Dönüşümüzü o kadar çok arzuluyorlar ki bizim gelişimiz şerefine en şişman domuzlarını keseceklerini söylüyorlar. Erdemli gençler olduğumuz için de bizler onlara itaat edeceğiz. Bunu okuduğunuz dakikalarda, bizler beş güçlü kuvvetli atın çektiği bir posta arabasıyla anne ve babalarımıza gideceğiz. Bossuet’nin deyimi ile konak yerimizi değiştiriyoruz. Gidiyoruz, hatta gittik bile. Laffitte’in kollarında ve Caillard’ın kanatlarında kaçıyoruz. Toulouse şehri, bizi büyük bir felaketten kurtarıyor ve bu felaket sizlersiniz, bizim küçük sevgililerimiz! Saatte altı kilometre hızla, dörtnala toplumdaki yerimize, ailelerimize dönüyoruz. Dünyanın geri kalanı gibi bizim de kaymakam, aile babası, polis ve devlet meclisi üyesi olmamız ülkenin menfaati için gereklidir. Bizim için dua edin. Kendimizi feda ediyoruz. Bizim arkamızdan ağlayabilirsiniz ama sonrasında gözyaşlarınızı silerek yerimize başkalarını bulun. Bu mektup sizi yaraladı ise karşılık olarak onu yırtıp atın. Elveda.
Yaklaşık iki yıl boyunca sizleri mutlu ettik. Bunun için bizlere sakın kin tutmayın.
NOT: Akşam yemeğinin ücreti ödendi.
Dört genç kadın birbirlerine baktılar. Sessizliği ilk bozan Favourite oldu.
“Eh!” diye haykırdı. “Hiç de fena bir sürpriz sayılmaz.”
“Çok saçma.” dedi Zéphine.
“Bu kesinlikle Blachevelle’nin fikri olmalı.” diye devam etti Favourite. “Şimdi ben ona âşıkmışım gibi oldu. O, beni bıraktı gitti ve bir maceranın sonu geldi.”
“Hayır.” dedi Dahlia. “Bence Tholomyès’in fikriydi. Bu apaçık ortada.”
“O zaman…” diye karşılık verdi Favourite. “Blachevelle’e ölüm ve çok yaşa Tholomyès!”
“Çok yaşa Tholomyès!” diye haykırdı Dahlia ve Zéphine. Ve ardından da kahkahayı patlattılar. Fantine de diğerleriyle birlikte gülüyordu.
Ancak bir saat sonra odasına geri döndüğünde ağlıyordu. Dediğimiz gibi bu, onun ilk aşkıydı. Ona kendisini kocasıymış gibi vermişti ve zavallı kızcağız, bir de Tholomyès’ten bir çocuk sahibi olmuştu.
Dördüncü Kitap
Güvenmek Bazen Bir İnsanın Kurtarıcısıdır
I
Bir Anne Başka Bir Anneyle Tanışıyor
Bu yüzyılın ilk çeyreğinde Paris yakınlarındaki Montfermeil’de artık var olmayan, bir çeşit üstü han, altı meyhane olan bir mekân vardı. Bu mekânı, Thénardierler adında bir karı-koca işletiyordu. Boulanger hattı üzerinde yer alan mekânın kapısının üzerinde çivilenmiş, tahta bir resim vardı. Bu tahtanın üzerinde, bir generali sırtında taşıyan bir askerin resmi yer alıyordu. Kırmızı lekeler kanı temsil ediyordu, resmin geri kalanı dumandan oluşuyor ve muhtemelen bir savaşı tasvir ediyordu. Resmin altında ise şu sözler yazılıydı: WATERLOO ÇAVUŞU’NA.
Bir hanın kapısında, çoğunlukla araba ya da at resimleri görmeye alışık olan yolcuları şaşırtıyordu bu resim. Bununla birlikte, 1818 baharında bir akşam, oradan geçenler Waterloo Çavuşu’nun hanının önünde tekerlekleri yarı yarıya çamura gömülmüş, caddeyi tıkayan tenekeden bir bahçe arabası gördüklerinde, kendi kendilerine bunun ne işe yarayacağını soruyorlardı.
Ülkenin ormanlık arazilerinde kullanılan, kalın kalasları ve ağaç kütüklerini taşımaya yarayan bahçe arabalarından biriydi. Ağır bir şaft üzerine yerleştirilmiş, iki büyük tekerlek tarafından desteklenen, demir dingilli bir kasnaktan oluşuyordu. Sanki oraya büsbütün paslanması için bırakılmış gibiydi. Muazzam bir top arabası gibi görünecek kadar büyüktü. Yıpranmış tekerlekleri, katetmiş olduğu onca yolun izlerini taşır gibi sarımsı çamur tabakasıyla kaplıydı. Odundan yapılma kısmı çamur içerisindeyken demir kısımları pasın altında kayboluyordu. Aksının üzerinde sanki mahkûmları taşırken bağlamaya yarayan büyük bir zincir asılıydı. Bu zincir aslında taşıma görevi olan kirişlere değil, zamanında koşum takımlarına hizmet etmiş olmalıydı. Büyük bir geminin kadırgasından kopmuş büyükçe bir sandal görünümüne sahipti. Üzerindeki zincirlerle Homeros, Polyphemus’u; Shakespeare ise Caliban’ı bağlayabilirdi.
