Corci Zeydan

Fergana Güzeli


Скачать книгу

bu ismi işitince kalbi çarpmaya başladı. Gözlerinde bir parıltı meydana geldi. Hizran, hanımının bu hâlinden hemen faydalanmak istedi:

      “Hanımcığım! İnkâra imkân yoktur. Gözlerin açıktan açığa şahittir. Ay Toldı’yı seviyorsunuz.”

      Cihan, mürebbiyesinin bu muhabbeti uygun görüp göremeyeceğine dair belirteceği hisleri anlamak maksadıyla cevap vermedi. Hizran o manidar sessizliği anladı:

      “Hiç şüphe yok. Ay Toldı güzel bir delikanlıdır, cesur ve cengâverdir.”

      “Onu nasıl bulduğunu bana söylemiyorsun.”

      “Hanımcığım, söyledim ya! Yiğit ve cesur, güzel bir delikanlıdır. Ne Fergana’da ne Türkistan’da ne de İran’da onun gibi yakışıklı ve bahadır bir genç vardır.”

      “Peki, onun cesur ve güzel bir delikanlı olduğunu anladım. Ondan başka daha ne biliyorsun?”

      Hizran fikrini açıktan açığa söylemek istedi fakat hâl ve mevkisini, Cihan Hatun’u düşünerek sessizliği tercih etti. Cihan sakin bir ses ve sağlam bir tavırla sessizliği bozdu:

      “Anneciğim! Açıkça söyle. Hiçbir şeyden çekinme.”

      “Soy meselesi olmasa dünyada Ay Toldı’dan daha iyi bir genç yoktur derim fakat Fergana’da onun aslını, soyunu bilen yoktur. Hatta kendisi de babasının kim olduğunu bilmez.”

      Cihan ciddi bir tavır aldı. Omuzunda bulunan yayın şeklini düzeltmekle uğraşarak:

      “Halk kendisi için ne diyor?” dedi.

      “Kendi şahsı hakkında hiç kimse kusur bulmuyor. Güzel, sevimli, cengâver, gururlu ve ciddiyet sahibi bir delikanlıdır. Buldukları kusur, onun soy ve neslinin belli olmamasıdır.

      Ben onun annesini Fergana’ya geldiğinden beri tanırım. O zaman genç bir kadındı. Ay Toldı’yı küçük bir çocuk olarak beraberinde getirmişti. Bu genç kadın pek güzeldi. Fergana’da birkaç kişi onunla evlenmek istedi fakat kendisi fakir olmasına ve ihtiyacına rağmen kabul etmedi. Çocuğunun terbiyesiyle uğraşmak istiyordu. Bütün kuvvetini Ay Toldı’nın yetişmesine ve terbiyesine sarf etti. Baban kadının bu hâlini işitince yanına çağırdı. Geçmiş hayatı hakkında sorular sordu. Kadın ilk başta cevap vermek istemedi. Sonra bilgi verdi. Kendisi saf Türk’müş. Türkistan Çölü’nde henüz pek küçük yaştayken validesinin kucağından kapmışlar. Irak’a götürmüşler. Orada bir esir tacirinin hanesinde büyümüş. Nihayet Irak halkından birine satmışlar. Orada bir müddet kaldıktan sonra efendisi kendisini azat ederek nikâhı altına almış. Kocası bir müddet sonra vefat etmiş. Kendisi hamile kalmış. Daha sonra çocuğu doğunca terbiyesiyle uğraşmak istemiş. Pederin bu sözlere inanmadı çünkü pek belirsizdi. Tecrübe etmek istedi. Kendi adamlarından bazılarına varmasını teklif etti. Kabul etmedi. Kendisini bu hususta mazur göstermek istiyordu. Bunun üzerine pederinizin şüpheleri bir kat daha arttı. Bununla beraber kendisini konağınızın yanında oturttu. Ona erzak ve nafaka sağladı. Bu kadın terzilik biliyordu. Daha sonra göz ağrısına uğradı. Gözleri büsbütün görmez oldu. Artık çalışamıyordu. Babanızın evinde kaldı. Bunu bilirsiniz. Oğlu Ay Toldı ise binicilik, nişancılık öğrendi. Pek asil ve necip, büyük büyük meziyetler göstermeye başladı. Baban onu kendi adamları sırasına aldı. Onu seviyor, iktidar ve liyakat gösteriyordu. Bundan birkaç sene önce Bağdat Halifesi’nin Araplardan ve İranlılardan güvenliği kalmamıştı. İranlılar, hükûmeti onun elinden almak istiyorlardı. Halife, Fergana ve varoşlarından gönüllü asker toplattırdı. Ay Toldı kendisini asker yazdırarak Halife’nin hizmetine koştu. Ben ta o zaman aranızda meydana gelen şimdi saklamak istediğin karşılıklı sevgiyi ve muhabbeti anlamıştım. Şaşırdığım bir şey varsa o da onun buradan uzaklaşma isteğidir. İhtimal ki bu delikanlı mevkisi ve asaleti itibarıyla aranızdaki büyük farkı göz önüne alarak ve yas tutarak buradan gitmiştir.”

