Пол Бенджамин Остер

Kehanet Gecesi


Скачать книгу

yine ararım. Adios.

      Rosa mesajı dinleyene kadar aradan bir hafta geçer. Nick yirmi dakika önce aramış olsaydı Rosa telefona yanıt verebilirdi, ama az önce çıkmıştır evden, bu yüzden de Nick’in telefon ettiğinden haberi yoktur. Nick konuşmasını onun telesekreterine not ettirdiği sırada Rosa, Holland Tüneli’nin girişinden üç sokak ötede bir sarı taksinin içindedir. Newark Havaalanı’na doğru yol almaktadır, öğleden sonra bineceği uçak onu Chicago’ya götürecektir. Günlerden çarşambadır. Kız kardeşi cumartesi günü evlenecektir; tören, ailesinin evinde yapılacağından ve Rosa da nedime olduğundan hazırlıklara yardımcı olmak üzere önceden gitmektedir oraya. Ailesini epeydir görmemiştir, bu ziyareti fırsat bilip düğünden sonra onlarla birkaç gün geçirecektir. New York’a salı sabahı dönmeyi tasarlamıştır. Adamın biri ona olan aşkını bir telesekretere itiraf etmiştir ama Rosa’nın bunu öğrenmesi için tam bir hafta geçecektir.

      Aynı çarşamba gününün öğle sonrasında New York’un bir başka köşesinde Nick’in karısı Eva da Rosa Leightman’ı düşünmeye başlamıştır. Nick neredeyse kırk saattir kayıptır. Polisten, kocasının tarifine uyan bir adamla ilgili kaza ya da cinayet haberi gelmemiştir, adam kaçıran birileri fidye isteyen mektuplar göndermemiş ya da telefon etmemişlerdir, böylece Eva, Nick’in kaçmış, başını alıp gitmiş olabileceğini düşünmeye başlar. O an’a kadar Nick’in bir başka kadınla ilişkisi olabileceği hiç aklına gelmemiştir, ama pazartesi akşamı Nick’in restoranda Rosa hakkında söyledikleri ve onun kızı ne kadar beğendiği üzerinde düşününce, acaba Nick bir kaçamak mı, zina mı yapıyor, başak saçlı sıska kızın kollarına mı atıldı, diye işkillenmeye başlar.

      Telefon rehberinden Rosa’nın numarasını bulup evine telefon eder. Yanıt alamaz elbette, çünkü Rosa çoktan uçağa binmiştir. Eva kısa bir mesaj bırakıp telefonu kapatır. Telefonuna yanıt alamayınca Eva o gece bir daha çevirir Rosa’nın numarasını ve bir mesaj daha bırakır. Bu böylece birkaç gün yinelenir; bir sabah arar onu, bir de geceleri; Rosa’nın sessizliği uzadıkça Eva’nın öfkesi artar. Sonunda Rosa’nın Chelsea’de oturduğu binaya gider, üç kat merdiveni tırmanır ve evinin zilini çalar. Ses çıkmaz. Yeniden vurur kapıya, yumruklar ve kapıyı menteşelerinden sarsar, yine de açan olmaz. Eva bunu, Rosa’nın kesinlikle Nick’le birlikte olduğu biçiminde yorumlar; mantık dışı bir varsayımdır bu, ama Eva artık mantıklı düşünecek durumda değildir, içinde büyüttüğü en korkunç kuruntulardan, evliliği ve kendisi hakkındaki en kötü korkularından beslenen ve kocasının yokluğunu açıklayacak bir hikâye kurmaktadır kafasında, delicesine. Bir kâğıt parçasına bir şeyler karalar ve Rosa’nın kapısının altından içeri atar. Seninle Nick hakkında konuşmam gerek,

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст предоставлен ООО «ЛитРес».

      Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на ЛитРес.

      Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

      Примечания

      1

      O sabahtan bu yana yirmi yıl geçti, birbirimize söylediğimiz şeylerin büyükçe bir bölümü unutuldu. Kayıp diyaloğu hatırlamak için belleğimi yokluyorum, ama ancak birkaç kopuk parça buluyorum, bulunduğu ortamdan koparılmış bölük pörçük şeyler. Emin olduğum bir tek şey varsa o da Chang’e adımı söylemiş olduğum. Benim yazar olduğumu keşfetmesinden sonra yapmış olmalıyım bunu; çünkü onun bana kim olduğumu sorduğunu duyar gibiyim, yazdıklarımdan okuduğu var mı, diye sormuştur. “Adım Orr,” demiştim ona, adımdan önce soyadımı söyleyerek. “Sidney Orr.” Chang’in İngilizcesi yanıtımı anlamasına yetmiyordu. Ben Orr deyince o ‘or’ anlamıştı, ben başımı iki yana sallayıp gülümseyince şaşkınlık ve mahcubiyet içinde kızarıp bozarmıştı. Tam hatasını düzeltip soyadımın yazılışını hecelemek üzereydim ki benim ağzımı açmama fırsat bırakmadan gözleri yeniden parladı, elleriyle kürek çeker gibi çılgınca çırpınmaya başladı, benim söylediğim sözcüğün belki de kürek anlamına gelen ‘oar’ olduğunu sanmıştı. Yine başımı hayır anlamında iki yana sallayıp gülümsedim. Chang pes etmişti, derin bir iç geçirip “Şu İngilizce korkunç bir dil,” dedi, “benim zavallı beynim için fazla karışık.” Mavi defteri tezgâhtan alıp kapağın iç tarafına büyük harflerle adımı yazana kadar bu yanlış anlama sürdü. Sonunda sonuç alınmıştı. Bunca çabadan sonra, Amerika’ya yerleşen ilk Orrların Orlovskyler olduğunu söylemeye kalkışmadım. Bu ad daha Amerikan görünsün diye büyükbabam kısaltmıştı, tıpkı Chang’in, adının yanına dekoratif ama anlamsız M.R. harflerini eklemesi gibi.

      2

      John elli altı yaşındaydı. Genç olmayabilirdi ama kendisini yaşlı hissedecek kadar yaşlı da değildi, özellikle de iyi bir biçimde yaşlanırken ve hâlâ kırklı yaşlarının ortasında ya da olsa olsa sonunda gösterirken. O sırada onu tanıyalı üç yıl olmuştu, Grace’le evli olmam dolayısıyla onunla arkadaş olmuştum. İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda Grace’in babasıyla John, Princeton Üniversitesi’nde birlikte okumuşlardı, o iki adam farklı alanlarda çalışsalar da (Grace’in babası Virginia’nın Charlottesville kentinde Bölge Federal Mahkeme Yargıcı’ydı) o günden bu yana yakınlıkları sürmüştü. Bu nedenle ben John’u ailenin dostu olarak tanıdım, liseden beri kitaplarını okuduğum ve hâlâ ülkenin en iyi yazarlarından biri olduğunu düşündüğüm ünlü romancı olarak değil.

      John, 1952 ile 1975 yılları arasında altı roman yayınlamıştı, ama yedi yılı aşkın bir süredir hiçbir şey yapmamıştı. John hiçbir zaman hızlı yazan biri olmamıştı, kitaplarının arasındaki sessiz dönemlerin alışıldığından uzun olması onun çalışmadığı anlamına gelmiyordu. Hastaneden çıktığımdan beri onunla pek çok öğle sonrası geçirmiştim ve sağlığımla (bu konuda çok kaygılanıyordu, kendine dert edip duruyordu), yirmi yaşındaki oğlu Jacob’la (son zamanlarda oğlu onun çok canını sıkıyordu), debelenip duran Mets beysbol takımıyla (hiç bıkmadığımız ortak bir saplantımızdı bu) ilgili sohbetlerimizin arasına, o günlerde neyle uğraştığına ilişkin yeterince laf sokuşturmuştu, böylece belli bir şeye gömüldüğünü, zamanının büyük bölümünü iyi giden ve belki de sonuna yaklaşan bir projeye ayırdığını ima etmişti.

      3

      Grace’le de bir yayınevinin bürosunda tanışmıştım, bu da Bowen’a neden o mesleği uygun gördüğümü açıklayabilir. 1979 Ocak’ıydı, ikinci romanımı bitireli çok olmamıştı. İlk romanımı ve ondan önce hazırladığım bir öykü kitabını San Francisco’daki küçük bir yayınevi yayınlamıştı ama artık New York’taki daha büyük ve daha ticari bir yayınevine geçmiştim, Holst&McDermott’a. Onlarla sözleşme imzaladıktan