lüzum görmeden atından ve uşağından tanımakta zorluk çekmezlerdi. Bunlar ona yolda rast geldikçe saygı vaziyetinde güler yüzle selama duruyorlardı. O gün Cihan, kendisini seven bu halka âdeta yüzüyle, büyük bir nezaketle selam verirken fikren meşgul olduğu için her zamanki gibi şen ve neşeli görünmüyordu. Cihan böyle dalgın giderken birdenbire atı kişnedi. Mürebbiyesinin atının kişnemesi de onu takip etti. Cihan uykudan uyanır gibi önüne baktı. Pek yakında, ekin tarlaları içinde Türkmen evleri gibi çatısı küre birkaç oba görünüyordu. Türkmenler, obalarını daire şeklinde üstü kubbeli inşa ederlerdi. Arada birkaç kısrak vardı. Kısrakların ortasında iki adam diz çökmüş, o hayvanları sağıyordu. Arap bedevileri nasıl deve sütü ile geçiniyorlarsa Türkistan Çölü’nün halkı da kısrak sütüyle beslenirdi.
Cihan, bu çiftlikleri görünce vakit kaybetmemek için onlardan uzak durmayı daha uygun buluverdi. Hizran ise bunun aksini tercih ediyordu. Atını onlara doğru sürdü. Arkasından gelmesini işaret etti:
“Hanımcığım! Bir kere bunlara uğrayalım. Kendilerinden Ay Toldı’ya dair bilgi soralım. İhtimal ki buradan geçtiğini görmüşlerdir. Bunlardan şu suretle bilgi alabilirsek belki nehre kadar gitme zahmetine lüzum kalmaz.” dedi.
Cihan, mürebbiyesinin bu fikrini uygun bularak o da atını çiftliklere doğru sürmeye başladı. Firuz da atların yanında koşup gidiyordu. Çiftliklere yaklaşınca süt sağanlardan biri gelen misafirlerin hâl ve kıyafetlerinden büyük bir aileye mensup olduklarını anlayarak obalardan birinde bulunan babasına bilgi vermek için gitti. Değneğine dayanmış bir ihtiyar çiftçi çıktı. İhtiyar, oraya gelen o iki süvariyi görür görmez Cihan’ı tanıdı. Misafirlerin attan inmelerine yardım etmek için oğullarına işaret etti. Cihan ilk önce inmek istemedi.
Teşekkür etti. Sonra mürebbiyesine baktı. Ondan fikrini soruyor gibiydi. Hizran:
“Hanımcığım! Biraz dinlenmek için buraya inelim. Sonra biner, gideriz.” dedi.
Cihan, kendi arzusuna rağmen mürebbiyesinin fikrine uymaktan başka çare bulamadı. Attan indiler. Firuz atları alarak uzağa gitti çünkü atlar orada kalırsa kısrakları görerek kişneyecekler ve kendilerini rahatsız edeceklerdi.
İhtiyar ve oğulları gelen misafirlerin altına hasır serdiler. İhtiyar büyük bir nezaket, büyük bir sadelik ve temizlikle misafirleri karşıladı:
“Hanımefendi! Hakir kulübemize girip biraz dinlenmek istemez misiniz?” dedi.
Cihan, ihtiyarın gösterdiği lütuf ve nezaketten memnun oluverdi. Sonra ağırlama ve ikram eseri olarak bir pösteki5 getirip serdiler. Cihan ile mürebbiyesi onun üzerine oturdular. Hizran, soru sormaya henüz vakit bulamadan önce ağaçtan yapılmış bir su kabı kendisine takdim edildi. Kabın içinde biraz önce sağdıkları kısrak sütü vardı. Hizran, kabın ilkin hanımına takdim edilmesini söyledi. Cihan karnı acıkmadığını ileri sürerek af diledi, almadı. İhtiyar:
“Oğlum! Kımız ver.” dedi.
Kımız, kısrak sütünden mayalanmış bir çeşit ayrandan ibaretti.
Türkmenler kısrak sütünü mayalandırarak bunu gelen misafirlere sunarlardı. Nitekim Arap çöl bedevileri, süveyk6 denilen ayranıyla misafirlerine ikram ederlerdi. Şimdiki hâlde, medeni yerlerde limonata ya da çay bunun yerine geçmiştir. İhtiyar, Cihan’a bakarak:
“Hanımefendi! Kımızı içmek için acıkmış olmak lazım gelmez. Su gibi içilir, aynı zamanda yorgunluğu alır.” dedi.
Cihan, ihtiyarın bu ikramını reddedemedi. Kımızı aldı, içti. Hizran bu fırsattan faydalanarak konuşmaya başladı:
“Babacığım! Bugün bizden başka buradan geçen yolcu oldu mu?”
