gün akşamüstü Kivi’yi derede yıkayacaklarmış. Hepsi dere kenarına inmişler. Bir ara Fehime geldi:
“Sizi istiyorlar.” dedi.
Kalktım, gittim. Bir de ne göreyim! Beygir yatmış suyun içine, manda gibi yuvarlanıyor. Yuları Selime’nin elindeymiş, birdenbire beygir suyu görünce doğru suya girmiş, Selime’yi de dizlerine kadar sürüklemiş… Kardeşim hem kızıyor hem bana teminat veriyordu.
“Hayvan susuzluktan yanmış…”
Seza gülerek cevap veriyordu:
“Yahut kalabalıktan şaşırmış…”
Ertesi sabah kalktım, kardeşimi sordum. “Arabayı koştu, beygirle uğraşıyor.” dediler. Selime de beraber!..
O da iyi merak sardı ha!.. Bir ara dadı da onlarlaymış.
Seza dedi ki:
“Dadının rivayetine göre bir türlü tırıs yürütemiyorlarmış..”
O gülüyordu, ben bir şey anlamadım. Samiye’nin gözlerinde de bir yaramazlık uçuşuyordu. Öğleye doğru ikisi de geldiler.
“Nasıl, terakki var mı?”
Samiye kesik bir kahkaha kopardı. Kardeşim ona cevap verdi:
“Siz eğlenin.” dedi. “Biz beygiri adam edelim de görürsünüz!”
“Adam etmeye lüzum yok, sadece beygir olsun yeter…”
Aradan bir-iki gün geçti. Bir sabah erken kalkmıştım, yukarı çıktım. Avluda kimseler yok. Hizmetkârlar erkenden çifte gitmişler. Kardeşim Kivi’yi ahırdan çıkardı, koştu. Selime çit kapısını açtı. İkisi yan yana arabaya kuruldular. Yavaş yavaş dere boyuna doğru gittiler. O zaman anladım ki Kivi at olmayı öğreniyordu. Bunu, oradakilere de söyledim. Hepsi tasdik etti. Bu kadar ihtimamdan sonra… Tabii değil mi ya! Bir gün de Selime’yi yakalamış kulağına bir şeyler söylüyor; o kaçmak istiyor, dinlemiyor, inkâr ediyor gibiydi.
Aradan ne kadar geçti bilmem, herhâlde bir haftadan ziyade değildir. Kasabaya gidip gelmiştim, çoluk çocuk kırlarda şöyle bir akşam seyranı yapıyorduk.
Gözüme araba ilişti. Kivi’nin başlığını çıkarmışlar, rahat rahat otluyor ve düz çayırın üstünde arabayı da aheste aheste gezdiriyor. Sonra ağaçların kuytu bir kenarında batan akşam güneşine karşı açılmış beyaz şemsiyenin altında ikisi yan yana uzanmışlar ve şüphesiz Kivi’nin taliminden başka tatlı bir meseleden sohbete dalmışlardı.
Uzaktan onlara seslendim:
“Bu zavallı Kivi sizi pek fena yoruyor galiba!..”
Tabii bir kahkaha fırtınası koptu, hepimiz oraya gittik. Pek çok terakki de onun için… Ancak hiç şüphe yok ki Kivi’de de çok terakki olmuş. İstersek bunu tecrübe edeceklerdi ve ettiler de…
Yavaş yavaş birlikte köye döndük. Seza’ya sordum:
“Kivi hakkındaki fikrin Seza?”
“Terakki değil, olmuş bitmiş bir şey.” dedi. Selime’nin kolunu sıkarak onu pek fena mevkide bırakan bir kahkaha salıverdi. Kardeşim güya, bunları işitmiyordu.
Birkaç gün sonra enişte bey geldi. Artık buna ciddi bir renk vermek lazımdı. Şöylece aile arasında görüştük. İhtiyar halaların, teyzelerin, bütün bir yaz bize misafir gelen bu hısım akrabanın fikrini sorduk. Dadılar, bacılar sevinçlerinden biraz ağladılar.
Bir akşam ihtiyarlar otururken kardeşimi çağırdık:
“Bak.” dedim. “Birader Kivi’nin talim terbiyesinde gösterdiğin dikkat ve gayretinden pek memnun olduk hatta buna mükâfaten enişte beyin, mübarek halan, teyzelerin, nineciğin ve nihayet işte ben sana Selime’yi veriyoruz. Beraberce talim ve terbiyeye alıştırırsınız… Sen de aldın, kabul ettin demektir. Haydi, enişte beyin elinden öp, onlar da senin alnından öpsünler, biçare Kivi’de elinizden kurtulsun! Seza’ya da sıra gelsin.”
