Schiller Friedrich von

Hayaletgören


Скачать книгу

onu önceden uyarın.” (Bu arada konukların birinden kılıcını vermesini rica etti.)

      “Siz nasıl isterseniz öyle davranın,” diye soğuk bir cevap verdi Sicilyalı, “tabii daha sonra hâlâ buna hevesiniz kalırsa.” Burada Prens’e doğru döndü. “Saygıdeğer bayım,” dedi, “Anahtarınızın bir yabancının eline geçtiğini iddia ediyorsunuz. Acaba kim olduğunu tahmin edebiliyor musunuz?”

      “Hayır.”

      “Kuşkulandığınız hiç kimse yok mu?”

      “Doğrusu düşündüğüm biri vardı…”

      “Eğer karşınızda görseydiniz, o kişiyi tanır mıydınız?”

      “Hiç kuşkusuz.”

      O anda Sicilyalı paltosunu açtı ve altından bir ayna çıkartıp Prens’in gözünün önüne tuttu.

      “Bu mu?”

      Prens dehşetle geriledi.

      “Ne gördünüz?” diye sordum.

      “Ermeni’yi.”

      Sicilyalı aynayı tekrar paltosunun altına gizledi. “Gördüğünüz, düşündüğünüz kişi miydi?” diye topluluktakiler Prens’e sordular.

      “Ta kendisi.”

      O anda herkesin suratı değişti, gülmeyi kestiler. Tüm gözler merak içinde Sicilyalı’ya takılı kaldı.

      “Mösyö l’Abbé, iş ciddileşiyor,” dedi İngiliz, “yerinizde olsam, geri çekilmeyi hesaba katardım.”

      “Herifin içine şeytan kaçmış,” diye bağırdı Fransız ve evden fırladı gitti, kadınlar çığlıklar atarak salonu terk ettiler, virtüöz de onların peşinden; Alman piskoposluk müşaviri bir koltukta horluyor, Rus ise her zamanki gibi aldırışsızca oturmaya devam ediyordu.

      “Belki de büyük konuşanlarla alay etmek istediniz,” diyerek tekrar söze başladı Prens, herkes dışarı çıktıktan sonra, “Yoksa bize verdiğiniz sözü yerine getirmeye niyetli misiniz?” dedi.

      “Haklısınız,” dedi Sicilyalı. “Abbé ile konuşurken ciddi değildim, o ödleğin sözüme güvenmeyeceğini gayet iyi bildiğimden ona böyle bir teklifte bulundum. Ama aslında mesele şakaya gelmeyecek kadar ciddi.”

      “O halde meseleye hâkim olduğunuzu kabul ediyorsunuz?”

      Büyücü uzun bir süre sustu, Prens’i dikkatle süzüyor gibiydi.

      “Evet,” diye cevap verdi sonunda.

      Prens’in merakı çoktan son haddine varmıştı. Ruhlar âlemiyle ilişkiye girmek, en büyük hayaliydi; Ermeni’nin o ilk göründüğü andan itibaren, az çok olgunlaşmış aklının uzun zamandır kendinden uzakta tuttuğu tüm fikirler yeniden hortladı. Sicilyalı ile bir kenara çekildi, onunla hararetli hararetli konuştuğunu duyuyordum.

      “Şu anda karşınızdaki adam,” diye devam etti Prens, “bu önemli konunun açıklığa kavuşturulması için sabırsızlıktan yanıp tutuşmakta. Burada, benim kuşkumu giderecek ve gözlerimin önündeki perdeyi kaldıracak olan kişileri benim velinimetim, benim en yakın dostum olarak kucaklayacağım. Benim için böyle büyük bir hizmette bulunmayı ister misiniz?

      “Benden ne talep ediyorsunuz?” dedi büyücü düşünceli bir tavırla.

      “Şimdilik sanatınızla ilgili bir örnek yeter. Bana bir hayalet gösterin.”

      “Bu ne işe yarayacak?”

      “Böylece beni daha yakından tanıyıp daha ileri seviyedeki bir derse layık olup olmadığıma hüküm verebilirsiniz.”

