Corci Zeydan

Fergana Güzeli


Скачать книгу

anlayamayacağı birtakım şeyler söylüyordu. Bunu ancak Ay Toldı anlıyordu. Onun da gözleri aynı lisanla konuşuyordu.

      Marzban ise tekrar söze başlayarak:

      “Öyle zannediyorum ki Irak’ta, bugün birçok Türk askeri vardır.” dedi.

      “Evet, efendim! Bugün Halife’nin emrinde yirmi binden fazla Türk askeri var. Fergana hükümdarları olan Afşinlerin oğulları ve diğerleri gibi büyük Türk hanedanlarına mensup birçok zat da bu ordunun12 içindedir.

      “Halife’nin kendi maiyetinde Türkleri bu şekilde toplaması, validesi tarafından yakınlığından ileri geliyor zannederim.”

      “İhtimal ki bunun da tesiri vardır fakat en mühim sebep başkadır. Bildiğiniz üzere Müslüman devleti aslen Arap’tı. Müslümanlar fetihlere başladıkları zaman devletin bütün askeri Araplardan oluşuyordu. Bunlar fetihlerde bulundular ve devleti kurdular. Emevilerin zamanında, hâkimiyetindeki askerlerin çoğu; asli unsuru Arap’tı. Daha sonra İranlıların Abbasilere yardım ettikleri gibi devletlerinin kurulmasına yardım ettiler. Bu sayede kuvvet kazandılar. Araplar ise tam tersine zayıf düştüler. İranlılar önceki Halife Me’mun’un zamanına kadar günden güne kuvvet ve şevketlerini artırıyorlardı. Hilafetinden başka en mühim memuriyetler hep İranlıların eline geçmişti. Bütün devlet kurumlarını onlar idare ediyorlardı. İranlıların, kendi devletlerinin yıkılmasından sonra saltanat ve hâkimiyeti tekrar kendi milletleri için geri almaya çalışmaktan, bir an hâllerinin kalmadığı malumdur.”

      13

      SAMARRA

      Ay Toldı, bahsi bu noktaya getirdiği zaman Marzban, derin derin içini çekti. Ay Toldı, Marzban’ın İran Devleti’nin Araplar tarafından yok edilmesine kalben üzüntü duyup esef etmekte olduğunu anladı fakat bilmezlikten gelerek sözüne devam etti:

      “Birkaç sene önce hilafet Mu’tasım’a geçince adı geçen şahıs, İranlılardan korkmaya başladı. Gerçekten İranlılar kardeşi Emin’i katletti, devleti kardeşi Me’mun’a teslim etmişlerdi. Me’mun, İranlıların hemşirezadesiydi çünkü validesi Acem’di. İranlılar, devleti hemşirezadelerine teslim ettikleri zaman vefatından sonra büsbütün İranlılara nakli ve değişimini amaçlamışlardı. Mu’tasım, bu durum karşısında kalınca kendisine meydanda belli olmak üzere Medineli kuvvet ve ezici kuvvetleri bozulmamış bir askerî komutan aramaya mecbur olmuş, bu temiz cengâver; azim ve emek sahibi olan ancak Türk bir komutan olmuştu. İşte bu necip komutanın oluşturduğu ordu ile kendi mevkisini sağlamlaştırmayı ve kuvvetlendirmeyi başarmıştır.”

      “Türk askeri Bağdat’ta mı ikamet ediyor?”

      “Bu askerler, şu son zamana kadar Bağdat’ta ikamet ediyorlardı. Daha sonra halk galeyana geldi. Sokaklarda bunlar tarafından bazı ölümler, saldırılar meydana gelmişti. Bunun üzerine Mu’tasım, Türk askerine mahsus olarak Samarra namıyla bir şehir kurulmasını uygun buldu. Şehri, Türk aşiretlerinin kendi memleketlerinde birbirlerine olan vaziyetlerine; yakınlık ve uzaklıklarına göre ayırmayı tabi kıldı. Zanaatkâr, sanayi ustası ve ticaretle uğraşanlar için büyük çarşılar kurdu. Bu iş ayrımı üzerine halk inşaata başladı. Büyük büyük binalar, camiler, konaklar ve imaretler yapıldı. Sular şehrin her tarafına bol bir şekilde ulaştırıldı. Merkezî saltanatın oraya intikal edeceğini işiten halk, akın akın Samarra’ya taşındı. Ticaret, diğer vasıtalar, servet ve medeniyet oraya gitti. Kazanç kapıları açıldı. Bolluk, refah ve saadet halka nasip oldu.”

      Marzban, Halife’nin bu girişimini fazlasıyla beğenerek:

      “Demek büyük bir şehir meydana getirdi. Orada toplanan Türkler acaba eski dinlerinde kaldılar mı? Yoksa din değiştirdiler mi?”

