Corci Zeydan

Fergana Güzeli


Скачать книгу

Müslümanların Mecusi bir eş almalarının yasak olduğunu bilmiyor musun?”

      “Beni Müslüman olmaktan hangi şey alıkoyabilir? Müslümanlık devletin dini değil midir?”

      “O hâlde babanın ve milletinin dinini bırakmaya razı oluyorsun!”

      “Eğer bu din, benimle Ay Toldı arasında engel olacaksa evet, terk ederim. Çünkü hem bu dünyada hem öteki dünyada Ay Toldı nerede bulunursa onunla beraber bulunmak isterim. Hiçbir şekilde ondan ayrılmak istemem.”

      Cihan bu sözleri söylerken gözleri yaşardı. Çehresi tebessüm ediyordu. Hizran sözün pek ziyade uzadığını ve gayet nazik bir noktaya vardığını anladığından Cihan’ı başka şeyler ile meşgul etmek istedi, ayağa kalktı:

      “Konuşa konuşa epeyce vakit geçirdik. Hiç avlayamadık. Atına bin, ben de arkandan gelirim. Ceylanların arkasında koştuğunu gördükçe eğlenirim.” dedi.

      6

      GEYİK

      Cihan da konuşmaktan usanmıştı. Dadısının fikrini uygun buldu. Seyis’e atı, okları getirmesini emretti. Sonra av için hangi tarafı seçmek lazım geleceğini tayin maksadıyla karşıdaki dağlara baktı. İşte Cihan, etrafı böyle dikkatle gözden geçirirken pek yakında kayaların üzerinde bir geyiğin koştuğunu gördü. O vakte kadar o yerlerde, bunun gibi bir hayvana rast gelmemişti. Seyis Firuz’a bağırdı:

      “Firuz! Çabuk yayı getir.”

      Firuz derhâl yayı verdi. Cihan hızlıca yayı aldı, oku geçirdi. Kalben, kendi kendine şöyle diyordu:

      “Ben bu geyiği vurabilirsem bu başarı Ay Toldı’ya ulaşacağıma hayırlı haber olur. Vuramazsam Ay Toldı benim olmayacak demektir.’’

      O zamana kadar geyik kayanın üzerine durmuştu. Yüzünü Cihan’ın bulunduğu tarafa çevirerek bakıyordu. Cihan hemen nişan aldı. Ok yaydan çıktı. Ok, o kadar süratle gitti ki yalnız dağlaması işitildi. Hizran geyiğe bakıyor, ok atılmadan önce ürküp kaçmasından korkuyordu. Ok, geyiği vurmuştu çünkü geyik hemen yere yıkılmış, kayalar arasında bir yarığa yuvarlanmıştı. Cihan kazanma sevinciyle bağırdı:

      “Düştü, düştü!.. Mercan! Çabuk koş, getir.” dedi.

      Mercan koştu. Arkadaşıyla Seyis de onun arkasından koştular. Cihan sevinç içinde durup bakıyordu. Hizran gülerek ona yaklaştı:

      “Hanımcığım! Bu geyiği vurman beni çok sevindirdi çünkü oku aldığım zaman kalben şunu kurmuştum: ‘Bunu vurmayı başarabilirse Ay Toldı’ya kavuşacağına alamet olsun.’ demiştim. İşte başarılı olduk.”

      Cihan tebessüm etti:

      “Benim fikrimde de öyle bir niyet vardı. Hâlâ Ay Toldı’nın bana denk ve layık olmadığını söyleyecek misin?”

      Hizran gülerek şaka yoluyla dedi ki:

      “Hanımcığım! Ben sana bütün yüreğimi açtım. Bütün düşündüklerimi söyledim. Bugün Ay Toldı’yı senin için senden fazla arzu ediyorum.”

      Cihan, mürebbiyesinin bu şen ve neşeli tavrından memnun oldu. Ona sırrını açtığından dolayı kalben bir ferahlık duyuyordu. Hemen bir bağrışma koptu. Geyiği getirmeye gidenler hayvanı yerde süründürerek çekip getiriyorlardı. Cihan derhâl o tarafa koştu. Geyik ölmüştü. Hiçbir tarafı kımıldamıyordu. Cihan, geyiğin tek bir okun isabetiyle hemen can vermiş olmasını garip gördü. Hayvanı inceledi. Kendisinin attığı ok geyiğin böğrüne saplanmış duruyordu fakat geyiğin göğsüne bir diğer ok saplanıp kalmıştı:

      “Hayvana iki ok isabet etmiş. Hâlbuki ben yalnız bir ok attım. Geyiğin göğsündeki ok, yabancı bir oktur.” dedi.

