Müthiş keyifli. Bolca bira var, fıçılar dolusu. Domuz kellesi, dana nuar, sığır, hardal. Kovalar dolusu… Muhteşem bir gün. Otur bakalım, rahatla. Seni gördüğüme sevindim çok.”
Mr. Pickwick kendinden istendiği üzere oturdu ve Mr. Winkle ve Mr. Snodgrass da gizemli arkadaşlarının direktiflerine uydu. Mr. Wardle sessiz bir şaşkınlıkla onlara baktı.
“Mr. Wardle, arkadaşım.” dedi Mr. Pickwick.
“Arkadaşınız mı! Beyefendiciğim, nasılsınız? Arkadaşımın arkadaşı, bana elinizi verin, efendim.” ve yabancı, Mr. Wardle’ın elini pek çok senelik yakınlığın şevkiyle tuttu ve yüzü ve endamını tam anlamıyla incelemek istercesine birkaç adım attıktan sonra sanki böyle bir şey mümkün olabilirmiş gibi öncekine oranla daha büyük bir samimiyetle onunla yeniden tokalaştı.
“Peki siz buraya nasıl geldiniz?” dedi Mr. Pickwick, iyilik ve şaşkınlık arasında gidip gelen bir gülümsemeyle. “Şöyle ki…” diye yanıtladı yabancı. “Crown restorana gitmiştim, Muggleton’daki Crown’a. Orada bir ekiple tanıştım. Flanel ceketler, beyaz pantolonlar, ançüez sandviçi, acılı böbrek, şahane çocuklar… Mükemmel.”
Mr. Pickwick, yabancının hızlı ve bölük pörçük konuşma şeklinden onun öyle ya da böyle, bu All-Muggleton takım üyeleriyle tanış olduğunu ve ona tuhaf gelen bir süreç sonucu bu tanışıklığı kolaylıkla genel bir davete dönüştürdüğü anlamını çıkarabilecek kadar onun dili konusunda uzmanlaşmıştı. Merakı böylelikle tatmin olduktan sonra gözlüğünü takıp kendini az sonra başlayacak olan oyunu izlemeye hazırladı.
All-Muggleton takımı ilk atışları yaptı; sonra kulüplerinin en önde gelen üyelerinden olan Mr. Dumkins ve Mr. Podder ellerinde sopalarıyla kendi sahalarına yürürlerken ilgi doruk yaptı. Dingley Bell’in en önemli oyuncusu Mr. Luffey; topu, gözü pek Dumkins’e atmak için ve Mr. Struggles da aynı şeyi şimdiye kadar fethedilmemiş Podder’a yapmak üzere seçilmişti. “Gözetçi” olarak sahanın çeşitli bölgelerine yerleştirilmiş ve hepsi bir ellerini dizlerine koyup, sanki az sonra uzun eşek oynayacaklarmış kadar eğilerek duruşlarını sabitlemişlerdi. Bütün saha oyuncuları bu tür şeyler yaparlardı, hatta başka bir tür duruşla gözetmen olmanın imkânsız olduğu varsayılırdı.
Hakemler kalelerin arkasında pozisyonlarını almışlardı ve vurucular da koşularını yapmaya hazırlanıyorlardı; nefessiz bir sessizlik vardı. Mr. Luffey hareketsiz Podder’ın kalesinin birkaç adım arkasına çekildi ve topu birkaç saniye boyunca sağ gözünün önünde tuttu. Dumkins gözlerini Luffey’nin hareketlerinden ayırmadan öz güvenle topun gelişini bekledi. “Başla!” diye bağırdı top atan oyuncu. Top elinden fırlayıp dümdüz şekilde kalenin merkezine doğru uçtu. Temkinli Dumkins ayıktı: Top sopanın ucuna değdi ve geçebilsin diye az önce eğilmiş olan açık saha oyuncularının başının üstünden hızla uçtu.
“Koş, koş! Bir tane daha! Şimdi onu at, at onu! Orada dur! Bir başkası! Hayır! Evet! Hayır! At onu, at onu!” Atışı takip eden bağırışlar bunlardı ve bunun sonucunda All-Muggleton iki puan kazandı. Böylece Podder da hem kendini hem de Muggleton’ı şöhretle bezemekten geri kalmamıştı. Şüpheli topları durdurdu, kötüleri ıskaladı, iyileri yakaladı ve sahanın her bir köşesine fırlattı. Açık saha oyuncuları terli ve yorgunlardı; atıcılar değişti ve kolları ağrıyana kadar atış yaptılar ama Dumkins ve Podder’ı hâlâ kimse yenemiyordu. Yaşlı bir beyefendi topun ilerleyişini mi durdurmaya çalışmıştı, top ya bacaklarının arasından geçer ya parmaklarının arasından kayardı. İnce bir adam topu yakalamaya mı çalışmıştı, top burnundan sekerek hızı artmış bir şiddetle uçuş keyfine devam eder, gözleri dolmuş, ince beyefendiyi de acıdan iki büklüm olmuş hâlde ardında bırakırdı. Doğrudan kaleye mi atılmıştı? Dumkins, kaleye toptan önce ulaşırdı. Kısacası Dumkins’in yetmediği noktalarda Podder sahne alıp hedefi vuruyordu ve Dingley Dell’in skoru yüzleri kadar boşken All-Muggleton elli dörde ulaşmıştı. Açık kapatılamayacak kadar büyüktü. Hevesli Luffey ve coşkulu Struggles, Dingley Dell’in yarışta kaybettiklerini geri getirmek için beceri ve deneyimin elverdiği her şeyi yapsalar da nafileydi, hepsi faydasızdı ve Dingley Dell oyunun başında pes etmiş, All-Muggleton’ın hünerlerinin kazanmasına izin vermişti.
