Corci Zeydan

Fergana Güzeli


Скачать книгу

ertesi sabah erken kalktı. Mantosuna sarılarak babasının odasına gitti. Evde günlük olarak giydiği elbiseyleydi. Babasının odasına girince onu yatakta oturuyor gördü. Sağlığı dünkünden daha iyiydi; babasının bu hâlini görünce sevindi. Sağlığını sordu, Marzban:

      “Yüce Hürmüz yardım etti, gece rahat uyudum. Bugün kendimi daha kuvvetli görüyorum. Afşin’in, Fergana’ya ulaşmasını işittin mi? Bayram süresince buraya geleceğine bana söz vermişti.” dedi.

      Cihan, Afşin’in ismini işitir işitmez ürktü:

      “İşitmedim, efendim. İhtimal ki Fergana’ya ulaşmıştır fakat henüz bize gelmemiştir.”

      “Onu aramak için acaba kimi göndereyim?”

      “Emrederseniz adam gönderip ararız. Fikrimce Afşin, Fergana’ya ulaşmış olsaydı davete gerek olmadan ziyaretimize gelmiş bulunacaktı.”

      “Pek doğru söylüyorsun, kızım. Acaba kardeşin bugün Mubez’i çağırmak için gitmiş mi?”

      “Bugün pek erken onu aramak için çıkmış. Dün gece ona gücenmenizden son derece üzüntülü durumdaydı.”

      “O hâlde dönmesini bekleyelim. Şimdi sen kendi elinle bana bir su ver.”

      Cihan, babasının bu arzusuna sevinerek bizzat gidip bir kadeh su getirdi; babasına takdim etti. Marzban içti, serinlik duydu. Sonra kadehi kızına iade etti. Cihan kadehi götürüp perde ağasına verdi. Küçük hanım henüz babasının yanına dönerken uşak odaya girdi:

      “Irak’tan gelmiş bir misafir, efendimizin huzuruna girmek istiyor.” dedi.

      Marzban yatak üzerinde oturduğu yerden bağırarak:

      “Bu misafir mutlaka Afşin olacak!” dedi.

      Marzban bu ziyaretten son derece memnun olmuştu. Onun için alışılmış olduğu üzere misafirin ismini sormadan:

      “Girsin!” emrini verdi. Cihan o sırada orada bulunduğundan dolayı üzüntü duyuyor, mümkün olsa duvarı yarıp oradan çıkmak istiyordu fakat babasının hatırı için sabır ve metanet gösterdi. Canı pek ziyade sıkılmıştı. Bu hâlini babasına göstermemek için de son derece çalışıyordu.

      Perdedar, gelen misafir için perdeyi açtı. Misafir içeri girdi. Cihan, misafiri görür görmez ürktü. Yüzünde şaşkınlık eseri göründü fakat bir an geçti, can sıkıntısı sevince ve birdenbire sararan yüzü yine birdenbire pembe renge dönüştü. Çünkü gelen misafir Afşin değil; bizzat Ay Toldı idi. Marzban onu görünce güler yüz gösterdi. Büyük bir memnuniyetle kabul etti. Ona hitap ederek:

      “Safa geldin, oğlum Ay Toldı! Seni dostumuz Afşin zannettim. Irak’tan mı geliyorsun?”

      “Evet, efendim, Irak’tan geliyorum.”

      “Afşin seninle beraber mi geldi?”

      “Hayır, benimle beraber değildi fakat Irak’tan ayrıldığım gün Andican’a gelme fikrinde bulunduğunu anlamıştım. Gelmiştir zannederim.”

      Ay Toldı otuz yaşlarında, yaradılış ve ahlaken doğuştan kıymettar olgunluğa sahip bir gençti. Orta boylu, dolgun vücutlu, geniş omuzlu, açık alınlı, büyük yanaklı, sık sakallıydı. Gözlerinde yiğitlik ve mertlik, dudaklarında alicenaplık ve doğruluk tecelli ediyordu. Başına Abbasilerin serpuşu11 tarzında, kırmızı külah üzerine siyah bir sarık sarmıştı. Gök renginde bir kaftan giymiş, üzerinde kabzası altın bir kılıç takılı bir kemer kuşanmıştı. Kaftanın altında büyük, ipekten yapılmış erguvani renkte bir şalvar giymişti. Kaftanının üzerinde ise siyah bir cübbe vardı. Her hâl ve hareketinde kahraman tavrı görünüyordu. İnsan, karşısında durduğu zaman onu sarsılmaz bir dağ zannederdi.

