danışman ve plan da birinci ordunun enerjisinin boşa harcanmasına ve geri çekilmesine yol açıyordu.
Drissa ordugâhında direnmeyi tasarlıyorlar ama başkomutanlığa göz koyan Paulucci’nin enerjisi, Aleksandr’ı etkiliyor; Pfuhl’un planı tamamen bir yana bırakılıyor; bütün sorumluluk Barclay’a veriliyor ama güven veren bir kimse olmadığı için yetkileri sınırlandırılıyordu.
Ordular bölünmüştü, tek komuta yoktu; Barclay sevilmiyordu fakat bu karışıklık, bölünmüşlük ve Alman Komutan’ın sevilmemesi, bir taraftan kararsızlığı (ordular bir arada bulunsa, Komutan Barclay olmasa kaçınılması imkânsız olan), savaştan çekinmeyi; diğer taraftan Almanlara karşı gittikçe artan hoşnutsuzluğun, vatanseverlik ruhunun uyanmasını doğuruyordu.
Sonunda İmparator ordudan ayrılıyor, ayrılması için biricik ve en uygun bahane olarak bir halk savaşı hazırlamak için başkentlerde milleti heyecanlandırıp coşturması gerektiği düşüncesi ileri sürülüyordu. İmparator’un Moskova’ya gidişi de Rus ordusunun gücünü üç kat artırıyordu.
Başkomutan’ın komuta yetkisini engellememek için İmparator ordudan ayrılıyor, çok da kesin önlemler alınacağı umuluyor ama Başkomutan’ın durumu daha da güçleşiyor ve zayıflıyordu. Bennigsen, Büyük Prens ve bir yığın general yaver; Başkomutan’ın hareketlerini kollamak, onu yüreklendirmek için orduda kalıyorlardı. Bütün bu “Çar’ın gözleri” altında Barclay; daha çekingen davranıyor, kesin hareketlerden ve savaştan kaçınıyordu. Büyük Prens ise onun hıyanet ettiğini üstü kapalı da olsa ileri sürmekten kaçınmıyordu. Lübomirski, Branitski, Vlotski ve başkaları da bu gürültüleri öylesine körüklüyorlardı ki Barclay; İmparator’a belge götürmeleri bahanesiyle Polonyalı general yaverleri Petersburg’a sepetliyor, Bennigsen’le ve Büyük Prens’le açık bir çatışmaya giriyordu.
En sonunda, Bagration’un isteğine rağmen ordular Smolensk’te birleşiyorlardı.
Bagration; Barclay’ın bulunduğu binaya arabasıyla geliyor, Barclay resmî başlığını takıp onu karşılamaya çıkıyor, kendisinden rütbece büyük olan Bagration’a tekmil veriyordu. Bagration, istemeye istemeye ve rütbece yüksekliğine rağmen Barclay’ın komutasına giriyor ama bundan sonra onunla daha az uyuşuyordu. İmparator’un emri gereği ona kişisel raporlar gönderen Bagration şöyle yazıyordu:
Hükümdar’ımın isteklerine rağmen nazırla (Barclay’a böyle diyordu.) bir arada yapamıyorum. Bir alay komutanlığına da olsa buradan başka bir yere gönderin beni lütfen. Burada duramam, bütün karargâh Almanlarla dolu; bir Rus’un yaşaması imkânsız burada ve bir işe de yaramaz bu. Hükümdar’a ve yurda hizmet ettiğimi düşünüyordum ama Barclay’a hizmet ediyorum aslında. Doğrusu, bunu yapmak istemiyorum.
Baranitskiler, Wintzingerodeler ve benzerleri; yüksek komutanların arasını daha bozuyorlar, birlik ve beraberlik daha da zayıflıyordu. Fransızlar, Smolensk önlerinde saldırıya hazırlanırken mevzileri teftiş için bir general gönderiliyor; Barclay’dan nefret eden bu general, kolordu komutanı olan bir dostunun yanına gidiyor; orada bir gün kaldıktan sonra, gezip görmediği elverişli savaş alanını en ince noktalarına kadar ele alıp eleştiriden geçiriyordu.
Gelecekteki ve elverişli savaş alanı üzerinde tartışmalar yapılırken, entrikalar çevrilirken ve Fransızları arayıp ileri hatlarının bulunduğu yer konusunda aldandığımız sırada onlar, Neverovski Tümeni’yle karşılaşıyorlar ve Smolensk surlarına kadar ilerliyorlardı.
Ulaşım yollarımızı güvenceye almak için Smolensk’te beklenmedik bir savaş vermemiz gerekiyordu. Savaş veriliyor ve her iki taraftan binlerce insan ölüyordu.
