Братья Гримм

Grimm Masalları


Скачать книгу

etmemek için sessizce odadan çıkmış. Tekrar kapıya çıktığında prensesi getirmesini bekleyen devleri görmüş. Devlere seslenerek içeri girmelerini, şu anda prensese göz kulak olduğu için onlara kapıyı açamayacağını ancak kapının altındaki delikten sürünerek geçebileceklerini söylemiş. Devlerden ilki yaklaştığında avcı; onun kafasını saçlarından kavradığı gibi içeri çekerek bir vuruşta öldürmüş, sonra da gövdesini içeri sürüklemiş. İkinci devi de çağırıp aynısını ona da yapmış. Sonra da üçüncü devi öldürmüş. Güzel prensesi bu korkunç devlerden kurtardığı için çok mutluymuş. Sonra üç devin de dillerini kesip onları da çantasına atmış. Kendi kendine: “Evime dönüp babama daha şimdiden neler yaptığımı göstereceğim ve sonra da dünyayı gezmeye devam edeceğim. Şansım yolunda gidecektir.” diye düşünmüş.

      Sabah olup da kral uyandığında üç devin cansız bedenlerini bahçede görmüş. Hemen gidip prensesi uyandırmış ve ona bu devleri kimin öldürmüş olabileceğini sormuş. Prenses: “Sevgili babacığım, ben uyuyordum devleri kimin öldürdüğünü bilmiyorum.” demiş. Ancak doğrulup da terliklerini giyeceği sırada, terliklerinin sağ tekinin olmadığını görmüş. Sonra da şalının sağ köşesinin kesilmiş olduğunu ve geceliğinden de bir parçanın eksik olduğunu fark etmiş. Kral bütün saray ahalisini ve askerlerini çağırmış, kızını devlerden kimin kurtardığını sormuş.

      O sırada tek gözlü, çirkin askerlerden biri çıkıp devleri kendisinin öldürdüğünü söylemiş. Kral da bunun üzerine, böylesine büyük bir şeyi başardığı için ödül olarak onun kızıyla evlenebileceğini söylemiş. Ancak prenses: “Sevgili babacığım; bu adamla evleneceğime buradan gider, tek başıma kaderimle yüzleşirim daha iyi.” demiş. Kral da ona eğer o askerle evlenmezse prenses giysilerini çıkartıp köylü giysileri giymesini ve sonra da bir çömlekçiye gidip, çanak çömlek yapıp satmaya başlamasını söylemiş. Prenses de soylu giysilerini çıkartıp, bir çömlekçiye gidip tezgâhına sığdıracağı kadar çömlek ödünç almış ve adama eğer akşama kadar çömlekleri satabilirse borcunu ödeyeceğini söylemiş. Kral, birkaç adamına prensesin bir köşede oturup çömlek satacağını ve atlarını onun tezgâhına sürerek çömlekleri devirip paramparça etmelerini emretmiş. Tam prenses sokağa tezgâhını kurduğu sırada, at arabaları tezgâha çarpmış ve bütün çömlekler tuzla buz olmuş. Zavallı prenses: “Şimdi bu çömleklerin parasını nasıl ödeyeceğim ben?” diye ağlamaya başlamış. Meğer kral, kızını o askerle evlenmek zorunda bırakmak için bütün bunları bilerek planlamış. Ancak prenses hemen pes etmek yerine tekrar çömlekçiye gidip kendisine biraz daha çömlek ödünç vermesini istemiş. Çömlekçi de: “Hayır, önce daha önce aldığın çömleklerin parasını ödemelisin.” diyerek onu geri çevirmiş.

      Prenses, babasının yanına gelerek ağlamış ve uzaklara gidip kendi başının çaresine bakmak istediğini söylemiş. Kral da ona: “Senin için ormanda bir kulübe yaptıracağım ve hayatın boyunca orada kalıp herkes için yemek pişireceksin ancak bunun karşılığında hiç para almayacaksın.” demiş. Kulübe tamamlandığında kapısına, üzerinde: Bugün ye, yarın öde yazan bir tabela asılmış. Prenses uzun yıllar bu kulübede yaşamış. Bütün dünyada, o ormanda para almadan yemek yapan bir genç kızın yaşadığı ve kapısına da bir tabela astığı söylentisi dilden dile dolaşmış.

      Genç avcı da bunu duymuş ve kendi kendine: “Burası tam bana göre. Ne de olsa ben de fakirim ve hiç param yok.” diye düşünmüş. Silahını ve doğru söylediğini kanıtlamak için de şatodan aldığı eşyaları doldurduğu sırt çantasını alarak ormana gitmiş, üzerinde: Bugün ye, yarın öde yazan kulübeyi bulmuş.