“Hayır, kızım. Onun için sizin buraya gelmenizden çok memnun oldum. Cihan Hanımefendi’nin buraya teşrifleriyle şeref duyuyoruz. Başka misafir geçmese de önemi yoktur çünkü Cihan Hanımefendi bin misafire bedeldir.”
“Buralardan daima yolcu geçer mi?”
“Evet, hanımefendi! Andican, Hokand ve Buhara’dan doğuya doğru gitmek isteyen herhangi bir yolcu, nehri geçerse mutlaka buraya uğraması lazım gelir çünkü Fergana’ya ve diğer taraflara buradan gidilir. Rum ellerine gitmek üzere Hindistan, Tibet ya da Çin’den hareket eden; Rum ellerinden adı geçen memleketlere gitmek isteyen tüccar kafileleri genellikle buradan geçerler.”
Konuşma Çağatay diliyle gerçekleşiyordu çünkü oranın çiftçileri bu dille konuşurlardı. Hizran, hanımına dönerek Farisi ile:
“Hanımcığım! Ay Toldı mutlaka buradan geçecekse onun geçmesini burada kalıp bekleyelim. Buradan ayrılırsak belki bir yoldan gideriz, o da başka bir yoldan gelir. Birbirimizi göremeyiz. Dediğim gibi yapmak uygun değil midir?”
Cihan cevap vermedi fakat hâl ve tavrıyla bu fikri uygun bulduğunu gösteriyordu. Hizran:
“Hanımcığım! O hâlde müsaade ederseniz bu adam bize bir yemek hazırlasın.”
“Fakat yemeğini kabul etmemişken bu adamdan bir daha nasıl yemek isteyelim?”
“Ben onu münasip bir yolla söylerim. Sen karışma, hanımcığım!”
Hizran, ihtiyar köylüye dönerek Çağatay diliyle:
“Babacığım! Kesmek için hayvan satmaz mısınız?”
“Hayır, kızım! Biz kısrakları ancak sütleri için besleriz. İhtiyarlamadan sütü azalmadan kesmeyiz.”
“Peki fakat kesmek için bir taya muhtaç olduğunuz zaman ne yaparsınız?”
“Buradan sürüyle satılık atlar, kısraklar geçer; beğendiğimizi satın alırız fakat epeyce bir zaman geçti. Bu tarafı gözden ayırmıyorum.” dedi ve bir el işaretiyle doğuyu gösterdi. Hizran o tarafa baktı. Uzak bir mesafede sıkı bir toz duman göğe doğru yükseliyordu. İhtiyar köylü, sözüne devam etti:
“Evet; bu toz tarafına bakıyor, yaklaşmasını bekliyorum çünkü bu taraflara gelmekte olan bir at sürüsü zannediyordum. Ondan kesmek için bir-iki at satın alacağım. Hanımefendi, burada biraz kalmayı arzu eder ve sunacağım yemeği kabul eylerse kendileri için semiz bir kısrak keserim.”
Cihan, ihtiyar köylünün gösterdiği mertlik ve misafirperverlikten memnun oldu. Onay işareti olmak üzere hafif bir tebessümle karşılık verdi. İhtiyar köylü, oğluna hemen o sürüye doğru gitmesini ve bir an önce gelmeleri için yol göstermesini emretti. Oğlu, babasının emrini icra için hızlıca hareket etti. İhtiyar, yemek hazırlanması için kulübeye girdi. Sonra elinde büyük bir karpuz olduğu hâlde Cihan’ın yanına gelerek karpuzu onun önüne koydu:
“Bu Buhara’nın tatlılığıyla meşhur olan karpuzundandır. Cihan Hanımefendi’nin şerefine bunu da keseceğiz.”
Cihan; Buhara karpuzunun pek nefis bir şey olduğunu, bu karpuzların oralara ancak biri tarafından getirilebileceğini düşündü. İhtiyar köylü, Cihan’ın ne düşündüğünü hissederek dedi ki:
“Hanımefendi! Bu karpuzu bana bir delikanlı getirdi. Bu genç, kızlarımdan biriyle nişanlanmak için bana müracaat etti. Getirdiği hediyelerin içinde bu karpuz da vardı.”
Cihan, nişanlanma konusunu işitince kendi nefsini düşünerek gizlice içini çekti.
“Allah mübarek etsin, ikramına teşekkür ederim fakat bu karpuz kime getirilmişse onun olmalıdır. Kızınıza geri vermelisiniz.” dedi.
8
SANCAK
İhtiyar köylü, Cihan Hatun’a cevap vermek