Papaz; evde hasta çocuğu, kocası, karısı, babası, annesi, kız kardeşi, erkek kardeşi ya da herhangi bir kimsesi olan kişilerin, İtalya’daki Göckerli Tepesi’ne hacı olarak gidip bir gümüş lira karşılığında biraz defne yaprağı getirdiğinde yakınlarının hastalığı ne olursa olsun hemen iyileşeceğini ve bu geziye gitmek isteyen kişilerin vaazı bittikten sonra vereceği çuval ile gümüş parayı almak üzere kendisine gelmesini söylemiş.
Çiftçi, bu vaazda duyduklarına çok sevinmiş ve vaaz biter bitmez hemen papaza gidip defne yaprakları için çuval ile gümüş parayı almış. Eve gidince daha kapıdan girerken heyecanla karısına seslenmiş: “Müjde karıcığım! Artık iyileşeceksin! Bugünkü vaazında papaz; evde hasta çocuğu, kocası, karısı, annesi, babası, kız kardeşi, erkek kardeşi ya da herhangi bir aile bireyi olan kişilerin, İtalya’daki Göckerli Tepesi’ne hacı olmaya gidip bir gümüş liraya bir tutam defne yaprağı almaları hâlinde hastalarının iyileşeceğini söyledi. Ben de hemen gidip çuvalı ve gümüş lirayı aldım. Hemen şu yolculuğa çıkayım ki sen de bir an önce iyileş.” diyerek evden ayrılmış. Adam evden ayrılır ayrılmaz papaz gelmiş.
Papazla çiftçinin karısını bir yana bırakıp bir an önce Göckerli Tepesi’ne ulaşmak için durmadan yürüyen çiftçiye gelirsek; çiftçi, yoluna devam ederken bir adamla karşılaşmış. Bu adam, yumurtalarını satmaya gittiği pazar yerinden yeni dönmekte olan bir yumurta tüccarıymış. Adam, çiftçiye: “Hayırdır, böyle hızlı hızlı nereye yetişiyorsun?” diye sormuş.
Çiftçi de: “Karım çok hasta, evde yatıyor. Bugün de pazar vaazında papaz; evde hasta çocuğu, kocası, karısı, annesi, babası, kız kardeşi, erkek kardeşi ya da herhangi bir aile bireyi olan kişilerin İtalya’daki Göckerli Tepesi’ne hacı olmaya gidip bir gümüş liraya bir tutam defne yaprağı almaları hâlinde hastalarının hemen iyileşeceğini söyleyince ben de defne yaprakları için çuvalımı ve gümüş liramı aldım, yola koyuldum.” demiş. Adamın anlattıklarını duyan yumurta tüccarı: “Böyle bir şeye inanabilecek kadar aptal mısın? Bunun ne anlama geldiğini biliyor musun? Papaz senin karınla rahat rahat yalnız kalabilmek için seni uzak bir yere göndererek oyalamaya çalışmış.” demiş.
Çiftçi şaşırmış: “Aman Tanrı’m! Bunun doğru olup olmadığını nasıl anlayacağım?” demiş.
Tüccar da ona: “Gel o zaman, ben sana ne yapman gerektiğini söyleyeyim. Benim yumurta küfemin içine gir, saklan. Seni evine geri götüreceğim, sen de olanları kendi gözlerinle göreceksin.” demiş. Konuştukları gibi yumurtacı, çiftçiyi küfesine koyup onu sırtında eve taşımış.
Eve vardıklarında bir bakmışlar ki çiftçinin karısı neredeyse kümesteki tüm hayvanları kesmiş, börekler yapmış. Papaz da oradaymış, hatta kemanını bile getirmiş. Tüccar, evin kapısını çalmış. Kadın, “Kim o?” diye sorunca da: “Benim, Tanrı misafiri. Bu gece konaklamama izin verin. Pazarda yumurtalarımı satamadığım için eve tekrar geri taşımam gerek ama öyle ağırlar ki artık taşıyamıyorum. Üstelik karanlık da çöktü.” demiş.
Kadın: “Doğrusunu istersen benim için çok uygunsuz bir zamanda geldin ama madem buradasın, yapacak başka bir şey yok. İçeri gir ve fırının yanındaki sandalyeye otur.” diyerek Tanrı misafirini ve sırtında taşımakta olduğu küfesini sobanın yanına yerleştirmiş. Papaz ve kadın oldukça keyifli görünüyorlarmış. Papaz, kadına: Canım, hadi o güzel sesinle bana bir şarkı söyle.” demiş. Kadın da: “Yok, şimdi söyleyemem. Gençken çok daha iyi şarkı söylerdim ama artık eskisi gibi değilim.” demiş. Ancak papaz tekrar ısrarla: “Hadi birazcık söyle.” demiş.
