Братья Гримм

Grimm Masalları


Скачать книгу

güvercinliği yıkıp bakmışlar ama içeride kimse yokmuş. Üvey anne ve kızları eve geldiğinde Külkedisi eski püskü elbiseleriyle küllerin arasında oturuyormuş. Meğer Külkedisi çok hızlı bir şekilde güvercinlikten atlayıp fındık ağacına koşmuş. Orada güzel elbiselerini çıkartıp mezarın üzerine bırakmış, bir kuş gelip onları almış ve sonra Külkedisi tekrar eski gri elbisesini giyip mutfakta küllerin arasına oturmuş.

      Ertesi gün balo yeniden başladığında üvey anne ve kızları yine onu bırakıp gitmişler. Külkedisi de fındık ağacına gidip yine dua etmiş:

      Küçük ağaç, küçük ağaç; üstüme silkin,

      Yağsın gökten üstüme gümüşle altın.

      Kuş, bu sefer önceki gün getirdiğinden çok daha güzel bir elbise getirmiş. Elbisesini giyip de salona girdiğinde Külkedisi’nin güzelliğini görenler, gözlerini ondan alamamış. Onun gelmesini beklemekte olan prens, Külkedisi’ni görünce hemen ellerinden tutup dansa kaldırmış. Külkedisi ile dans etmek isteyen herkese de: “O benim eşim.” diyormuş.

      Akşam olduğunda Külkedisi eve gitmek istemiş. Prens de yine nerede yaşadığını görebilmek için onu izlemeye başlamış ancak o, prensi atlatıp evin arka bahçesine girmiş ve bahçedeki iri armutları olan büyük ağaca bir sincap gibi tırmanmış. Prens onun kaşla göz arasında nereye kaybolduğunu anlayamamış. Yine evin babası gelene kadar beklemiş ve ona kendisinden kaçan yabancı bir kızın armut ağacına çıkıp orada kaybolduğunu söylemiş. Adam kendi kendine: “Bunun Külkedisi olmasına imkân yok.” diye düşünmüş. Hemen baltalarla ağacı kesmişler ama ağaçta kimse yokmuş. Mutfağa girdiklerinde her zamanki gibi yerde, küllerin arasında oturmakta olan Külkedisini görmüşler. Meğer Külkedisi ağacın diğer yanından inip, fındık ağacının altında güzel elbisesini çıkartıp, tekrar eski gri elbisesini giyivermiş.

      Üçüncü gün Külkedisi; babası, üvey annesi ve kardeşleri evden ayrılır ayrılmaz hemen annesinin mezarının başına gidip ağacın altında dua etmiş:

      Küçük ağaç, küçük ağaç; üstüme silkin,

      Yağsın gökten üstüme gümüşle altın.

      Kuş, hemen eşsiz parlaklık ve güzellikte bir elbise ile altın ayakkabılar getirmiş. Külkedisi, elbiseleriyle balo salonunun kapısında belirdiğinde güzelliği karşısında herkesin dili tutulmuş. Prens, balo bitene kadar sadece onunla dans etmiş ve Külkedisi’yle dans etmek isteyenleri de yine: “O benim eşim.” diyerek geri çevirmiş.

      Akşam olduğunda, Külkedisi eve gitmek istediğinde prens yine ona eşlik etmek istemiş ama Külkedisi öyle hızlı koşmuş ki prens onu gözden kaybetmiş. Ancak prens bir plan yaparak önceden sarayın bütün basamaklarına zift döktürmüş, bu yüzden de Külkedisi merdivenlerden koşarak inerken ayakkabısının sol teki zifte yapışıp ayağından çıkmış. Prens düşen ayakkabıyı yerden almış; küçücük, altın bir ayakkabı olduğunu görmüş. Ertesi sabah da krala gidip bu altın ayakkabının sahibi olan kız bulunmazsa başka kimseyle evlenmeyeceğini söylemiş.

      İki üvey kardeşin ayakları güzel olduğu için bu habere çok sevinmişler. Büyük kız kardeş, ayakkabıyı denemek için odasına gitmiş ancak ayakkabı öylesine küçükmüş ki kız iri başparmağını bir türlü içine sığdıramıyormuş. O sırada yanında olan annesi bir bıçak kapıp kızına vermiş ve: “Kes o başparmağını, nasıl olsa kraliçe olduğunda artık yürümen gerekmeyecek.” demiş. Kız da başparmağını kesmiş ve ayağını zar zor ayakkabıya sıkıştırmış. Acısını gizleyerek aşağıya, prensin yanına inmiş. Prens de evleneceği kız olarak onu atına bindirmiş ve saraya doğru gitmişler. Yolda mezarın yanından geçmeleri gerekiyormuş. O sırada fındık ağacının üzerinde oturan iki güvercin şöyle diyormuş:

      Gidiyorlar, gidiyorlar!