      Okun çıkarılmasını Mercan’a emretti. Mercan güçlükle oku çıkardı:

      “Geyiği öldüren işte bu oktur.” diyerek oku Cihan’a verdi. Cihan oku elinde evirip çevirdi. Okun üzerinde Arapça bir yazı vardı. Cihan Arapça biliyordu. Okudu, Ay Toldı ismi yazılıydı!

      “Ay Toldı… Ay Toldı! Okun üzerinde Ay Toldı ismi yazılı!”

      Mercan da yaklaşıp baktı. O da Arapça okuyordu:

      “Gerçekten Ay Toldı ismi…”

      Cihan bu tesadüften şaşaladı. Hizran’ın yüzüne bakakaldığı hâlde hizmetkârlara hâlini belli etmemek için kendisini zor tutuyordu. Geyiği bir tarafa alıp boğazlamalarını emretti. Sonra Hizran ile yalnız kalınca:

      “Bu tesadüfe ne dersin? Bunu hayırlı kabul ettim.” dedi.

      “Anlaşılıyor ki Ay Toldı buraya yakın bir yerde bulunur. Bu onun okudur. Geyiğe atmış. Geyik yarasının içinde oku taşıdığı hâlde uzak bir mesafeden kaçmış. Bu tarafa gelmiş. Geyikler gerçekte buradan uzak olan Siriderya taraflarında bulunur.”

      Cihan kendisini bir rüyanın tesiri altında zannediyor gibi yere bakarak düşünmeye başladı. Sonra başını kaldırdı:

      “Garip bir tesadüf… Bununla beraber yanlış bir düşünceye kapılmış olmaktan korkuyorum. Fakat hayır… Kalbimde yanlış bir düşünce yoktur. O hâlde, bu ok onunsa acaba kendisi şimdi nerede olmalıdır?”

      “Zannederim ki o Fergana’ya girmeden önce mutlaka bir suyun kenarında ordugâh kurmuştur. Bu taraflarda Amuderya’dan başka bir su yoktur. İhtimal ki bu nehrin doğu sahilinde bulunuyor.”

      “Bu dediğin sahil buradan çok uzak mıdır?”

      “Bir-iki fersah mesafededir zannederim fakat bu soruyla ne demek istiyorsun? Anlayamadım.”

      Cihan, mürebbiyesine karşı bu derece hafiflik ve zaaf eseri gösterdiğinden dolayı utandı. Sessizliği tercih etti. Elindeki yayın kayışını düzeltmekle meşgul gibi göründü. Hizran, hanımının bu hâlini ve hissiyatını anlayarak:

      “Hanımcığım! Galiba oraya gidip onunla buluşmak istiyorsun.” dedi.

      Cihan mahcup mahcup tebessüm etti. Sorduğu sorudan gerçek maksadının ne olduğunu anlamak için Hizran’ın gözlerine dikkatle baktı. Mürebbiyesinin kendisine sevgi dolu ve şefkatle baktığını görünce aynı histe bulunduğuna kanaat getirerek:

      “Onun yanına gitmemde bir sakınca görüyor musun?”

      Hizran, hanımının hislerini okşayarak ona gerçek ve şefkatli bir valide gibi muamele etmeye hâl ve mevkisini daha uygun gördü:

      “Halk senin ona bilerek gittiğini duyacak olsa ihtimal ki ondan birçok mana, boş şey çıkarır fakat biz böyle göstermeyeceğiz. Kendisini bulursak tesadüfle rast geldik zannettireceğiz fakat onun bulunduğunu ümit ettiğimiz yer, epeyce uzaktadır. Oraya güçlükle varılır. Buna tahammül etmek ister misiniz?”

      “At üzerindeyiz. Çok yorulmayız. Haydi gidelim.”

      Sonra uşaklara baktı. Onlar hâlâ uzakta, geyiği boğazlamakla meşgullerdi.

      Hizran, hanımının uşakları çağıracağını hissettiğinden kendisi daha önce davranmak istedi:

      “Firuz’u çağıralım. Yanında yürüsün. Diğerine şehrin kapısındaki alaya gitmesini ve diğer uşaklarla orada bizi beklemesini emredersin.”

      Cihan, mürebbiyesinin fikrini uygun gördü. Hizran iki uşağının bulunduğu yere doğru yürüdü. Firuz’a gel diye işaret etti. Firuz koştu, geldi. Arkadaşı hakkında Cihan’ın emrini bildirdi ve atları getirmesini emretti. Firuz, emri yerine getirdi. Atları getirdi. Cihan ile mürebbiyesi atlara bindiler. Firuz, hanımlarının nereye gideceklerini anlamaksızın yanlarında yürümeye başladı.

      Cihan,