Kadın da söylemeye başlamış:
Kocamı gönderdim ta nerelere,
İtalya’daki Göckerli Tepesi’ne.
Sonra papaz da eşlik etmiş:
Dilerim bir yıldan önce dönmez zavallı,
Yoksa hiç ister miydim ondan boşuna,
Bir çuval dolusu defne yaprağı.
Derken Tanrı misafiri tüccar da onlara katılmış. Bu arada çiftçi adamın adı, Hildebrand’mış.
Sevgili Hildebrand’ım sobanın yanındaki bankta,
Ne yapıyorsun Tanrı aşkına?
Sonra çiftçi de küfenin içinden seslenmiş:
Bugünden tezi yok şarkılar yasak,
Bana da düşer artık sonunda bu sepetten çıkmak!
Ve sepetten çıkıp papazı evinden kovmuş.
Şarkı Söyleyen Kemik
Ülkenin birinde vahşi bir yaban domuzu tarlada çalışanlara saldırıp, insanları öldürüp, vahşi pençeleriyle onlara korkunç şekilde zarar veriyormuş. Ülkenin kralı, ülkesini bu beladan kurtarabilecek kişiyi ödüllendireceğini duyurmuş. Ama yaratık öylesine büyük ve korkunçmuş ki onun yaşadığı ormana girmeye kimseler cesaret edemiyormuş.
En sonunda kral, domuzu kendisine ölü ya da diri getirmeyi başaran kişiyle biricik kızını evlendireceğini duyurmuş.
Ülkede yaşayan fakir bir çiftçinin, iki oğlu varmış. Çiftçi, oğullarının böyle bir şeyin üstesinden gelebileceğini düşünmüş. Akıllı ve becerikli olan büyük oğlan biraz kibirliymiş. Masum ve saf olan genç oğlan ise oldukça temiz yürekliymiş.
Bunun üzerine kral, en iyi ve güvenilir yolun ormanda farklı yönlere gitmeleri olduğunu söylemiş.
Küçük kardeş biraz ilerledikten sonra önüne küçük bir peri çıkmış ve elinde tuttuğu siyah mızrağı göstererek: “Temiz kalpli ve masum olduğun için sana bu mızrağı vereceğim. Bununla gidip vahşi domuzu yakalayabilirsin, üstelik sana zarar da vermeyecek.” demiş.
Delikanlı; periye teşekkür edip, mızrağı alıp omuzuna yerleştirmiş ve fazla oyalanmadan yoluna devam etmiş. Çok geçmeden saldırmaya hazır bir şekilde kendisine doğru gelmekte olan vahşi hayvanı fark etmiş. Olduğu yerde kalarak sıkıca mızrağı önünde tutmuş. Vahşi domuz, hışımla ona doğru koşup tam da üstüne atıldığı anda delikanlının elindeki mızrak domuzun kalbine saplanarak onu öldürmüş.
Delikanlı, vahşi hayvanın ölüsünü omuzuna alıp büyük kardeşini bulmaya gitmiş. Ormanın diğer tarafındaki geniş alana yaklaştığında müzik sesi duymuş ve bir sürü insanın dans edip eğlenmekte olduğunu görmüş. Abisi de onların arasındaymış. Vahşi domuzun çok uzağa gidemeyeceğini düşünerek hayvanın peşine sabah düşmeyi planlıyor ve gece, arkadaşlarıyla eğlenerek cesaret toplamaya çalışıyormuş.
Omuzunda vahşi domuzun ölüsüyle ormandan çıkan kardeşini gördüğü anda içini bir kıskançlık ve fesatlık kaplamış. Ancak gerçek hislerini saklayarak kardeşine nazikçe: “Sevgili kardeşim, gelip bize katıl. Hem biraz dinlenir, bir şeyler içer, güç toplarsın.” demiş.
Durumdan şüphelenmeyen küçük kardeş, yaratığın ölüsünü abisinin evine taşımış. Sonra da ona, ormanda kendisine mızrak veren periden bahsetmiş ve vahşi hayvanı nasıl öldürdüğünü anlatmış.
Abisi, onu biraz daha kalmaya ve akşama kadar orada dinlenmeye ikna etmiş. Sonra ikisi birlikte hava iyice karardığında, alaca karanlıkta, nehir kenarında yürüyüşe çıkmışlar. Nehrin üzerindeki küçük köprüden geçerlerken büyük oğlan, kardeşini önden göndermiş. Köprünün ortasına geldiklerinde ona arkasından öyle sert vurmuş ki delikanlı hemen oracıkta, cansız hâlde yere yığılmış.
Kardeşinin