      Hizran söz söylerken Cihan büyük bir şok ve cezbeyle onu dinliyordu. Söz buraya gelince Cihan cevap verdi:

      “O, Halife Mu’tasım’ın yanına gönüllü asker yazıldıysa iktidar ve liyakat sahiplerinin ehliyet ve meziyeti ancak o gibi mevkilerde kendisini gösterir diye yazıldı. Seni kuşatan şeyin hemen aynısı onu da sarmıştı. Kendisini bana denk ve layık değil zannediyordu. Hâlbuki ben, onu kendimden yüksek görüyorum çünkü bir insanın değeri sahip olduğu çiftlikler, mülkler, giydiği elbiselerle değil; sahip olduğu vasıflar ve kahramanlık hikâyeleriyle değerlendirilir. Sen de başkaları da onun bu vasıfları ve hikâyeleri olduğunu söylüyorsunuz. Kendisini bana layık görememesi de bir özelliktir. Onun için Bağdat’ta Müslümanların yanında askerlik etmek istedi ki orada düşündükleriyle, kendi yaptıklarıyla yüksek yerlere ulaşsın. Aramızda fark kalmasın. Hiç şüphe etmem. O, orada en yüksek askerî rütbelere ulaşacaktır çünkü her gün işitiyoruz. Halife’nin bu memleketlerden, köle sınıfından satın alarak terbiye ve asker ettiği kimselerden oralarda büyük büyük serdarlar çıkıyor. Ay Toldı gibi bir babayiğidin böyle yüksek mevkileri kazanması güç şey midir?”

      Cihan bu sözleri söylerken kalbinin vuruşundan, hislerinin baskısından dili kekeler gibi oluyordu.

      Hizran, hanımının açık konuşmasından ve sözlerinden, açıkça Ay Toldı’ya büyük bir aşk ve muhabbet bağladığını anlıyordu. Hanımının kendi fikrinde, sözünde pek sebatkâr olduğunu bildiğinden ona doğrudan doğruya muhalefeti uygun bulmadı. Dedi ki:

      “Ay Toldı’nın Mu’tasım’ın ordusunda yüksek bir mevki kazanmasına şüphe yoktur ancak Fergana Gelini’nin toplumsal mevkisi büsbütün başkadır emin ol ki hanımcığım! Cihan, asker değil; taç ve taht sahibi hükümdarlara yakışır.”

      Hizran, bunu söylediği vakit sesinde öyle bir titreme vardı ki sözlerini abartılı ya da hanımın gönlünü hoş etmek için değil; inandığı gerçeği beyan için söylediğini gösteriyordu. Cihan’a düşünüp cevap vermeye vakit bırakmamak için ata binmekten yorulmuş gibi göründü. Etrafına baktı. Cihan’ın av için daha önce defalarca dolaştığı çeşitli derelere nazır bir tepenin yakınında bulunduklarını gördü:

      “Hanımcığım! Biraz rahatlamak için buraya gitmemizi uygun görür müsün? Sonra arzu ettiğin zaman tekrar atlarımıza bineriz. Senin kadar yorgunluğa dayanamıyorum.”

      Cihan başıyla uygunluk işareti gösterdi. İkisi de atlardan indiler. Seyis atları aldı. Üzerlerinde bulunan yağmurlukları tepedeki düz bir kıyıya serdi. Hanımlar, bunların üzerine oturdular. Seyis atlara yem vermekle meşgul oldu. Cihan, yanlarında bulunan iki adamı karşılarında olan vadileri dolaşıp ne gibi av bulunduğunu görerek bilgi vermeleri için gönderdi.

      5

      MEKTUP

      Hizran ile hanımı yalnız kaldıkları zaman, Hizran biraz dinlenmiş ve kendisini toplamıştı:

      “Nasıl görüyorsun? Sözlerim doğru değil mi, hanımcığım?”

      “Beni, neysem ondan iyi ve mükemmel gördüğüne şaşırmam çünkü beni kendi kızın gibi seversin. Bir anne kendi kızını o kadar emsalsiz bulur ki padişahları bile ona layık görmez.”

      “Hayır, hanımcığım! Ben abartmıyorum. Gerçek, dediğim gibidir. Ben şuna inanıyorum ki en büyük İran hükümdarları sana malik olmayı temenni ederler, senin uğrunda her fedakârlığı göze alırlar.”

      Cihan, omuzlarıyla ihtimal vermeme ve hayrete düşmüş işareti yaptı:

      “A, canım! İran hükümdarları diyorsun. Bugün İran hükümdarları kaldı mı?”

      Hizran, hanımını ikna edebileceğini