Sokağın resmen ortasına bırakılmış olan bu büyük bahçe arabası, orada ne işe yarayabilirdi ki? Ama çok geçmeden handan kucağında on sekiz aylık bir bebeği taşıyan iki buçuk yaşlarında bir kız dışarı çıkmış, arabaya tırmanmaya başlamıştı; çocuklar orada keyifle oynamaya koyulmuşlardı. Diğer yolcular, bu eski ve paslı arabanın onların oyuncağı olduğunu anlamışlardı. Güzel ve zarif giyinmiş iki çocuk, mutluluktan ışıldıyordu; eski püskü o paslı arabanın içinde, henüz açmış iki gül goncasına benziyorlardı. Gülüşüp neşeyle oynaşıyorlar, yanakları attıkları kahkahaların etkisiyle pespembe kesiliyordu. Biri sarışın, diğeri ise esmerdi. Masum yüzleri, tarlalardan gelen bahar kokusu onların nefesleriymiş gibi etrafa neşe saçıyordu. On sekiz aylık olan küçük, o bebeklere has saflığıyla bedenini saran küçücük elbisesini çıkarıp yere atmış; çırılçıplak hâlde oynamaya devam ediyordu. Bu iki masum çocuğun ışıl ışıl başları, cıvıltılı seslerinin yanında o eski bahçe arabası, kötü niyetli bir canavar gibi görünüyordu.
Birkaç adım ötede, hanın kapısının eşiğine oturmuş sert bakışlı bir kadın, anneliğe has o içgüdüsel koruma duygusuyla çocuklar düşmesin diye uzaktan onları izliyordu. Onlar arabanın üzerindeki zinciri her ileri geri salladıklarında, öfke dolu korkunç tiz sesiyle çocukları uyarıyordu. Küçük çocuklar neşe içinde oyunları sürdürüyor, batan güneş ise sanki onların eğlencesine eşlik ediyordu. Böylesi güzel bir manzara kesinlikle çok zor görülürdü.
Çocuklarını seyrederken sert bakışlı anneleri bir taraftan da oldukça bed sesiyle bir şarkı mırıldanıyordu:
Öyle olduğunu söylemiş, bir savaşçı.
Şarkısı ve kızlarının neşesi, sokakta olup biteni duymasını ve görmesini engelliyordu. Tam şarkısının sonuna vardığı sırada, ona doğru yaklaşan birisinin ayak seslerini duydu:
“Ne kadar güzel çocuklarınız var, Madam.”
“Peri kızı gibi güzel ve hassaslar.” diye yanıtladı kadın, bir taraftan şarkısını da sonlandırarak. Sonra başını çevirdi. Hemen birkaç adım ötesinde, kucağında çocuğunu taşıyan bir kadın duruyordu.
Ayrıca bir kolunda, oldukça ağır olduğu belli olan bir de çanta taşıyordu. Kucağında taşıdığı iki-üç yaşlarındaki kız çocuğu ise çok nadir görülebilecek, muazzam bir güzelliğe sahipti. Çok güzel ve temiz giyimliydi, fırfırlı elbisesi diğer iki çocuğun kıyafetlerinden çok daha güzeldi. Başında ince ketenden bir şapkası, belinde şirin kurdeleli kemeri, elbisesinin eteklerindeki zarif dantellerle öylesine şirindi ki! Eteğinin kıvrımlarının altından, bembeyaz tombul bacakları görünüyordu. Pembe yanaklarıyla çok sağlıklı bir ufaklıktı. Küçük güzelliğe bakan bir kişi, yanaklarından bir ısırık almamak için kendisini kesinlikle zor tutabilirdi. Çok iri gözleri ve muhteşem gür kirpikleri dışında, göz rengi hakkında hiçbir şey görünmüyordu. Çünkü o muhteşem ufaklık, uyuyordu.
Yaşına özgü o mutlak güven uykusuyla uyuyordu. Annelerin kolları şefkatten yapılma yumuşak bir yatak gibidir ve içlerinde çocuklar derin uykuya dalarlar.
Anneye gelecek olursak görünüşüne bakılacak olursa fazlasıyla üzgün ve yoksul biriydi.