Veli Toprak

Son Alperen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri


Скачать книгу

6-7 kişi olarak devam ettiler. Onları da hep öyle gördüm, yakın hissettim. Bizim partide de beni kendine yakın hissedenlerden gördü. Birçok zaman bir araya gelirdik.

“Herkes Araziye Uyarken…”

      En kritik dönemlerde herkes araziye uyarken, çeşitli gerekçeler ileri sürerken, günün etkili insanlarının güdümüne girerken Muhsin Bey bunu yapmamıştır. Bunu o kadar yapmadı ki saygı duyduğu, geldiği Ocaktan, Türkeş Bey’den bile bu prensipli, ilke bağlılığından dolayı ayrıldı. Bunlar kolay şeyler değildi. Bir taraftan saygı duyarsınız, bir taraftan yaşça önemli insanlar, prensip ve değerleriniz söz konusu olduğunda ters düşersiniz. O da saygılı bir şekilde, bir çirkinliğe fırsat vermeyecek şekilde, dedikoduya, yakışmayacak tavırlar içine girmeyecek şekilde kendisini ayırt edebildi. Bu kolay bir şey değil. En zor işlerden birisi de bu tabii ki. Aslında karakterler bu durumlarda test edilir. Bunu saygın, asil bir şekilde mi yoksa seviyeyi çok düşürerek mi yapıyorsunuz?

      Siz de 1998 yılında Fazilet Partisi’nden genel başkan adayı olmuştunuz…

      Ben de onu yaşadığım için söylüyorum. Biz bu kararı verince çok düşündük arkadaşlarla, İslam tarihini, Türk tarihini bütün düşünüyorsun. Sonunda karar verdiğimizde o zaman “Ben bunu gidip hocaya söyleyeceğim.” dedim. Çok şaşırdı arkadaşlar. “Nasıl yani?” dediler. “Ben onun en yakınlarındanım.” dedim. Genel başkan yardımcısıyım. Sokaktan, gazetecilerden mi duyacak genel başkan adaylığımı. Bizden duymalı. Kimse gelemedi, Azmi Ateş Bey’i aldım, beraber gittik. “Hocam!” dedim. “Bizim yapacağımız şeyi sokaktan başkasından duymanızı istemem.” dedim. “Size koşup gelecekler, çocuklar şöyle yapıyor.” diye. “Siz biliyor olmalısınız bunu, müsaade ederseniz söyleyeyim, size saygı ve sevgimizden bir şey yok ama bu siyaset tarzının ne memlekete ne partimize ne size faydası oluyor. Biz böyle bir hareket içine giriyoruz, burada şunu bilin ki saygımızda en ufak bir şey olamaz.” “Bir düşünün.” dedi. Bu işler çok zordur. Daha sonra da Allah rahmet etsin, hoca beni hep takdir etti. “Asil davrandı Abdullah Bey.” diye her yerde konuştu.

“Hocayla İlgili Ağzımdan Kötü Bir Kelime Çıkmadı”

      Siz de cumhurbaşkanı iken ona jest yaptınız.

      Hayır, o jest değil. O görev. O büyük bir sorumluluktu. O dönem parti kapatma davaları yaşanıyor, ben her gün dua ediyordum. Böyle bir şey gelince önüme “Aman bir hak tecelli etmesin, kara leke olarak kalır üstümde.” dedim, bir taraftan da düşünün parti bir oyla kurtuldu. O dava bitti. O bizim görevimiz, sorumluluğumuzdu. Söylemek istediğim; bütün bunlar zor şeyler. Erbakan Hoca’yla ilgili ağzımdan kötü bir kelime çıkmamıştır. Muhsin Bey’le de şahit olduğum kadar niçin ayrıldıklarının gerekçelerini anlatmanın ötesinde en ufak saygısızlık içerecek bir şey duymadım. Bunlar çok önemli tabii.

“Karşılık Beklemeden REFAHYOL’a Destek Verdi”

      Türkiye’nin o zor dönemlerinde, herkesin sindiği dönemde Muhsin Bey çok öne çıktı. Cesurdu… Herkes ilkeli, prensipli olur ama cesur olamaz. İnsanlar bazen ilkeli olur ama pasif kalırlar. Yanlış yapmazlar ama pasif kalırlar. Muhsin Bey cesur tavrıyla hep konuştu, çok açık tenkitler yaptı. Meclis kürsüsünden konuştu. Basında, dışarıda çok konuşmaları oldu. Yanlış şeyleri, o süreçleri çok eleştirdi. Kendisinin ayrıldığı siyasi kadrolar çeşitli gerekçelerle diğeriyle hareket ederken, Muhsin Bey tutarlı tavırlar ortaya koydu.

      Sizin de bakan olduğunuz REFAHYOL Hükûmeti’ne hiçbir şart koşmadan destek olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

      REFAHYOL Hükûmeti’nin kurulmasında anahtar rol oynadı. Arkadaşlarıyla verdiği destek çok kritikti. Bunu herhangi bir karşılık beklemeden yaptı, Türkiye bu işlere hep alışıktır, pazarlık yaparak al-ver işleri yapılır, bakanlar, koltuklar, makamlar bunların hiçbirini aklının ucundan geçirmedi. Sadece dava ve özlediği Türkiye vardı. Bu hiç unutulmaz doğrusu. Erbakan Hoca da hep takdir etti.