      Kılıcını da beline takıp kulübeye girmiş ve yiyecek bir şeyler sipariş vermiş. Resimlerdeki kadar güzel olan prensesin karşısında büyülenmiş. Kız, ona nereden geldiğini ve nereye gitmekte olduğunu sormuş. O da: “Dünyayı dolaşıyorum.” demiş. Prenses, üzerinde kralın adının yazılı olduğu kılıcı nereden bulduğunu sormuş. O da ona, kralın kızı olup olmadığını sormuş. Prenses: “Evet.” demiş. Avcı: “O üç devi bu kılıçla öldüren bendim.” diyerek kanıtlamak için çantasından devlerin dillerini çıkartmış. Sonra ona terliğin tekini, şalının kenarını ve geceliğin kestiği parçasını göstermiş. Prenses çok heyecanlanmış ve avcıya kendisini büyük bir beladan kurtardığını söylemiş.

      Birlikte krala gitmişler ve onu kulübeye getirmişler; prenses, babasına devleri öldürüp de kendisini kurtaran asıl kişinin bu avcı olduğunu söylemiş. Yaşlı kral, avcının elindeki tüm kanıtları gördüğünde hiç şüphesi kalmamış ve her şeyin nasıl gerçekleştiğini öğrendiği için çok sevindiğini, ayrıca avcının kızıyla evlenebileceğini söylemiş. Prenses bu sefer kabul etmiş. Avcıyı yabancı bir lord gibi giydirmiş ve kral, bir ziyafet hazırlanmasını emretmiş. Masaya gittiklerinde asker, prensesin soluna oturmuş; sağında da avcı varmış. Asker, avcıyı; kralı ziyarete gelen yabancı bir lord sanmış.

      Yemişler, içmişler. Yaşlı kral, askere çözmesi gereken bir bilmece soracağını söylemiş ve: “Farzet ki biri çıkıp ‘Üç devi ben öldürdüm.’ dedi. Sonra da devlerin dillerini gösterdi ve gidip baktığında gerçekten devlerin dillerinin olmadığını gördün. Bu duruma ne dersin?” diye sormuş. Asker de: “Demek ki dilleri yokmuş derim.” demiş. Kral, “Hiç de değil, her hayvanın dili vardır.” dedikten sonra: “Peki, böyle yalan cevap veren birinin nasıl cezalandırılması gerekir?” diye sormuş. Bu sefer asker: “Paramparça edilmesi, hapse atılması gerekir.” diye cevap vermiş. Kral da ona kendi cezasını kendisinin verdiğini söylemiş. Asker hapse atılmış, paramparça edilmiş. Prenses de avcıyla evlenmiş. Avcı, annesiyle babasını da getirmiş ve onlar da oğullarıyla birlikte mutluluk içinde yaşamışlar. Kralın ölümünden sonra da krallık kendisine kalmış.

      Kılık Değiştiren Prenses

      Kralın birinin dünyada eşi benzeri görülmemiş güzellikte, altın saçlı bir karısı varmış. Kadın bir gün ansızın hastalanmış ve öleceğini anladığında da kralı çağırıp ona: “Biliyorum ki ben öldükten sonra sen başka bir kadınla evleneceksin. Ama bana söz vermelisin. Ne kadar güzel olursa olsun, benim kadar güzel değilse ve benim gibi altın sarısı saçları yoksa evlenme.” demiş. Kral, karısına söz verdikten hemen sonra da kadın ölmüş.

      Uzunca bir süre kralın acısı dinmemiş ve bir daha evlenmesinin imkânsız olduğunu düşünmüş. En sonunda yardımcıları ona gelip: “Bir kral eşsiz kalmamalı, bir kraliçemiz olmalı.” demişler.

      En sonunda kral evlenmeye razı gelmiş ve ülkenin dört bir yanına ilk kraliçe kadar güzel olan bir gelin bulmak üzere elçiler gönderilmiş. Ancak hiçbir yerde ölen kraliçe kadar güzel tek bir kadın dahi bulunamamış. Bulunanların ise altın sarısı saçları yokmuş. Sonunda elçiler elleri boş hâlde geri dönmüşler.

      Kralın sarayında aynı ölen kraliçe kadar güzel, üstelik de onun gibi altın sarısı saçlı bir hizmetçi kız varmış. Kraliçe, bu hizmetçi kızı çok sevdiği ve kendisine benzettiği için onu herkese “prenses” olarak tanıtmış. Hizmetçi kız büyüdükçe kral, onun kraliçeye ne kadar çok benzediğini görmüş. Yardımcılarını çağırmış ve onlara: “Kraliçenin prenses dediği kızla evleneceğim, neredeyse onun aynısı. Karıma verdiğim sözü tutmanın başka yolu kalmadı.” demiş.

      Bunu duyan yardımcılar hayrete düşmüşler ve: “Bir kralın bir hizmetçiyle evlenmesi yasaktır. Böyle bir yanlıştan ancak şeytan doğar ve bütün krallık yıkılır.” demişler.

      Prenses yani hizmetçi kız; kralın fikrini duyduğunda çok