Corci Zeydan

Fergana Güzeli


Скачать книгу

canlı değildi. O gözler, yalnız onun kendi pederine karşı büyük bir saygı beslediğini, pederini pek çok sevdiğini gösteriyordu. Pederi ise kızını görür görmez gözleri yaşla dolduğu hâlde kendisini şen ve neşeli göstermeye çalışarak kollarını kaldırdı. Cihan bu kol kaldırılmasından pederinin kendisini kucaklamak, öpmek istediğini anladı. Göğsüne doğru eğildi. Pederi onu kucakladı, öptü ve kokladı. Elleriyle saçlarını, yüzünü okşadı. Cihan, babasının öpüp koklamasından soluğunun sıcaklığını ve saçlarının sertliğini duyarak sağlığı hakkında düşmüş olduğu endişeyi, merakı yatıştırmaya ve hafifletmeye çalıştı. Kızcağız, o kadar korkmuştu ki babasını sağ göremeyeceğini zannediyordu.

      Marzban yatakta oturmak istedi. Yardım ettiler. Biraz doğruldu, kolunu yastığa dayayarak oturdu. Kızına yatak üzerinde yanında oturmasını söyledi. Cihan oturdu:

      “Babacığım! Kendini nasıl hissediyorsun?” diye sordu.

      “İnandığımız, saygı duyduğumuz Hürmüz’e dua ediyorum; iyiyim fakat o kadar ağrılar çektim, zayıflığımdan o kadar acılar duydum ki Ehremen’in9 üstün gelerek bana bir fenalık yapmasından korkuyordum fakat senin konağa döndüğünü öğrenince biraz rahatlık ve ferahlık hissettim. Dünyada tek emelim, tesellim sensin. Bunu biliyorsun. Bir daha konaktan ayrılma, seni daima yanımda görmek isterim.”

      Cihan, gözlerinden yaşlar dökmekten kendini alamadı. Soylu kız, babasını çok seviyordu. Hasta peder, kızının kederinden üzüntü duydu. Aynı zamanda vefatından sonra kızının ne olacağını düşünüyordu. Şefkatli pederiyle beraber o da ağladı. Bununla beraber kızını fazla üzüntüden korumak için kendi kederini saklamaya çalışıyordu. Cihan, babasının hislerini anladı. O da pederini, o hasta hâlde kendi acısıyla üzmek istemiyordu. Şen ve mutlu görünmeye çalışarak:

      “Babacığım! İnandığımız Hürmüz’e selamlar olsun. Sağlığınızı iyi görüyorum. Senin için ona (sanemi eliyle işaret ederek) dua edeceğim. Ondan sağlık ve selametini isteyeceğim. Yüce Hürmüz elbette duamı kabul eder.” dedi.

      “Mubez’i araması için kardeşin Saman’ı gönderdim. Mubez gelince hepimiz birlikte dua ederiz.”

      Cihan, babasının duaya önem verdiğini görünce ruhen bir ferahlama duydu. İnsan için bu gibi zamanlarda inancından başka teselliye dönüş olacak bir şey yoktu. Şiddet ve felaket zamanında akıl ve kuvvetin büsbütün âcizliği açığa çıktıktan sonra insanlara teselli, ümit veren şey inançtan ibaretti. İnanç olmasaydı insanlar bu dünyada bedbahtlıktan başka bir şey göremezlerdi. Dünyanın her noktasındaki halkın bir din ile bağlılığının olması, işte bu hikmet ve gerçeğin üzerine kuruludur. Hiçbir millet yoktur ki zayıfı kuvvetliye karşı koruyan, hiçbir şeyin fayda ve tesiri görülmeyen felaketlerde kalbe kuvvet ve ümit veren bir dine bağlı olmasın. O felaketlerde yalnız iman, manen imdada yetişir.

      Ancak bir dine mutlak nefsini teslim etmek, derin bir inanç ve kuvvet verebilir. Bunun için hakiki bir iman sahibi; felaketleri büyük bir tevekkül, samimi bir sabır ve tahammülle kabul eder. Ölümü telaşsız belki memnuniyet ve sevinçle karşılar. Halkın aklına şüphe ve zan dayanma gücünü eğmek kadar beşeriyet için zarar veren bir şey yoktur çünkü bu şüpheler onları manen öldürür, bahtiyarlıklarını büsbütün mahveder. Öyle tohum eken kimse kendisi ne kadar şüphede olursa olsun bir felakete uğradığı ya da pek değerli ve mukaddes kabul ettiği bir şeyden mahrum olma korkusuna düştüğü anda, bilinen maddi vasıtalardan başka vasıtalara iltica etmekten kendisini alamaz. O anda ister istemez bilmediği bir kuvvetten yardım diler. Görmediği ve varlığına inanmadığı bir şahsın yardımını bekler. Mevcut olan dinlerin hangisinin daha iyi olduğuna dair herkesin fikir ve görüşü farklı olabilir fakat herkes bir dine bağlıdır.

