yerinde olduğu için Tanrı’ya şükrediyordu. Ancak bir sonraki mektupta, yalnızca onların sağlığını değil tüm kenti tehdit eden çiçek salgınını büyük bir endişeyle dostuna haber veriyordu. Bu olay planlarını altüst etmiş, her şeyin akışı bir anda değişmişti. Leopold Mozart, düğün hazırlıkları içindeki Maria Josepha Gabriela’nın ölümünü, “Gelin prenses, gökteki damada gelin gitti,”60 cümlesiyle Salzburg’a bildirmişti. Tüm Viyana, hızla yayılmakta olan çiçek hastalığıyla savaşıyor, önceki yüzyıllardaki veba salgının yerini almış olan yeni illetle baş etmeye uğraşıyordu.
Mozart’lar için de kentte kalmak çok tehlikeliydi. Özellikle çocukların hastalığa yakalanma riski, Leopold Mozart’ın uykularını kaçırıyor ancak saraydan gelebilecek bir davet olasılığına karşı Viyana’dan ayrılmak istemiyordu. Ekim sonlarında kaldıkları hanın sahibinin çocuklarının da hastalığa yakalandığını anlayınca daha fazla beklemeden Brünn’e61 doğru yola çıktılar. Kentte çocukların konser vermeleri önerisini dikkate almayan Leopold Mozart’ın tek dileği, olabildiğince Viyana’dan uzaklaşmak ve ailesini sağlıklı tutabilmekti. Olmütz’e62 ulaştıklarında korktuğu başına geldi: Wolfgang çiçeğe yakalanmıştı. Ancak tüm bu aksiliklerin içinde bazı olumlu gelişmeler de yaşanıyordu. Kont Anton Podstatzky, ailenin şatosunda konaklamasına izin vermekle kalmayıp aynı zamanda özel doktorunu göndererek Wolfgang’ın bir an önce iyileşmesini sağlamıştı. Bir süre sonra Nannerl da hastalığa yakalandı ancak her ikisi de kalıcı izler edinmeden iyileşmeyi başardı. Nekahet dönemi boyunca şatodaki görevliler, çocukların canının sıkılmaması için seferber olmuşlar, Wolfgang bu günlerde kâğıt oynamayı ve eskrim yapmayı öğrenmişti.
Hastalık korkusu tamamen ortadan kalkınca Viyana’ya doğru yola çıktılar ve 1767 Noeli’nde Brünn’e ulaştılar. Önceden kararlaştırıldığı üzere, yıl sonunda çocukların konseri gerçekleşti. O dinletiyi izleyenlerden bir din adamı, Aurelius Augustinus, günlüğüne şu notu düşecekti: “İzlediğim konserde, on bir yaşında Salzburglu bir çocuk ve on beş yaşındaki ablası, Brünn’lü müzisyenler eşliğinde piyanoda yeteneklerini sergilediler. Çocuk, tek bir notayı bile doğru çalamayan trompetçilerin çıkardığı seslere tahammül edemiyordu.”63
10 Ocak 1768 tarihinde Viyana’ya dönmüşlerdi. Leopold Mozart kaldığı yerden planlarını uygulamaya koyabilirdi. Aslında onun beklediği önce saraya kabul edilmek, ardından da Wolfgang’ın kendini gösterebileceği siparişlerin gelmesiydi. Her iki dileği de gerçekleşmekle birlikte hesaba katmadığı bir başka şey vardı: Viyana’da işler, Salzburg’daki gibi gitmiyordu. Bazen imparatorun emirleri bile, görünmez güçler tarafından engelleniyor, olmasına kesin gözüyle bakılanlar aylarca sürüncemede kaldıktan sonra unutulup gidiyordu. Leopold Mozart, ilk kez oğlunun yeteneğinin kıskanıldığına ve bunun ortaya çıkmaması için çaba sarf edildiğine şahit olacaktı.
Viyana’ya döndüklerinin hemen ertesinde saraydan davet aldılar. Üstelik bu kez, yeni İmparator II. Joseph onları kapıda karşılamış, annesinin yanına götürmüştü. Maria Theresia’nın tavrı da ondan aşağı kalmıyordu. Çocukların sağlıkları hakkında ayrıntılı bilgi almış, anneleriyle uzun uzun sohbet etmişti. Anna Maria Mozart, karşısında koskoca bir imparatoriçe olduğunu unutmuş kendini adeta Salzburg’da dostlarıyla sohbet eder gibi hissetmişti. Leopold Mozart, gösterilen bu ilgiden çok hoşnuttu. Bunun yansımalarını, kentteki soylulardan ve müzik çevresinden de göreceğini umuyor ancak bu konuda yanılıyordu.