      Ay Toldı; o sabah Marzban’ın huzuruna girdiği zaman, Cihan’ın orada bulunduğundan haberdar değildi. Onun için birdenbire şaşırması, Cihan’ın şaşırmasından daha az değildi. Cihan’a gelince onu görür görmez uğradığı şaşkınlığı nasıl saklayacağını bilemiyordu. Kalbinin vuruşunu, her tarafının titremesini gizlemeye muktedir olsa bile çehresinde beliren pembeliği, gözlerinde görülen parlaklığı nasıl saklayabilirdi? Cihan, babasının hastalığını unutmuştu. Bütün dikkat ve gayreti ile sevgilisi hakkında babasının göstereceği tavır ve hissi anlamaya hazırlanıyordu. Sevgilisi hakkında pederinin büyük teveccüh ve sevgi gösterdiğini görünce sevindi. Kendisi sanemin yanında duruyordu. Vücudunda hasıl olan titremeyi göstermemek için sanemin konulmuş bulunduğu mihraba dayanarak sanemin üzerinde bulunan tozu almakla meşgul göründü. Cihan yüzünü örtmüş değildi çünkü o memleketlerin kadınları, o zamanlarda saklanmanın ne olduğunu bilmezlerdi. Tesettür âdeti yoktu. Gerçekten Cihan yüzünü örtmekten nefret ederdi. Tesettürü bir zaaf ve korkaklık sayardı.

      At Toldı’nın öyle bir tesadüfe nail olmasından dolayı sevinç ve bahtiyarlığına ölçü yoktu. Marzban’a hürmet gösterdi, onunla konuşmaya koyulması hissiyatını saklama hususunda ona yardım etmişti. Ay Toldı, Marzban’ın ellerini öptü. Marzban bir minder getirilmesini emretti. Ay Toldı minderin üzerine; Cihan diğer bir mindere oturdu. Marzban, Ay Toldı’dan durum hakkında malumat sormaya başladı. Ay Toldı:

      “Efendim, bu mübarek bayramınızı tebrik edenlerin ilki olmak için sizi böyle erken ziyarete geldim. Rahatsız olduğunuzu bilmiyordum. Sağlığınız ve afiyetinizin çoğalmasını temenni ederim.” dedi.

      “Bugün hamdolsun, daha iyiyim. Seni gördüm, daha iyi oldum. Seni ne kadar sevdiğimi bilirsin.”

      Ay Toldı, teşekkür nişanesi olarak başını eğdi. Hakkında gösterilen bu teveccühten son derecede memnun oldu fakat onun memnuniyeti Cihan’ın memnuniyetine nispeten büyük bir şey değildi. Cihan’ın babasının, sevgilisine teveccüh ettiği sözleri işitirken kalbi, sevinçten titriyordu. Ay Toldı, Marzban’a hitaben:

      “Hakkımda gösterdiğiniz teveccühe teşekkür ederim. Zaten eskiden beri efendimizin lütuf ve merhametine borçluyum. Sayenizde büyüdüm.” dedi.

      Marzban bu teşekkürleri, minneti işitmezlikten gelerek:

      “Irak’tan doğrudan doğruya mı geliyorsunuz?”

      “Evet, efendim. Doğruca oradan geliyorum. Fergana’ya dün akşam ulaştım.”

      “Oraları ne hâlde bıraktın?”

      “Birçok zorluk içinde, meşgul bir hâlde bıraktım. Hiçbir fırka diğerinden memnun değil. Bir taraf diğer taraftan korku ve sakınma içinde, her taraf kendi cinsinden olmayan askerlere hâkim mevki sahibi olmaya çalışıyor fakat bugün, o toprakların sahibi Türklerdir.”

      “İşittiğime göre Halife Mu’tasım hilafet makamına geçtiği zaman hâkimiyetini sağlamlaştırmak için dayıları olan Türklerin yardımına muhtaç olmuş. Türkler onun imdadına koşmuşlar. Andican Hükümdarı Afşin ile siz o cümledendiniz.”

      Ay Toldı, isminin Afşin’in ismiyle karıştırılmasından bir gurur duydu. Alçak gönüllüğünün gereğince:

      “Afşin hilafetin büyük bir rengidir. Bense zikre müstahak değilim.” dedi.

      Marzban onun sözünü keserek:

      “Bence kanıtladığın yiğitlik ve iktidarın yönüyle parlak bir istikbale mazhar olacağına şüphe yoktur. Kahraman bir serdar olmaya liyakatin var. Halife’nin yanındaki askerliğin mühim bir mevki kazandıracağını ümit ederim.”

      “Sayenizde Halife koruma askerlerinin kumandanı oldum.”

      “Muhafaza askerinin kumandanı mı?”

      “Evet,