      Cihan, pederinin duaya meyil ve rağbetinden duyduğu sevinç ve iç huzuru ile sordu:

      “Mubez bu akşam bize gelecek mi?”

      Marzban, kalben bir sır saklıyormuş gibi cevap verdi:

      “Onu çağırmak için kardeşini gönderdim fakat alıp getiremeyeceğini zannediyorum. Çünkü tecrübe ile gördüm: Kardeşine her ne emretsem onun tersini yapar.” Marzban son sözleri ağzından kaçırdığından dolayı pişman olmuştu. Telafi için:

      “Kusuru yok. Mubez yarın gelse de olur.” dedi.

      Cihan babasının kendi kardeşi hakkında, o yolda öyle bir dil kullanmasından; pederinin ondan memnun olmadığını anlıyordu. Daha önce de babasından öyle bir şey hissetmişti fakat sebebini anlamıyordu. Marzban, kızının aşırı zekâ ve hızlı kavrayışını ve kardeşi hakkında kendisinin söylememek istediği şeyleri bilecek olursa üzüntü ve kederli bir hayat geçireceğini bildiği için o sırrı saklamaya son derece gayret ediyordu. Cihan ile pederi bir an sessizleşti. İkisi de yere bakarak düşünüyorlardı. Marzban birdenbire kendisini toplayarak:

      “Kızım, sevgili Cihan’ım! Odaya git, elbiseni değiştir. Sonra yemek ye. Ben biraz rahat etmek, uyumak istiyorum.” dedi. Cihan ayağa kalktı:

      “Sana bir şey lazım değil mi? Gitmeden önce yapayım, babacığım.”

      “Hayır, kızım! Şimdi bir şeye ihtiyacım yok. Yarın sabah Mubez gelince bir şeyi öğrenmiş olacaksın. Şimdi selametle git, rahat yat.”

      11

      SAMAN

      Cihan pederinin ne düşündüğünü, yarın kendisine söylenecek sırrı anlamak için büyük bir meraka düşmüştü. Pederinin hastalığını, zayıflığını dikkate alarak sırrı o anda kendisine söyletmeyi uygun görmedi. Onun Afşin’den bahsetmemesi kendisini memnun ediyor ancak o sırada babasının huzurunda bir fırsat bulup Ay Toldı’yı söyleyemediğinden üzgün duruyordu. Babasına Ay Toldı’dan bahsedecek olursa babasının onun hakkında övgüde bulunacağını, bu sayede bu evlilik hakkındaki fikrini anlayacağını ümit ediyordu. Cihan diğer kızlar gibi böyle bir konuyu babasına açmaktan korkar, sıkılır bir kız değildi. Akıl ve dirayet sahibiydi. Babasıyla bir erkek gibi konuşuyordu. Bununla beraber bu işin, Ay Toldı’nın gelip babasının huzuruna girmesi zamanına rastlamasını daha uygun buldu.

      Cihan babasının odasından çıkmak için hazırlanırken uşak içeri girdi.

      “Saman geliyor.” dedi.

      Marzban bu ismi işitince canı sıkıldı, belli etmeyerek:

      “Girsin.” dedi.

      Saman içeri girdi. Onunla Cihan’ın yüzlerine bakılırsa kardeş olduklarına inanmak mümkün değildi. Gerçekte Saman, Cihan’ın yalnız baba tarafından kardeşiydi.

      Onun annesi Hintli bir hanımdı. Vefatında Saman, sekiz yaşında bulunuyordu. Sonra pederi Kafkasya’ya gitti. Orada güzel bir Çerkez kızı buldu. Güzelliğini, ahlakını beğendi. Onunla evlenerek Fergana’ya getirdi. Kadıncağız biri Cihan diğeri yine bir kız olmak üzere ikiz doğurdu. Bu ikiz kızlar henüz küçükken valideleri vefat etti. Marzban, bunlara Hizran’ı mürebbiye tayin etti ve Çerkez eşinin vefatından sonra bir daha evlenmek istemedi çünkü son derecedeki güzelliğinden, akıl ve dirayetinden dolayı onu çok seviyordu. Validelerine pek çok benzedikleri için bu iki kızı da sevdi fakat bunlar henüz üç yaşına varmadan biri gayet garip bir şekilde kayboldu. Cihan yalnız kalınca Marzban, bütün sevgisini ona yöneltti. Bir kızının kaybolması hakkında şöyle bir rivayet anlatılagelmiştir: Bir at onu kapıp götürmüş! Çünkü Türkistan’da bir çeşit haydutlar vardır ki atlarını haydutluğa alıştırırlardı. Bu atlar küçük çocukları, yükleri dişleriyle kapıp kaçırırlardı. İşte o tarihten sonra Fergana halkı o gibi haydut atların