ve cazibe titremesi daha şiddetliydi çünkü ne kadar akıllı ve metîn bir genç olsa da yine hassas bir kadından başka bir şey değildi. Böyle mülakatlar esnasında aşkın cazibesi bütün kuvvetiyle hükmünü icra ediyordu. Sevdazedelerin bu yerlerde gösterecekleri zaaf zararsızdı.
Ay Toldı söze başlayarak:
“Hanımefendi! Gurbetliğimi çok uzattım, değil mi?” diye sordu.
Cihan elini hemen onun elinden çekti. Yaralı bir sevdazede gözüyle Ay Toldı’nın gözlerine bakarak cevap verdi:
“Bana hanımefendi deme…”
Cihan sözünü tamamlayamadı. Oturmak istiyordu. Bir sandalyeye oturdu. Ay Toldı’ya “sen de otur” işaretini yaptı. O da bir sandalyeye oturdu. Ay Toldı, Cihan’ın ne demek istediğini anlamamıştı:
“Size hanımefendi diye hitap etmeyeyim, peki fakat Fergana’nın güzeli ve Marzban’ın kızı Cihan Hatun’a zavallı dul Afitab’ın oğlu yetim Ay Toldı başka türlü nasıl hitap etsin?”
Cihan, Ay Toldı’nın sözünü kesti:
“Hayır, tam tersine sen benim efendimsin. Bu efendilik, hükümdarın hizmet askerlerinin reisi ya da Halife’nin asker komutanı olduğun için değildir. Kahraman ve necip olduğun için… Hayır… Seni gözümde büyüten bu da değildir. Sana karşı açıklamaktan âciz kaldığım diğer bir hisle duyguluyum. Üzerimde bir hâkimiyetini duyuyorum. Bunun açıklamasını yaparken bana yardım etmezsen bedbaht ve üzgün bir canlı olurum.”
Cihan bunu söylerken utancına yenilmiş, yanakları kızarmıştı. Ay Toldı sevdiğinin söylemek istediği şeyin sevgi olduğunu, bunu açıktan açığa söylemekten utandığını anlıyordu.
“Ay Toldı’yı bir efendi kılan liyakat aynı zamanda Cihan Hanımefendi’yi tapılası yapmıştır. İşte ben Cihan’ın kuluyum.”
“Sana dedim: Kalbimde duyduğum hislerim ve onun sebeplerini tarif ve izah etmekten âcizim. Yalnız şunu söyleyeyim ki dünyada hiçbir insan kalbimde haiz olduğun yere yetişemez. Şimdi boşuna vakit kaybetmeyelim. Mubez gelir de babam beni çağırır diye korkuyorum.” Cihan, babasını anınca onun hâlini hatırlayarak üzüldü:
“Kaybedilecek vaktimiz yoktur, sevgilim! Bana bu isimle hitap etmeden önce benim sana hitabımda beni mazur gör. Seni seviyorum.”
Ay Toldı büyük bir heyecan içinde cevap verdi:
“Bu cesareti sen bana verecektin. İşte verdin, her şeyde üstünlüğünü ispat ettin. Yoksa mümkün değil, bu cesarette bulunamayacaktım. Bunu daima tekrar ediyordum. Bir gün senin ağzından işiteceğimi düşündükçe kalbim sevinçten titriyordu. Bunu, bugün ağzından işittikten sonra acaba benden daha mesut kimse var mı?”
Cihan saçlarını düzeltmekle meşgul gibi görünerek yere bakmaya başladı. Ay Toldı ise gözlerini ondan ayırmıyor, nefis ve iffetin ortadan kaldırdığı heybet ve ürpermeyle sevgilisini kollarıyla kucaklamak cesaretine haiz olmadığı için sanki onu gözleriyle kucaklamak istiyordu. Cihan’ı yere bakmakta ve düşünmekte görünce heyecanın bir kat daha baskısı altında kalarak sanki sevgilisi elinden kapılacakmış gibi bir korkuya düştü:
“Sevgilim! Niçin yere bakıp düşünüyorsun? Bir kederin mi var? Benden sakınma, söyle.”
Cihan gözlerini kaldırarak Ay Toldı’ya baktı. Sevgilisinin ne düşündüğünü anlayarak güler yüzle cevap verdi:
“Uzak şeyleri hatırına getirme. Bir kimseden korku ya da engel görseydim sana sevgilim diye hitap etmezdim. En ziyade babamın uygunluk göstermesini fazlasıyla düşünüyordum. Hâlbuki babamın seni pek ziyade sevdiğini anladım. İzdivacımıza engel göstermeyeceğinden eminim fakat bu hastalık meselesi… İşte beni asıl düşündüren odur.”
Cihan bu sözleri söyledikten sonra sessizleşti.
