mürebbiyesinin sözüne önem vermedi. Yakında otlayan atına bakarak:
“Anneciğim! Dediğin hükümdarların lafını bırak. Ay Toldı’dan başka kimseyi düşünmüyoruz. Babek ve Mazyar ile hiçbir işimiz yok. Fergana nerede, Erdebil ve Taberistan nerede?” dedi.
“Hanımcığım! Bana inanmıyorsan Babek Hürremi’nin hâl ve mevkisini biraderin Saman’dan sor.”
Cihan konuda biraz ileri gittiğini anlayarak kendisini topladı:
“Hatırladığıma göre kardeşim Saman; bu ismi zikrettiği zaman övüyor, büyüklüğüne dair birçok şey söylüyor. Sen de bilirsin ki ben onun her sözünü doğrudur diye kabul etmem. Esasen o adamın hâl ve şanına önem vermiyorum çünkü kalben Ay Toldı kadar kimseyi sevmiyorum. Hükümdarlara, önde gelen beylere hiçbir meylim ve rağbetim yoktur.”
“Peki, o memleketleri uzak görüyorsan Andican Emîri Afşin bize yakın bir yerdedir. Şimdi bu zat Bağdat’ta bütün İslam askerlerinin komutanıdır. Yakında babanı ziyaret etmeye gelecek çünkü baban ona birkaç ay önce bir mektup yazmış. Nevruz Bayramı’nda Andican’a gelecek olursa Fergana’da kendisinin ziyaretine gelmesini bildirmiş.”
Cihan bütün bu konuşmalara karşı ilgisiz gibi duruyordu fakat Afşin’in ismini işitince birdenbire ürktü. Yüzünün rengi uçtu. Kalben sıkıldı, kızgınlık hissetti. Sanki, “Bu ismi anma!” diyormuş gibi eliyle Hizran’ı söz söylemekten menetmek istedi.
Hizran hâlâ söz söylemek istiyordu. Cihan bırakmadı:
“Bu ismi bir daha söyleme. Onu işitmek istemem. Sebebini anladığını zannettiğin can sıkıntıma, üzüntüme asıl sebep budur çünkü bu adamın yakında Fergana’ya geleceğini ve Nevruz Bayramı’nın bazı günlerini bizde geçireceğini işitir işitmez fena hâlde canım sıkılmaya başladı. Bu bayramı evden uzak bir yerde geçirmeye imkân bulsam uzaklaşmakta bir an tereddüt etmem.”
Hizran, hanımının Afşin hakkındaki nefretini garip gördü:
“Hanımcığım! Afşin’in sana bir konuda fenalığını mı gördün?”
“Hayır, şahsıma ait bir fenalığını görmedim. Bana bir söz de söylemedi. Eskiden pederimi ziyaret için evimize geldiğinde ona karşı ta o zamandan bir nefret duyuyordum. Hâlâ ondan nefret ederim. Onu görmek istemem. Bu hislerim boş değildir. Ailem hakkındaki hükmümün, hislerimin hiçbir zaman beni aldattığını görmedim.”
“Hanımcığım! Tuhaf sözler söylüyorsun. Bilmez misiniz ki Afşin, Ay Toldı’nın amiridir. Ay Toldı’dan İslam ordusunda yükselebileceği en yüksek rütbe Afşin’in yanında, onun sancağı altında bir komutanlıktan ziyade bir şey olamaz.”
Cihan biraz gururlu ve durgun kalarak cevap verdi:
“Hayır, anneciğim; öyle değildir. Ay Toldı onun yanında ve sancağı altında bulunmuyor. O, bizzat Halife’nin koruma askerinin komutanıdır.”
Hizran inanmıyor gibi görünüyordu:
“Hanımcığım! Sen buna emin misin?”
“Buna kesin bir şekilde eminim. Hem de senin hükümdarlarının benim için can verecekleri hakkındaki kanaat ve emniyetten ziyade eminim.”
Sonra elini cebine soktu:
“Birkaç ay önce ondan bir mektup aldım. Halife’nin özel askerleri komutanlığına tayin edildiğini, yakında Fergana’ya geleceğini haber veriyordu fakat bugüne kadar gelmedi.”
