tehlikesi daha da tahrik ediyordu onu; hemen bisküvilerin üzerine saldırdı. Nedenini bilmeden İmparator’un elinden düşmüş bisküvilerinden birini mutlaka alması gerektiğini hissediyordu; hiçbir şey, bu isteğini gerçekleştirmekten alıkoymamalıydı onu! İleri atıldı, bir bisküviyi ele geçirmeye çalışan ihtiyar bir kadını yere yıktı. Düşmüş olmasına rağmen kendini mağlup saymıyordu ihtiyar kadın, bisküvilere uzandı ama yetişmedi. Pet-ya, diziyle ihtiyarın koluna vurup bir yana itti onu ve geç kalmaktan korkar gibi “Hurra!” diye bağırdı.
Ama sesi kısık çıkıyordu artık.
İmparator gittikten sonra halkın büyük bir bölümü dağıldı.
“Bekleyelim demedim mi? Bak, dediğim çıktı işte!” diye sevinçle söylenen sözler duyuluyordu.
Çok mutlu olmasına rağmen eve gitmek ve bugünün verdiği tadın sona erdiğini görmek, Petya’nın yüreğini üzüntüyle dolduruyordu. Petya, eve değil; kendisi gibi askere yazılmaya çalışan on beş yaşındaki arkadaşı Obolenski’ye gitti. Eve dönünce de izin verilmezse kaçacağını kesin olarak açıkladı. Ertesi gün Kont İlya Andreyiç; oğlunun isteğine büsbütün boyun eğmemekle birlikte, onu tehlikesiz bir göreve yerleştirmek için imkânlar araştırmaya başladı.
XXII
Üç gün sonra, ayın on beşinde, sabah saatlerinde, Slobodski Sarayı’nın önünde sayısız araba duruyordu.
Salonlar doluydu. Birincisinde üniformalı soylular, ikincisinde mavi kaftanlı ve madalyalı tacirler toplanmıştı. Soyluların bulunduğu salon gürültülü ve hareketliydi. Hükümdar’ın portresinin altında bulunan masada, yüksek arkalıklı sandalyelere en yüksek rütbeden kimseler oturmuştu.
Piyer’in bazen kulüpte, bazen evlerinde beraber olduğu bu soyluların kimi Katerina çağı kimi Pavlof çağı kimi yeni Aleksandr çağı üniforması kimi de soyluların genellikle giydiği üniformayı giymişti ve bu üniformalılar topluluğu; ihtiyar, genç, birbirinden farklı ve tanıdık bu kişilere, garip ve çarpıcı bir görünüm kazandırıyordu. Gözleri iyi görmeyen, dişsiz, dazlak, yağlı, buruşuk ya da zapzayıf ihtiyarlar özellikle dikkati çekiyordu. Bunların çoğu yerlerinde oturuyorlardı; yalnızca, gezmek ya da konuşmak istediklerinde gençlere yaklaşıyorlardı. Bütün bu yüzlerde insanı şaşırtan şey, Petya’nın alandaki kalabalıkta gördüğü yüzlerdeki gibi birbirini tutmayan ilgileri ve uğraşları olduğunu gösteren çizgilerdi. Yüce bir şeyi bekleme ifadesinin altından günlük endişeler; bir Boston oyunu partisine, işçi Petroşka’ya, Zinayda Dimitriyevna’ya ilişkin düşünceler kendini belli ediyordu.
Piyer, vücudunu sıkan daralmış soylu üniformasıyla sabahtan beri salonda bekliyordu. Heyecanlıydı; bu olağanüstü toplantı, yalnızca soyluları değil; tacirleri -çeşitli zümreleri, yani Etats Generaux’yu- de bir araya getiren bu kalabalık, uzun zamandır üzerinde durmadığı ama benliğinin derinliklerine işlemiş olan Contrat Social’den55 ve Fransız Devrimi’nden kaynaklanan bir yığın düşüncenin zihninde canlanmasına yol açıyordu. İmparator’un, bildirideki halkla “görüşmek” üzere geleceğine ilişkin olan ve Piyer’in dikkatini çeken sözleri, şu andaki duygularını pekiştiriyordu. Çoktandır beklediği bir şeyin bu doğrultuda gerçekleşeceği kanaatiyle salonda dolaşıp duruyor, gözlemler yapıyor, söylenenlere kulak kabartıyor ama düşüncelerine uygun düşecek hiçbir şeyle karşılaşmıyordu.
İmparator’un heyecan uyandıran bildirisi okunduktan sonra öbek öbek toplandılar ve konuşmaya başladılar. Her zamanki konular dışında, İmparator içeri girince en yüksek soyluların nerede duracağı, şeref balosunun ne zaman verileceği, ilçe ilçe mi ayrılmak gerekeceği, yoksa il olarak bir arada bulunmanın mı doğru olduğu vs. üzerinde konuşulduğunu duydu Piyer. Ama savaşa ve soyluların toplanmasının amacına değinildiğinde konuşmalar kararsız ve belirsiz bir nitelik kazanıyordu.
