yaşama bağlı bir insanım. Aklın almadığı olaylar hâlâ olmaya devam ettiğine göre dünyada her şey bitmiş değil. Bunun için ölümsüz tanrılara inanırım ben. İnsanoğlu yalan söyler ve yalan söylerken gülmeyi de başarır. İnsanoğlu her şeyi onaylamalıdır ancak bir taraftan şüpheci de olmalıdır. Bu kıyastan, çok beklenmedik şeyler çıkar ve bu da iyidir. Aşağıda hâlâ paradoksun sürpriz kutusunu nasıl neşeyle açıp kapatacağını bilen insanlar var. Hanımlar; böyle sakin bir havada içtiğiniz, bu deniz seviyesinden üç yüz on yedi kulaç yükseklikteki Coural das Freiras Bağı’ndan gelen Madeira şarabıdır, bunu bilmelisiniz. İçerken dikkat edin! Üç yüz on yedi kulaç! Ve muhteşem yemekler sunan Mösyö Bombarda size üç yüz on yedi kulaçtan gelen bu şarabı dört frank ve elli sente veriyor.”
Fameuil yine onun sözünü kesti:
“Tholomyès, fikirlerin kanununu düzeltiyor. En sevdiğin yazar kim?”
“Ber.”
“Quin?”
“Hayır. Choux.”
Ve Tholomyès devam etti:
“Bombarda’nın şerefine! Bana Kızılderili bir dansöz bulabilseydi, Elephanta’nın Munophis’i ile yarışabilirdi; Yunan bir fahişe getirebilseydi, Chaeronealı Thygelion’a eşit olurdu. Ah, hanımlar! Eski Yunan’da ve Mısır’da da Bombardalar vardır. Bundan bize Apuleius bahsediyor. Ne yazık ki hep aynı şey oluyor, yaratıcının yaratışına ait bilinmedik başka bir şey kalmadı ki! ‘Güneşin altında yeni bir şey yok.’ yok diyor Süleyman. ‘Hepsine aynı sevgi.’ diyor Virgil ve Aspasia, Pericles ile birlikte, Samos donanması ile denizlere çıkıyor. Son bir sözüm daha olacak. Aspasia’nın ne olduğunu biliyor musunuz, hanımlar? Kadınların henüz ruhunun olmadığı bir çağda yaşamasına rağmen o bir ruhtu; pembe ve mor bir ruh, ateşten daha ateşli, şafaktan daha taze. Aspasia, kadınlığın iki ucunun buluştuğu bir yaratıktır; hem bir fahişe hem bir tanrıçaydı; Sokrates ile Manon Lescaut’nun birleşimiydi. Aspasia, Prometheus’a bir eşe ihtiyaç duyulması durumu için yaratılmıştı.”
Tholomyès bir kez konuşmaya başladığında susması zordu; tam o sırada sokaktaki bir at, çektiği arabadaki yükün ağırlığını kaldıramayarak düşmeseydi daha da konuşmaya devam ederdi. Bu olay, hem arabacıyı hem de bizim delikanlıyı şaşkına uğratmıştı. Bir Beauceron kısrağıydı, yaşlı ve çok zayıftı ve ağır bir arabaya koşulmuş olduğundan çok yorulmuştu. Bitap düşmüş bitkin yaratık, Bombarda’nın önüne geldiğinde daha fazla ilerlemeyi reddetmişti. Bu olay, büyük bir kalabalığın da dikkatini çekmişti. Arabacı ise bu duruma çok öfkelenmiş, küfürler ederek zavallı ölen hayvanı kamçılamaya devam ediyordu. Yoldan geçenlerin gürültüleri Tholomyès’in dinleyicilerinin başlarını da o tarafa çevirmesine neden olmuş, ona sözlerini şu kederli şiirle bitirme fırsatını vermişti:
Yük arabası ya da süslü fayton sürsün,
İkisi de aynı kaderi paylaşıp gittiler bu dünyadan.
Beygir bu zaman zarfında,
Aynı diğer beygirler gibi yaşadı.
“Zavallı at!” diye iç geçirdi Fantine, duruma çok üzülmüştü.
“Atlar için bile ağlamaya hazır olan Fantine! Bir insan nasıl bu kadar acınası bir aptal olabilir!” diye haykırdı Dahlia.
O anda Favourite kollarını kavuşturup başını arkaya atarak Tholomyès’e kararlılıkla baktı ve şöyle dedi: “Haydi ama ne oldu bizim sürprize?”