Sonra mektubu çıkararak okuması için Hizran’a verdi. Pehlevi diliyle yazılmış olan mektup şu manadaydı:
Samarra’da Ay Toldı tarafından Fergana’da kalbinin sevgilisi Cihan’a,
Ya sayidati! 4 Sana hâlâ ya sayidati diyorum çünkü sen hanımların en bilginisin. Aynı zamanda sen ben sevgilimsin çünkü kalbimi, bütün hislerimi ele geçirdin. Fergana’dan birkaç sene önce ayrıldığım hâlde şimdiye kadar sana mektup yazmadım çünkü sana mektup yazacak ehliyet ve liyakatta değildim. Her türlü manasıyla fakir ve yetim mevkisinde bulunan Ay Toldı, sonu olmayan bir servete, hesapsız kölelere sahip olan Marzban’ın kızı Cihan’a mektup yazmaya nasıl cesaret edebilirdi? Senden ayrıldığım gün yüksek makamlar kazanmak için bütün kuvvet ve gayretimle çalışacağıma sana söz vermiştim. Her güçlüğe göğüs gererek çalışacaktım. Senin hâl ve mevkine yaklaşır bir makam sahibi olursam seni gelip arayacak, evlenmemiz için talepte bulunacaktım. Yoksa senden uzak, üzgün ve kederli olmayı tercih eyleyecektim. Asker düzenine girdim. Birçok savaş geçirdim. Bütün bu savaşlarda senin ismin, şahsın her yerde önümde tecelli ediyordu. Kalbim senin hayalini taşıyordu. Oklar yağdıkça o isim beni gölgeliyordu. Bütün o tehlikeleri geçirdim. Belki Cenabıhak beni Cihan’a kavuşturmak için sağ bıraktı. Askerî mertebeleri aşa aşa nihayet Halife’nin sarayında koruma askerleri komutanlığına tayin oldum. Bu tayinimi sana sevinçle bildiriyorum. Bana öyle geliyor ki bu sevincimin sebebini sormak istersin, sevgilim! Yükseldiğim bu mevki ile senin rıza ve memnuniyetini kazanamazsam benim için onun lüzumu yoktur. Çünkü seninle ve senin için olmazsa hayatı kıymetli bir şey görmem. Bir taraftan velinimetim Marzban Efendi’nin ellerini öpmek, diğer taraftan kalbimin sahibi Cihan’ı görmek ve kavuşmak için Fergana’ya gelmek sebebine başvurdum. Hilafete karşı sonuçlarından korktuğumuz bazı zorluklar mevcut olmasaydı bundan birkaç ay önce sana gelmiş olacaktım. Bununla beraber o tarafa gelmek için bir yol buldum. Şöyle ki Halife, Bağdat’a yakın bir yerde, Samarra şehrini kurdu. Burada kendisi yanında topladığı Türk askerleriyle beraber ikamet edecektir. Ben de o Türk askerlerindenim. Halife’nin maksadı İslam memleketlerinde türemiş olan farklı muhalif fırkaların aleyhine bu genç ve cengâver askeri istihdam etmektir. Fakat bu askerin memleket halkıyla karşılaşıp görüşmesi ve akrabalık neticesinde şiddet ve şevketlerinin ortadan kalkmasından korktuğundan buna meydan vermemek için Maveraünnehir’den çağırılacak Türk cariyelerle bunları evlendirmeyi uygun gördü. Fergana’nın ötesinde, cariye satışı ve çağrılması için birtakım memurları da tayin etti. Ben de bu sebepten faydalanarak vatanıma olan özlemimi ve orduda özel memurlara herhâlde bir fayda olacağını ileri sürerek Halife’den izin istedim. İzin vereceğine söz verdi. Ümit ederim ki pek yakında Fergana’ya gelirim. Bu mektubumu yanımdaki görevlilerden birine emanet ettim. Sana ulaştıracağını ümit ederim. Zavallı validem sana selamını gönderir.
Hizran, mektubun okumasını bitirir bitirmez Cihan’a yaklaşarak kucakladı. Onu defalarca öptü:
“Hanımcığım! Sen de var ol, o da var olsun. Gerçekten birbirinize layıksınız. Dediğin pek doğru. İnsan yaptıklarıyla insandır; parası ile değil. Delikanlımız kendi çalışması ve emeğiyle bu kadar az bir zaman içinde koruma askerlerinin komutanlığına kadar yükseldiyse hâlâ savaşlarla ve mücadeleler içinde uğraşmaktan hâli kalmayan İslam devletinde Ay Toldı gibi cengâver bir genç, birkaç seneye kadar kim bilir daha ne yüksek mevkilere geçer.”
Cihan, dadısının kendisinin bütün fikir ve hislerini okşamasından pek ziyade memnun oluyor fakat yine de kendi düşüncelerine kapılmaktan bir türlü kurtulamıyordu:
“Bu mektubu aldığımdan beri kaç ay geçti fakat Ay Toldı hâlâ gelmedi. Daha sonra ne olduğuna dair bilgi de alamadım.”
“Hanımcığım! Merak etme. O gelir fakat…”
Hizran sözünü bitirmedi. Sessizleşti. Sanki birdenbire bir şey hatırına geldi de onu düşünüyordu.
Cihan:
“Fakat ne?.. Anneciğim! Çabuk söyle, beni merakta bırakma.”
“Fakat pederin?.. Bu meseleyi