Emekli deniz subayı üniforması giymiş, yakışıklı, mert tavırlı, orta yaşlı bir adam salonların birinde bir kalabalık arasında konuşuyordu. Piyer yaklaşıp kulak kabarttı. Katerina çağına özgü Voyvoda56 kaftanıyla ve yüzünde tatlı bir tebessümle herkesi tanıdığı kalabalık içinde dolaşıp duran Kont İlya Andreyiç de bu topluluğa yaklaştı. Her zamanki gibi gülümseyerek ve konuşmacının sözlerini onayladığını belirten baş hareketleriyle söylenenleri dinlemeye koyuldu. Emekli deniz subayı, lafını esirgemeden konuşuyordu. Onu dinleyenlerin yüzlerinden ve Piyer’in en uysal ve yumuşak kimseler olarak tanıdığı insanların oradan uzaklaşmalarından anlaşılıyordu bu. Piyer, yol açarak topluluğun içine iyice sokuldu. Konuşanın, gerçekten bir liberal ama kendisinin olduğundan bambaşka anlamda bir liberal olduğunu anladı. Deniz subayı, seçkin kimselerin tınılı ve olgun bariton sesiyle, “r”leri hoş bir şekilde boğarak ve sessiz harfleri yutarak sefahate ve emretmeye alışık kimselerin “Gason, si-aram” filan demeleri gibi konuşuyordu:
“Smolensk soylularının İmparator’a milis kuvvetleri kurma teklifinin ne önemi var? Onların yaptığı bizim için yasa mıdır? Moskovalı soylular, gerekli görülürse İmparator’a bağlılıklarını başka bir şekilde gösterebilirler. 1807 yılındaki milis unutuldu mu? Ama bu; hırsızları, yağmacıları zengin etmekten başka işe yaramadı!”
Kont İlya Andreyiç, tatlı tatlı gülümseyerek başını salladı.
“Milislerimizin ülkeye bir yararı oldu mu? Hayır. Çiftliklerimizi mahvettiler, o kadar! Asker toplamak daha iyi… Yoksa savaştan geri dönen, ne bir asker ne de bir köylü niteliği taşıyacak; yalnızca bir sefih olacak. Hepsi bu! Soylular kanlarını dökmeye hazırdır. Kura askeri de getiririz. İmparator’un bize çağrıda bulunması yeter, hepimiz ölürüz onun yoluna…” diye ekledi subay heyecanlanarak.
İlya Andreyiç hoşnutlukla yutkundu, dirseğiyle Piyer’i dürttü. Ama Piyer de bir şeyler söylemek istiyordu. Nedenini bilmediği bir heyecan duyarak ve ne söyleyeceğini de bilmeden ilerledi. Tam ağzını açacağı sırada, deniz subayının yanında duran zeki, sert yüzlü ve tamamen dişsiz bir senatör engelledi onu. Tartışmada büyük ustalığı ve tecrübesi olduğu belliydi. Alçak ama iyice duyulan bir sesle “Sanıyorum ki beyefendi…” dedi dişsiz ağzını oynatarak. “Buraya, ülke için en yararlı şeyin kura askeri mi milis mi olduğunu tartışmak için çağrılmadık. İmparator’un bizi onurlandıran bildirisine cevap vermek için çağrıldık. Kura askeri mi milis mi elverişlidir tartışmasını yüksek kata bırakalım…”
Heyecanını boşaltacağı bir yer bulmuştu Piyer. Soylularla görüşme konusunu çok dar ve kalıplaşmış bir şekilde ele almaya kalkan senatör öfkelenmişti. İlerleyip senatörün sözünü kesti. Ne söyleyeceğini bilmiyordu ama heyecanla, araya Fransızca sözler de karıştırarak kitabi bir Rusçayla konuşmaya başladı:
“Özür dilerim Ekselans…” dedi. (Bu senatörü iyi tanırdı ama burada kendisine resmî bir şekilde davranmayı daha uygun görmüştü.) “Her ne kadar bu beyle aynı görüşte değilsem de…” Ne söyleyeceğini şaşırdı. “Mon tres honorable preopinant.”57 demek istedi. “Bu beyle -que jc n’ai pas l’honneur de connaîire-58 öyle sanıyorum ki soylular sınıfı buraya, yalnızca coşkusunu ve bağlılığını dile getirmek için değil ama aynı zamanda, ülkeye yararlı olacak önlemleri tartışmak için de çağırıldı. Öyle sanıyorum ki…” Daha da heyecanlanarak devam etti: “İmparator, bizleri, fikir danışılacak kimseler olarak değil de yalnızca hizmetine vereceğimiz köylülerin sahibi ve… Chair â canon59 olarak karşısında bulsaydı,