Smolensk, İmparator’un ve bütün halkın isteğine aykırı olarak terk ediliyordu. Ama kenti, valileri tarafından aldatılan halkın kendisi yakıyordu. Ve Rusya’nın geri kalan bölümüne bir örnek olan bu yersiz yurtsuz insanlar, kaybettiklerini düşünerek ve yürekleri düşmana duydukları kinle kabarmış hâlde Moskova’ya gidiyorlardı. Napolyon ilerliyor, biz çekiliyorduk ve böylece Napolyon’u yenilgiye uğratacak durum ortaya çıkıyordu.
II
Oğlu evden ayrıldıktan sonra, ertesi gün, Prens Nikolay Andreyiç; Prenses Mariya’yı yanına çağırdı.
“Memnun musun şimdi?” dedi. “Oğlumla aramı bozdun işte, bundan başka şey de istemiyordun zaten. Oldu mu?.. Benim için, ihtiyar ve güçsüz bir insan için ne acı şey! Demek, gönlün buna razı oldu. Artık sevin, sevin!”
Bundan sonra bir hafta boyunca babasını görmedi Prenses Mari-ya. İhtiyar Prens hastaydı ve çalışma odasından çıkmıyordu.
Babasının, bu hastalığı sırasında Matmazel Bourienne’i de yanına kabul etmediğini ve kendisine yalnızca Tihon’un bakmasına izin verdiğini şaşırarak fark etmişti Prenses Mariya.
Prens bir hafta sonra odasından çıktı, eski hayatına başladı yeniden; özel bir çaba harcayarak yapı ve bahçe işleriyle uğraşıyordu. Matmazel Bourienne’le arasındaki bütün eski ilişkileri de kesmişti. Mariya’ya karşı takındığı soğuk tavırla, “Görüyor musun işte; günahıma girdin, Fransız kızıyla ilişkim konusunda Prens Andrey’e yanlış bilgi verdin, oğlumla aramı bozdun; bana sen de gerekli değilsin, bu Fransız kızı da!” demek istiyor gibiydi.
Prenses Mariya; günün yarısını Nikoluşka ile geçiriyor, derslerini kontrol ediyor, Rusça öğretiyor ve müzik dersi veriyordu ona. Arada Desalles’le konuşuyor; günün geri kalan bölümünü de yaşlı dadıyla, kitaplarla ve kimi zaman arka kapıdan ziyaretine gelen din adamlarıyla geçiriyordu.
Prenses Mariya da savaş konusunda bütün öteki kadınlardan farklı düşünmüyordu. Cephede bulunan kardeşi için korkuyor ve hiçbir anlam veremediği insanların birbirlerini öldürmeye varan gaddarlıklarından dehşete düşüyordu. Ama kendisine daha eski savaşlardan farksız görünen bu savaşın önemi hakkında hiçbir fikri yoktu. Savaşın gelişmeleri ile yakından ilgilenen ve bu konudaki düşüncelerini kendisine açan Desalles; din adamlarının, Deccal’in gelişine ilişkin halk arasında yaygınlaşan söylentileri dehşet duyarak açıklamalarına ve artık Prenses Drubetskaya olan ve kendisiyle yeniden yazışmaya başlayan Jüli’nin Moskova’dan yurtseverlik dolu mektuplar göndermesine rağmen böyle bir fikir edinemiyordu.
Bir mektubunda şöyle diyordu Jüli:
Sevgili Dostum,
Size Rusça yazıyorum. Çünkü Fransız olan her şeyden nefret ettiğim gibi dillerinden de nefret ediyorum. Moskova’da hepimiz, İmparator’umuzun getirdiği coşkuyla doluyuz.
Zavallı kocam, Musevi lokantalarında eziyet ve açlık çekiyor. Ama ondan aldığım haberler, daha da yüreklendiriyor beni.
İki oğlunu kucaklayarak “Onlarla öleceğim ama yılmayacağız biz!” diyen Rayevski’nin kahramanlığını duymuşsunuzdur şüphesiz. Gerçekten de bizden iki kat fazla düşman karşısında sarsılmadık. Vaktimizi her zamanki gibi geçiriyoruz ama savaşta olması gerektiği gibi. Alina ve Sophie bütün gün benimle birlikte. Biz, yaşayan kocaların bahtsız dulları, sargı bezleri hazırlarken tadına doyum olmaz konuşmalar yapıyoruz. Bir de siz burada olsanız…
Prens Mariya’nın bu savaşın önemini kavrayamamasının başlıca nedeni, İhtiyar Prens’in savaştan söz etmemesi ve savaştan söz açtığı zaman Desalles’le sofrada alay etmesiydi. Prens o kadar kendinden emin ve sakindi ki Prenses Mariya hiçbir şey düşünmeden inanıyordu ona.
Temmuz ayı içinde durup dinlenmeden çalıştı İhtiyar Prens, yeni bir bahçe düzenledi ve hizmetçiler için yeni bir bina yaptırttı. Prenses Mariya; babasının az uyumasından, çalışma odasında her gün