkânlarını esirgememiş olan şu delikanlının kim olduğunu anlamadık da, onu merak ediyorum. Köprü üzerinde kendi isminin Andre Gocafo olduğunu söylediği gibi mahkemede de adını öyle kaydettirmiş.”
Stefani:
“Evet! Öyle kaydettirmiş. Delikanlının yüzünü başka kereler de görmüşüm gibi geliyorsa da nerede gördüğümü bir türlü hatırıma getiremiyorum.”
“Fakat her hâlde sevimli bir yüz, değil mi kızım?”
Stefani’nin yüzü kızardı. Annesi bu duruma dikkat ederek dedi ki:
“Bunda yüz kızaracak ne var? Galiba çocuğun fedakârlığı seni etkiledi, öyle mi?”
“Pek de etkisiz kalmadı anneciğim.”
“Tuhafsın Stefani! Sana bu kadar delikanlı düşkünlük göstersin, hiçbirisini beğenmeyesin de bu esmer çocuğu beğenesin!”
“Beğenip beğenmememin ne önemi olabilir? Şu kadar ki, bizim kim olduğumuzu tanımaksızın ve hatta yüzümüzü bile görmeksizin bizi korumak için canını tehlikeye atması, elbette karakterinin yüceliğine şahitlik eder.”
“Acaba kendisine borçlu olduğumuz teşekkürü etmek için bu delikanlıyı nerede bulabiliriz?”
“İşte orası zor. Aslında poliste kaydı bulunması gerekirse de onu da kim arayıp inceleyecek?”
“Babanın görevi değil mi?”
“Hayır! Babama bu görevi yüklemeyi hiç canım istemiyor. Zavallı babacığımın kendi derdi kendisine yetişiyormuş gibi…”
“O bizim kim olduğumuzu bilseydi kendisi gelir bizi bulurdu.”
“Bunu da ümit edelim. Çünkü mahkemede verdiği ifadeye göre bizi hiç tanımıyormuş, sadece genel görgü kurallarına uymayan Leon’a görgü kurallarını tanıtmak için müdahalede bulunmuş.”
“O hâlde demek oluyor ki delikanlının sende yarattığı etki de birkaç gün içinde söner gider.”
Kız bu son söze karşılık hiçbir şey söylemedi. Annesi ise hemen o saatten başlayarak kızdan Andre hatırasını silmeyi gerek gördüğünden sözü başka taraflara saptırarak akşamı ettiler.
III
Hikâyemizin bu ilk kitabının ilk bölümü, romanımızın geçtiği zamanı