“Hayran Olduğum Özelliği…”

      Cumhurbaşkanlığım döneminde, sancılı süreçte Muhsin Bey hep doğruları söyledi. Cesur ve açık yüreklilikle hep konuştu. Cumhurbaşkanı seçildiğimde arkadaşlarıyla beraber tebriğe geldiler. Toplumsal destek benim için de önemliydi. Arkamda olduğunu görmek… İnsanlar siyasi hayatta hep zikzak yaparlar, bir sürü kazanımlar/kaybetmeler, çok hesabi olurlar küçük insanlar. Muhsin Bey’i ben hep tek istikamette gördüm. Hiçbir zaman küçük hesaplar içinde olmadı. Değerler üzerinden hareket etti. Bunun en önemli sebeplerinden birisi de siyasetten önceki döneminin muhasebeleri, çileleri… Hayran olduğum bir şey, arkadaşlarının da etrafında çok kenetlenmesi, bu kolay bir şey değil. Ana akım siyasetten kopup belli bir siyasi hareket olduktan sonra onun yaşayabilmesi, var olabilmesi tek kişilik işler değildir. Kendisi gibi aynı hassasiyetlere sahip çok güçlü arkadaşları vardı. Şimdi de vefatından sonra onu hep görüyorum. Bunun ille de siyasi hayatta olması gerekmiyor. Toplumun içinde de bunu görüyorum.

“O Günü Hiç Unutamam”

      Helikopter kazasında öldüğü/öldürüldüğünde siz cumhurbaşkanı idiniz…

      Vefatı çok elem verici. O zaman cumhurbaşkanı idim. Ben doğrusu o günü hiç unutamam. Şöyle unutamam; bana haber geldi, makamda Çankaya’dayım. Böyle bir şey oldu. Önce inanamadım, nasıl olabilir dedim, sonra işin gerçek olduğunu düşündükten sonra hemen ulaşılması ve devamlı takiple herkese talimat verdim.

“Bütün Kurumların Âcizliğini Hissettim”

      Zaman geçtikçe ilk defa, bütün Türk Devleti’nin, Türk Devleti demeyeyim de devletimizin, kurumlarının beni büyük hayal kırıklığına uğrattığını gördüm. Öfkeleniyordum, şöyle diyordum; “Nasıl olur?” diyordum, bugün gibi hatırlıyorum. “Afrika’nın ormanlarında düşmüş bir helikopter mi bu okyanusun ortasına düşmüş bir uçak mı? Bu kendi sınırlarımız içerisinde düşmüş bir helikopter, nasıl olur da buna ulaşılamaz?” diyorum. “Hani ta uzaydan yürüyen arabanın plakasını okuyan teknolojilerden bahsedilirken nasıl olur da hâlâ ulaşamazsınız?” diye bütün kurumlara, hepsine talimat veriyordum, özel kalemim, yaverim, danışmanım sürekli bilgilendiriyorlardı. Doğrusu aklım hiç almadı. Âcizliği, bütün kurumların âcizliğini o zaman çok acı hissettim. Çok öfkeleniyordum, ya nasıl olur! Çünkü saatler geçiyor, nasıl olur bu okyanusun ortasına düşmedi! Balta kesmez ormanlığa düşmedi, kendi sınırlarımız içinde olan bir şey. Helikopterin gidişi gelişi hep takip ediliyor. Bu nasıl iş, nasıl yetişilemez.

“Rahatsız Olanlar Oldu, Bana da İlettiler”

      Ertesi gün, bütün o koordinasyonu, çalışmaları gördükçe, hâlâ ulaşılamıyor, bir taraftan haber gelir, doğru mu değil mi? Bütün devlet sisteminin o günkü gibi âcizliğini devletin başı olarak çok hissettim. Bunu herkesin kafasına vurur gibi de söyledim. Hâlâ da akılalmaz bir şey. Sonra tabii acı gerçek ortaya çıktı. Ulaşıldı, edildi ama… Her şey iş işten geçtikten sonra, büyük zaman kaybından sonra oldu. Daha sonra bunun ortaya çıkması için epeyce uğraş verdim, Devlet Denetleme Kurulunu görevlendirdim, çok sıkı talimatlarım oldu. Onlar da çok çalıştı, rapor da yayımlandı. Onlar savcılığa, ilgili kurumlara verildi. O ara, bu çalışmalardan rahatsız olanlar oldu. Bana da iletildi. Hiç şey etmedim. (Dikkate almadım.) Burayı geçeyim…

“ ‘Kesin Şudur.’ Diyemiyorum…”

      Kaza için ne diyorsunuz, sizin yorumunuz, kanaatiniz nedir?

      Çeşitli şüpheleri izale etmek gerekiyor. Açıkçası bana bugün de sorsanız “Kesin şudur.” diyebilecek durumda değilim.