“Doğru diyorsunuz. Tam vakti.” diye yanıtladı Tholomyès.
“Beyler, bu hanımlara sürprizimizi açıklama zamanımız geldi.
Bizi biraz bekler misiniz hanımlar?”
“Bu sürpriz bir öpücükle başlamalı.” dedi, Blachevelle başta olmak üzere erkekler.
“Alınlarından!” diye ekledi Tholomyès.
Her biri, ciddi bir edayla sevgililerinin alnına birer öpücük kondurdu; sonra hepsi birden parmaklarıyla sus işareti yaparak koşa koşa kapıdan dışarı çıktılar. Onlar dışarı çıkarken Favourite, ellerini çırpıyordu.
“Şimdiden pek eğlenceli olmaya başladı.” dedi.
“Geç kalmayın.” dedi Fantine. “Sizi bekliyoruz.”
IX
Mutlular İçin Mutlu Bir Son
Genç kızlar yalnız kaldıklarında ikişer ikişer pencere pervazına yaslanarak sohbet ediyor, başlarını uzatıyor ve bir pencereden diğerine konuşuyorlardı.
Delikanlıların Bombarda’dan kol kola çıktığını görmüşlerdi. Sonra köşeye doğru yönelmişler, gülerek onlara el sallamışlar ve daha bir dakika bile geçmeden onları Champs-Élysées’yi pazar günleri işgal eden tozlu kalabalığın arasında gözden kaybetmişlerdi.
“Geç kalmayın!” diye bağırdı Fantine.
“Bize ne getirecekler acaba?” dedi Zéphine.
“Kesinlikle güzel bir şey olacaktır.” dedi Dahlia.
“Umarım altın olur.” dedi Favourite.
Dikkatleri, çok geçmeden büyük ağaçların dallarının arasından görebilecekleri ve onları büyük ölçüde başka yöne çeviren gölün kıyısındaki hareketlerle dağıldı. Posta arabalarının kalkış saati gelmişti. Güneye ve batıya giden yolcular, taşraya herhangi bir şey gönderecek olanlar, bulvarın diğer ucunda hızla gidip geliyorlardı. Çoğunluk rıhtımı takip ediyor ve Passy bariyerlerinden geçiyordu. Sarıya ve siyaha boyanmış ağır yükler, gürültülü koşumlu sandıklar, mektuplar, valizler, insan kafalarıyla dolu posta arabaları kalabalığın içinden geçiyor; arkasında büyük bir toz bulutu bırakarak gözden kayboluyordu. Bu uğultulu karmaşa kızları pek mutlu etmişti.
“Ne kadar hızlılar! Uçup giden bir zincir yığını olduğu söylenebilir.” diye haykırdı Favourite.
Şans eseri kalın karaağaçların arasından güçlükle görebildikleri bu araçlardan biri bir an durdu, sonra tekrar dörtnala yola çıktı. Bu durum Fantine’i şaşırttı.
“Bu çok garip!” dedi şaşkınlıkla. “Posta arabalarının hiç durmadığını sanırdım.”
Favourite omuzlarını silkti.
“Şaşırtıcı olan sensin Fantine. Ben merakla sana bakıyorum. En basit şeylerden gözlerin kamaşıyor. Misal, ben bir yolcuyum ve arabacıya ‘Beni biraz ileriden alacaksın.’ dedim. Neden olmasın? Yola çıkar, beni görür, durur ve alır. Bu her gün yapılan bir şey. Sen gerçekten de hayata dair hiçbir şey bilmiyorsun, tatlım.”
Bu şekilde bir süre daha geçti. Favourite, sanki yeni uyanan biri gibi bir anda yerinden sıçradı.
“Eh.” dedi. “Sürprize ne oldu?”
“Evet, gerçekten.” diye katıldı Dahlia. “Şu ünlü sürpriz.”
“Gideli çok uzun zaman oldu.” dedi Fantine.
Fantine derin bir iç geçirdiği sırada, yemekte onlara hizmet eden garson içeri girdi. Elinde mektuba benzeyen bir şey tutuyordu.
“Nedir o?” diye sordu Favourite.
Garson cevap verdi:
“Bu, beylerin hanımlar için bıraktığı bir kâğıt.”
“Neden hemen getirmediniz?”
“Çünkü…” dedi garson. “Beyler, bir saat boyunca onu hanımlara teslim