      “Bilindiği üzere onların çoğu Zerdüşt dinine bağlıydı fakat şimdi hepsi Müslüman oldu. Halife, bu Türk askerini daima güçlü bir kol şeklinde muhafaza etmek için ahaliyle temas etmekten ve onlar ile evlenmekten meneyledi. Onları Türkistan’dan getireceği Türk kızlarıyla evlendirmeyi bu maksada daha uygun buldu. Türklerden cariyeler satın almak için bu taraflara bir özel heyet gönderdi. İşte ben de bu sebepten faydalanarak özel heyete eşlik için izin aldım. Bu sayede buraya geldim.”

      “Evladım! Buraya gelmenden, seni görmekten son derece memnun oldum. Sanki Yüce Yazata, seni hastalığım zamanında göreyim diye bu fırsatı bilhassa hazırladı.”

      Marzban bunu söylerken yüzünün rengi atmış, çehresinde endişe nişaneleri görünmeye başlamıştı fakat bu hâlini belli etmemek için öksürürken acı çeker gibi göründü. Bir ağlama baskısı altındaydı. Onu göstermemek için bıyıklarını silmeye, gözlerini ovmaya koyuldu. Cihan bu fırsatı çalarak Ay Toldı ile manidar bir tebessüm karşılığında bulundu. Babasının sevgilisi hakkında gayet teveccüh göstermesine seviniyor fakat onun hastalıktan dolayı gösterdiği şiddetli üzüntüden kalbi acıyordu. Özellikle pederinin Ay Toldı’yı sevdiğini gördükten sonra onun hayatta kalmasına şiddetle ihtiyacı vardı. Babasının Ay Toldı ile evlenmesine karşı çıkmayacağına emindi. İlk fırsatta babasına bu bahsi açmaya karar verdi.

      Marzban, kendisinden meydan gelen zayıflık ve üzüntünün Ay Toldı’yı üzmemesini arzu ediyordu. Sözüne başka bir mecrada devam etti:

      “Validenizden hiç bahsetmediniz. Zavallı kadın ne hâldedir?”

      “Hamdolsun, iyi bir hâldedir. Efendimizi, bize yaptığınız iyilikleri daima hatırına getirir. Sizi anmaktan bir an geri kalmıyor. Gerçekten Cihan’ı bir an unutamıyor çünkü onu öz evladından ziyade değerli tutuyor.”

      Cihan söze karışmak için münasebet hasıl olduğunu görerek:

      “Zavallı Afitab!.. Bir evlat annesini ne kadar severse ben de onu o kadar çok severim. Onun gibi temiz yürekli, alicenap bir kadın görmedim. Onunla bir arada bulunmaktan çok hazzederdim.” dedi.

      Marzban, mühim bir şey hatırına gelmiş gibi birdenbire ciddi bir vaziyet aldı:

      “Saman nerede? Mubez geldi mi? Hemen Mubez’i bana çağırınız. Saman güven duyulacak bir insan değildir.”

      Ay Toldı ayağa kalktı:

      “Müsaade ediniz; ben gideyim, getireyim. Onu tanırım, yerini de bilirim.”

      “Oğlum! Sen zahmet etme. Birçok uşağımız var. Birini göndeririz. Saman bu işe burnunu sokmasaydı onu çoktan buraya çağırmış olacaktım.”

      “Saman mutlaka efendimize olan hürmetinden dolayı bu işi kendi üzerine almıştır. Bendenize müsaade ederseniz derhâl gider, emrinizi yerine getiririm.”

      Marzban, Ay Toldı’nın sözünü keserek:

      “Hayır, oğlum. Sen zahmet etme.”

      “O hâlde müsaade ediniz de uşağım ve daha doğrusu arkadaşım Verdan’ı göndereyim. Ona hiçbir iş emanet etmedim ki o işin hakkından gelmesin. Adamım çok işgüzar ve dirayetlidir.”

      Ay Toldı bunu söyledikten sonra dışarı çıktı ve:

      “Verdan!” diye bağırdı.

      Kırk yaşlarında, dinç ve güçlü, seyrek sakallı bir adam yanına geldi. Biraz kaba olan burnunun çıkıklığından, diğer özellikleri ve çehresinden Ermeni olduğu anlaşılıyordu. Bu adam Samarra’da yakın bir zaman önce Ay Toldı’nın hizmetine girmişken pek çabuk efendisinin güvenini ve sağlamlığını kazanmıştı çünkü bir uşağın sahip olduğu vasıfların üstünde özelliklere sahipti. Her işte dirayet, mertlik, sürat gösteriyordu. Ay Toldı da onu bir uşak değil; âdeta bir arkadaş gibi sayıyor, nereye gitse onu beraberine alıyordu. Verdan