30 Ocak 1768 tarihli mektubunda yaşadığı hayal kırıklıklarını ve olayların giderek çıkmaza sürüklendiğini dostu Hagenauer’e bildiriyordu. Her şeyden önce Viyana’da gerçek anlamda müzik dinlemek isteyen kalmamış gibiydi. “Genel olarak konuşursak Viyanalıların ciddi ve ağırbaşlı şeyler seyretmeye pek meraklı olmadıkları, ayrıca bu konulardan pek az anladıkları ya da hiç anlamadıkları, saçma sapan şeylerden, danstan, şeytanlardan, cinlerden, sihirbazlıktan, soytarılıktan, cadılardan ve hayaletlerden başka bir şey seyretmek istemedikleri bilinen bir gerçek, zaten tiyatroları da bunu her gün kanıtlıyor. (…) Beylerden bazısı, göğsünde nişan taşıyan biri bile olsa, açık saçık, şaklabanca bir sözü ya da basit bir şakayı alkışlıyor, gülmekten katılıyor, buna karşılık ciddi bir sahnede, en dokunaklı ve güzel bir olay sırasında, en anlamlı sözler söylenirken yanındaki bayanla öyle yüksek sesle gevezelik ediyor ki, öteki saygılı seyirciler, konuşmaların tek sözcüğünü bile duyamıyorlar.”64
Leopold Mozart, oldukça uzun yazdığı bu mektubun sonraki satırlarında, Viyana’daki müzisyenlerin hemen hepsinin Wolfgang’a karşı bir tavır içinde olduklarını, yalnızca artık fazla etkisi kalmayan Wagenseil’ın kendi taraflarını tuttuğunu belirtiyor; oğlunun Viyana’da sahnelenmek üzere bir opera yazması gerektiğini kime söylese aynı cevapla karşılaşıyordu: “Nasıl yani, bugün Gluck’un bir eseri izlenecek, ertesi gün de on iki yaşında bir çocuk piyanonun başına geçip operayı yönetecek öyle mi?” Bu kişilerle daha kolay savaşabilmek için Leopold Mozart, devrin tanınmış bestecisi Gluck’u kendi yanlarına çekmeye çalışmış, büyük usta fazla gönüllü olmasa da karşı çıkmamıştı. Aslında Wolfgang’ın opera bestelemesi için hiçbir engel yoktu. İmparator iki kez çocuğa bu konuda istekli olup olmadığını sormuş, olumlu yanıt alınca da konuyu o tarihlerde Viyana’da tiyatroların yöneticisi konumundaki Giuseppe Afflisio’ya havale etmişti. Leopold Mozart, 30 Ocak tarihli mektubunu noktalarken, söz konusu yapıtın bir opera buffa65 olacağından yakınıyor; o tarihte Viyana’da başka bir şey seyretmenin pek mümkün olmadığını bir kez daha vurguluyordu. Her şeyden önce kentteki sanatçıların büyük bölümü, opera buffa söylemeye alışıktı ve birkaç gün önce Gluck’un Alceste adlı trajedisi bile bu şarkıcılar tarafından seslendirilmişti. Leopold Mozart, tüm olumsuzluklara karşın, yine de umudunu korumak istiyordu; ne de olsa Viyana’da elde dilecek bir başarı, tüm Alman topraklarında hatta İtalya’da bile kabul görürdü.66
Asıl sinir harbi bundan sonra başlamıştı. Napolili bir İtalyan olan ve kentteki iki opera binasını da kiralamış olan Afflisio, Wolfgang’ın yapıtının sahnelenmemesi için elinden geleni yapıyordu. Üstelik fikrini önceleri açığa vurmuyor, Leopold Mozart’ı çeşitli bahanelerle oyalıyordu. Çeşitli kereler adı yolsuzluklara karışmış biri olan Afflisio, belki bilerek, belki de içgüdüsel olarak opera çevresinde İtalyanlardan ya da onlarla ilişki içinde olanlardan başkasının başarılı olmaması için çabalıyordu. Bu, operayı kendi sanatları olarak görmek, pek çok İtalyan’ın ortak özelliğiydi. Ayrıca Avrupa’nın farklı kentlerinde İtalyan operası sahnelemek üzere görevli olan Güneyli sanatçılar, ülkelerinden uzakta olmanın verdiği bir duyguyla birbirlerine daha sıkı sarılıyorlardı. Aslında Venedik’te ya da Milano’da da durum farklı değildi. Bu kentlerde de yönetimde söz sahibi olanlar, kendilerinden olmayanların başarı kazanmaması için her yolu denerdi. Ancak Leopold Mozart, bu kez durumu daha ciddiye alıyor, Wolfgang’a kendi ülkesinde yapılan bu değer bilmezliğe bir anlam veremiyordu. Üstelik önceleri onlardan yana olanlar, bir süre sonra söylediklerinin tam tersini iddia etmeye başlıyorlardı. Yöneticiler suçu orkestraya, onlar şarkıcılara atıyor, kimse gerçek niyetini açığa vurmadan olayı sürüncemede bırakıyordu.
Aslında Leopold Mozart, yüzyıllar sonra da benzer olayların yaşanacağını belki kendi de biliyor ama oğlunun yeteneğini takdir etmeyenlere karşı elinden bir şey gelmediği için öfkeye kapılıyordu. Günümüzde hemen her sanat kurumunda hâlâ benzer tartışmaların yapılıyor olması, insanların kendini kabul ettirebilmek için önce yabancı ülkelerde başarı kazanması gerektiği, sanatçıların yaptıkları işlere göre değil de, kimden yana olduğuyla değerlendirilmesi bugün olağan karşılanıyorsa XVIII. yüzyıl Viyanası’ nın müzik