Bu arada yabancı ara vermeden yiyor, içiyor ve konuşuyordu. Her iyi atışta oyuncuyla ilgili memnuniyetini ve beğenisini mümkün olan en küçümseyici ve kibirli şekilde ifade ediyordu ki bu kesinlikle söz konusu ekip için çok sevindirici olmalıydı. Bir yandan da her kötü yakalama girişiminde ise sorumlu kişiye kendi kişisel hoşnutsuzluğunu ifade eden “Ah, ah! Aptal!”, “Aferin, yağlı parmaklar!”, “Beceriksiz!”, “Şarlatan!” ve benzeri kınamalarla saldırıyordu ki bu da sanki asil kriket oyununa dair bütün inceliklerin müthiş ve kesin yargıcıymış gibi herkesin onunla hemfikir olmasıyla sonuçlanıyordu.
“Müthiş oyun. İyi oynadılar, kimi atışlar takdire şayandı.” dedi yabancı, oyunun bitiminde iki taraf da çadıra doluşurlarken.
“Siz eskiden oynar mıydınız, beyefendi?” diye sordu yabancının konuşkanlığından hoşlanmış olan Mr. Wardle. “Oynamış mıyım? Herhâlde oynadım. Burada değil, Batı Hint Adaları’nda. Heyecan verici bir şey. Zorlayıcı iş, epey.” “Öylesine sıcak bir iklimde epey bunaltıcı bir uğraş olmalı.” diye yorumda bulundu Mr. Pickwick.
“Sıcak ne kelime! Deli gibi sıcak. Kavurucu, kızgın. Bir keresinde bir maç yaptım, tek kale, arkadaşım albayla. Sör Thomas Blazo. Herhâlde onun kadar rom içen yoktur. Yazı turayı o kazandı. İlk atış. Saat sabah yedi. Açık saha oyuncusu altı kişi var, başladık; devam ettik. Sıcak çok yakıcı, yerliler hep bayıldı. Sahadan alındılar. Yeni bir yarım düzine getirildi, onlar da bayıldı. Blazo atış yapacak, koluna iki yerli girmiş. Beni yenemedi. O da bayıldı, albayı da aldılar. Vazgeçmeyen biri vardı, sadık hizmetli Quanko Samba. Kalan son adam. Güneş çok sıcak, sopa bile eridi eriyecek, top kahverengileşmiş. Sahayı beş yüz yetmiş kere turladım, epey yoruldum. Quanko kalan son gücünü topladı, beni yendi, banyo yaptı ve yemeğe gitti.”
“Peki adı bilmem neye ne oldu, efendim?” diye sordu yaşlı beyefendi.
“Blazo mu?”
“Hayır, diğer beyefendi.”
“Quanko Samba?”
“Evet, efendim.”
“Zavallı Quanko, bir daha kendine gelemedi. Beni yendi ama kendi de yenildi. Öldü, efendim.” Tam bu noktada yabancı, yüzünü toprak kupayla örttü ama bunu duygularını saklamak için mi yaptı yoksa kupadakileri mideye indirmek için mi, bundan tam olarak emin olamıyoruz.
Yalnızca bir anda duraksadığını, derin ve uzunca bir nefes çektiğini, Dingley Dell Kulübünün iki başlıca üyesi Mr. Pickwick’e bir şey söylemek için yanlarına yaklaştıklarında endişeyle ileri baktığını biliyoruz.
“Mavi Aslan’da mütevazı bir yemek yemek üzereyiz, efendim; siz ve arkadaşlarınızın da bize katılacağını umuyoruz.” “Elbette.” dedi Mr. Wardle. “Arkadaşlarımıza dâhil olanlar arasında Mr…” dedi ve yabancıya doğru baktı.
“Jingle.” dedi çok yönlü beyefendi, imayı hemen anlayarak. “Jingle. Hiçbir kurumun, hiçbir yerin Alfred Jingle’ı.”
“Elbette, çok mutlu olurum.” dedi Mr. Pickwick.
“Ben de.” dedi Mr. Alfred Jingle, bir kolunu Mr. Pickwick’in diğer kolunu da Mr. Wardle’ın omuzuna atıp ilk beyefendinin kulağına samimiyetle fısıldadı:
“Krallara layık bir restoran. Soğuk ama müthiş. Oraya bu sabah bir bakış attım. Kuşlar ve turtalar ve bir sürü o türden şey… Hoş insanlar, iyi huylular