Ay Toldı:
“Ümit ederim ki pek yakında şifa bulur.” dedi.
Gözlerini Cihan’ın gözlerine çevirerek ne düşündüğünü anlamak, o iki latif gözden ruhunu okumak istiyordu. Cihan da aynı durum ve hareketi düşünmüştü. Sevgilisinin gözlerinde belki daha çok şey okuyordu. “Ay Toldı! Hissiyatımı senden gizleyeceğimi ve seni şüpheye düşürecek bir zaafa düşebileceğimi asla zannetme. Senelerce seninle bir arada yaşadım. Birbirimizi o kadar tanıdık, sevdik, ruhlarımız birbirine o kadar birleşti ki artık dünyada bizi birbirimizden ayırabilecek bir kuvvetin bulunacağına ihtimal veremem. Fikrimde ya da hayatımda bağımsız olarak senden ayrı yaşayamayacağımı iyi anlıyorum. Kendimi seninle tek vücut kabul ediyorum. Her ne düşünsem fikrimin seninle sürüp gittiği hatıralara temas ettiğini görüyordum. Bir olayı hatırlasam hayalini o olayın önünde buluyordum. Zihnimde hiçbir resim canlanmıyor ki senin resminden ona bir şey karışmış olmasın. Kalbim, ruhum bu kadar tesir altındayken insanların bizi birbirimizden ayırabilmeleri mümkün müdür? Farz edelim ki bu iki fâni vücudu birbirinden ayırsınlar fakat fikrimizi, ruhlarımızı birbirinden kim ayırabilir? Ancak kalbim yine müsterih değil. Sebebini bilmiyorum.” dedi.
Ay Toldı sevgilisinin bu itiraflarını titrek bir kalp, büyük bir sevinçle dinledi fakat son cümlelerden ne demek istediğini anlayamıyordu.
“Canım Cihan! Hangi şeyden korkuyorsun? Bana söyle, seni cesur ve metîn bilirim. Hiç çekinmeden söyle. Hayatım senindir.”
“Hayatına bir zarar gelmesine razı olamam. Hiçbir şeyden korkmuyorum çünkü dünyada hiçbir şey yoktur ki beni senden ayırmaya muktedir olsun. Tek düşündüğüm şey babamın hüsnü rızasıydı. Şimdi o korku da yoktur fakat zavallı babam hastadır. Yakında şifa bulmasını temenni edelim.”
“İnşallah yakında şifa bulur. Başka bir şeyden korkuyor musun?”
“Benden başkalarını korkutabilecek birçok şey hatırıma geliyor fakat ben korkmuyorum. Çünkü onları esaslı görmüyorum. Yeter ki sana sahip olayım. Sana sahip olmak benim tek emelimdir. Bu derece açık söylememi mazur gör. Sen de aynı hitapta bulun. Gizlenmeleri, tereddütleri katiyen sevmem.”
“Seni bütün ruhumla sevdiğimi, senin için dünyayı feda etmeye hazır olduğumu söylememi mi istiyorsun? Bunu söylemeye lüzum var mı? Susuzlardan suya ihtiyaçları olup olmadığı sorulmaz. Bir bahtsıza, ‘Saadeti temenni etmiyor musun?’ diye sual olunmaz. Saadetim, hayatım senin. Benim için her şey senin.”
Cihan sevgilisinin bu itirafını büyük bir hayranlık ve sevinçle dinledi.
“Bu hisler ve azimdeysen benim de arzu ettiğim budur. Konağın içinde Saman’ın sesini işitiyorum. İhtimal ki buraya gelir de konuşmamızı keser. İşte biz, her ikimiz bu azim ve karardayız. Babamın iyileşmesini bekleyeceğim. Onunla bu husus hakkında konuşacağım. Sonucu sana söylerim.”
Cihan, bu sözleri söyledikten sonra ayağa kalkmak üzereyken Hizran telaşla içeri girdi. Cihan onunla konuşmak için ayağa kalktı fakat Hizran hemen söze başladı:
“Saman, baban Marzban’ın yanına girmek istiyor.”
“Onunla beraber Mubez geldi mi?”
“Hayır.” Cihan başını salladı. Onun telaşla içeri girmesinden canı sıkıldı. Sonra Ay Toldı’yı göstererek:
“Ay Toldı’yı görmedin mi?” diye sordu.
Hizran biraz utanarak cevap verdi:
“Hanımcığım! Göremedim. Bu suretle telaşlı girdiğim için beni affediniz. Bütün fikrim Saman ile meşguldü çünkü baban kendi yanına onun girmesini istemiyor. Başka bir kimsenin de girmemesini ayrıca emretmiştir.”
Sonra Ay Toldı’ya doğru giderek