Kızlar kapıdan dinliyorlardı. Böyle de oldu. Sonra ben, zihnen düğünü köyde yapmaya karar verdim.
“Canım, nasıl olur! Kızın hiçbir şeyi yok. Olur mu? Gel yapma…”
Dinlemedim. İstanbul’a kadar anneme gönderdiğim ufak tefek alım haberinden sonra, sadece bir gün tedarikiyle bütün aileyi topladık. Bir gece kasabadan imam efendi geldi, erkekler bir tarafa toplandık. Nikâhı kıydık.
Benim haberim yok… Seza kızları hatta köy kızlarını da başına toplamış, beyaz yeldirmeler, beyaz örtüleriyle Kivi biçaresini de süslemişler hatta tellemişler, arabaya da çiçekler takmışlar…
Tam nikâh bitti, köy âdeti üzere alaya buyurun demezler mi?
“Ne alayı?”
“Gelin alayı!..”
Olur olmaza yer yok, her şey hazırlanmış. Köylüler için bir kat davul zurna getirtmiştim, onlar öne düştüler, gelin hanımı arabaya bindirdik, Kivi’nin o aheste adımıyla üç defa köyü dolaştırdık; kadınlar, kızlar arabanın önünde, erkekler biraz uzakça, arkadan gelini örttük, kapadık. O zavallı elimizden kurtulmak için havanın soğukluğundan, üşüyeceğinden bahsediyordu. Kim dinler, düğünümüzü yaptık.
Aradan üç-dört ay geçti, kardeşimin artık Kivi’yi satacak zamanı gelmişti fakat bir şey söylemiyordu. Sonra bir gün cesaret ederek:
“Bu adam olur şey değil.” dedi. “Müşteri de çıkmış iken…”
Ben, Seza’nın yüzüne baktım, o gülümsüyordu.
“Bana kalırsa…” dedim. “Siz onu satmayınız. Kivi sizin çok zahmetinizi çekmiş bir emektardır. Onu çok hırpalamıştınız. Hem bir gün gelir, kim bilir hangi sebeple gönüllerde bir hırpalamak ihtiyacı doğarsa Kivi elde bulunsun. Ne dersin Seza?”
SEZA’NIN KOCASI
Hısımdan akrabadan altı-yedi kız var ki birtakımının gelinlik çağları geldi yetişti, birtakımının da eli kulağında… Bunların hepsi elimde büyüdüler, hepsi beni severler, benim de artık son arzum, bunların saadetlerini görmekte kaldı!..
Ben şu dünyada, zaman zaman birçok işler yapmaya çalışmış idim. Bir zamanlar şair olacaktım, bir zamanlar büyük bir muharrir. Bir aralık, büyük bir devlet adamı olmak hevesine düştüm. Hatta haricî memuriyetlere bile talip oldum. Nihayet, bir vakitler de müverrih olduğuma kendim bile kail olacak21 oldum. Lakin artık bugün, itiraf edeyim ki bunların bir kısmını hiç olamadım, birtakımını da pek fena taklit edebildim. Mesela, şiirlerimi okumaya benden başkası tahammül edemezdi; yazdığım makalelerin, hikâyelerin ise kıraatine22 ben bile tahammül edemedim. Haricî memuriyetlerde kumara alışmaktan başka kârım olmadı. Bir tarafta istidat göstermeye müsait zemin zuhur etmediğine hamlederek kendi kendime teselli buldum.
Müverrihlik bahsine ise en son geldim ve vâkıâ çok da eser okudum ancak o kadar güzel şeyler gördüm ki cesaretim kalmadı, bir satır, ne olur bir satırcık olsun yazmaya kendimde kuvvet bulamadım.
Şimdi yaş altmış, ben ise “Mütekaidin-i Memurin-i Devlet-i Âliye’den…”23 Kendi çoluğum çocuğum yok ise de bunların hepsi benim kızlarım gibi!.. Hele bir-ikisinin babalarından, analarından ziyade bana muhabbetleri bulunduğuna hiç şüphem yoktur. Dünyada hiç olmazsa bunların saadetlerini görmek istiyorum ve bunların saadetlerini düşündükçe hepsine, kendi hayalimde birer koca bulabiliyorum. Mesela filanın şöyle bir kocası olursa bahtiyar olur, filana da şöylesi olmalıdır…