      Ayakkabısında kan var,

      Ayakkabı küçük oldu,

      Doğru gelin değil bu!

      Bunu duyan prens, kızın ayakkabısına bakmış ve kan aktığını görmüş. Hemen atını geri döndürüp sahte gelini evine götürmüş ve onun doğru kız olmadığını, diğer kız kardeşin de ayakkabıyı denemesi gerektiğini söylemiş. Küçük kız kardeş ayakkabıyı denemek için odasına gitmiş. Bu kardeşin de başparmağı ayakkabıya tam oturmuş ama bu sefer topuğu sığmamış. Annesi ona hemen bıçak vermiş ve: “Topuğundan biraz kes, nasıl olsa kraliçe olduğunda yürümen gerekmeyecek.” demiş.

      Kız, topuğundan bir parça kesmiş ve ayağını ayakkabıya sığdırmış. Acısını saklayarak prensin yanına inmiş. Prens yine kızı atına bindirmiş ve beraberce oradan ayrılmışlar. Yolda mezarın yanından geçerlerken fındık ağacının üzerinde oturan iki güvercin şöyle diyormuş:

      Gidiyorlar, gidiyorlar!

      Ayakkabısında kan var,

      Ayakkabı küçük oldu,

      Doğru gelin değil bu!

      Prens, kızın ayağına bakmış ve ayakkabıdan kanlar aktığını görmüş. Atını döndürüp sahte gelini evine geri götürmüş ve: “Bu da doğru kız değil, başka kızınız yok mu?” diye sormuş.

      Adam: “Hayır, yok. Sadece ölen karımdan geriye kalan zavallı Külkedisi var ama zaten o da sizin aradığınız gelin olamaz.” diye cevap vermiş. Ancak prens, Külkedisi’nin de çağrılmasını istemiş. Üvey anne hemen: “Hayır, olmaz; o çok pasaklı ve kirlidir, onu görmenize izin veremem.” dediyse de prens onu dinlememiş. Külkedisi’ni çağırmak zorunda kalmışlar.

      Külkedisi önce ellerini ve yüzünü güzelce yıkamış, sonra da gidip elinde altın ayakkabıyı tutmakta olan prensi selamlamış. Ardından bir tabureye oturmuş; ayağını kaba, tahta ayakkabısından çıkartmış ve altın ayakkabıyı giymiş. Ayakkabı ayağına tam olmuş. Ayağa kalktığında prens, Külkedisi’nin yüzüne bakınca onun dans ettiği güzel genç kız olduğunu anlamış ve: “Evet. İşte gerçek gelin bu!” demiş.

      Üvey anne ve kızları hayrete düşmüşler. Sinirden yüzleri bembeyaz olmuş. Prens, Külkedisi’ni atına bindirmiş ve oradan ayrılmışlar. Yolda mezarın yanından geçerlerken fındık ağacının üzerinde oturan iki güvercin bu sefer şöyle diyormuş:

      Gidiyorlar, gidiyorlar!

      Ayakkabıda kan yok,

      Ayakkabı tam olmuş,

      Sonunda doğru gelini bulmuş!

      Hemen sonra da uçup Külkedisi’nin her iki omuzuna konmuşlar. Külkedisi’yle prensin evlilik törenleri düzenlenmiş. İki üvey kız kardeş, kendilerine de bir şey düşeceğini umarak törene gelmişler. Gelin alayı düğünün olacağı mabede giderken büyük olan sağda, küçük olan solda yürüyormuş. Güvercinler ikisinin de birer gözünü çıkartmışlar. Dönüşte bu sefer büyük olan solda, küçük olan sağda yürürken de diğer gözlerine de aynısını yapmışlar. Sonunda üvey kız kardeşler yalancı ve kötü kalpli olmalarının bedelini hayatlarının geri kalanını görmeden geçirerek ödemişler.

      Simeli Dağı

      Bir zamanlar biri zengin, diğeri fakir iki erkek kardeş varmış. Zengin olan fakir kardeşine hiçbir şey vermezmiş. O da hayatını mısır satarak kıt kanaat geçirir, genelde de işleri kötü gittiği için karısı ve çocuklarına bir ekmek bile alamazmış. Bir gün ormanda el arabasını sürerken bir yanında daha önce hiç görmediği büyük, çıplak bir dağ görmüş.