      “Size herkesten çok değer veriyorum, saygıdeğer Prens. Sizin henüz farkında olmadığınız, yüzünüzdeki gizli bir güç ilk görüşte beni size bağladı. Siz zannettiğinizden daha kudretlisiniz. Benim bütün gücüm sınırsızca sizin emrinizdedir, ancak…”

      “O halde, bana bir hayalet gösterin.”

      “Fakat ilk önce bu talebinizin sırf basit bir meraktan kaynaklanmadığından emin olmam gerekir. Görünmez kuvvetler bir ölçüye kadar benim irademe bağlıysa da, kutsal sırların kutsiyetini bozmamak, yani gücümü kötüye kullanmamak koşuluyla.”

      “Niyetim tamamen saftır. Ben hakikati istiyorum.”

      O anda bulundukları yerden uzaklaşarak ilerideki bir pencereye yaklaştılar, artık ne konuştuklarını duyamıyordum. Bu konuşmayı benimle aynı şekilde dinlemiş olan İngiliz beni kenara çekti.

      “Prensiniz asil ruhlu bir adam. Bir sahtekârla ilişkiye girmesine üzülüyorum.”

      “Belli olmaz,” dedim, “onun bu işten nasıl sıyrılacağına bağlı.”

      “Biliyor musunuz?” dedi İngiliz, “Şu anda o sefil herif önemsenmek istiyor. Paranın sesini duyuncaya kadar sanatını ortaya sermeyecek. Burada dokuz kişiyiz. Aramızda para toplayalım ve yüksek bir miktar ile onu heveslendirelim. O bozguna uğrar, Prens’inizin de gözleri açılır.

      “Bence tamam.”

      İngiliz tabağa altı guinea attı ve sırayla toplamaya başladı. Herkes birkaç louis verdi; önerimiz özellikle Rus’u olağanüstü ilgilendirmiş gibi görünüyordu, tabağa yüz duka değerinde bir banknot bıraktı; İngiliz bu savurganlığa çok şaşırdı. Toplanan parayı Prens’e götürdük. “Lütfen,” dedi İngiliz, “bu beye bizim adımıza ricada bulunarak sanatının bir örneğini izlememize izin vermesini ve minnettarlığımızın bu ufak kanıtını da kabul etmesini sağlayınız. “Prens içine değerli bir yüzük koyarak tabağı Sicilyalı’ya uzattı. O ise birkaç saniye durup düşündü. “Sayın baylar ve velinimetlerim,” diyerek söze başladı, “bu yüce ruhluluk beni utandırdı. Beni tam olarak tanımadığınız belli oluyor ama ben gene de talebinize karşılık vereceğim. Dileğiniz yerine getirilecektir” (bir yandan da çanı çalıyordu.) “Şahsım adına hakkım olmayan bu altınları izninizle yolumuzun üzerindeki Benedikten manastırına hayır işleri için bırakacağım. Yüzüğü ise prenslerin en saygıdeğerini bana hatırlatacak paha biçilmez bir yadigâr olarak saklayacağım.”

      O anda otelin sahibi geldi ve Sicilyalı parayı derhal ona iletti.

      “Yine de alçağın biri o,” dedi İngiliz kulağıma. “Parayı reddetti, çünkü şimdi onun için önemli olan bizzat Prens’tir.”

      “Ya da otelin sahibi görevini biliyor,” dedi bir başkası.

      “Kimi istiyorsunuz?” diye sordu büyücü, Prens’e.

      Prens bir an düşündü. “Bence büyük adamlardan birini getirtin,” diye seslendi Lord. “Papa Ganganelli’yi6 çağırın. Beyefendiye nasıl olsa ucuza mal olacak.”

      Sicilyalı dudaklarını ısırdı. “Kutsanmış birini çağırmam yasak.”

      “Tüh, bu çok fena,” dedi İngiliz. “Hangi hastalıktan öldüğünü belki kendisinden öğrenebilirdik.”

      “Marki de Lanoy,” diyerek Prens söze girdi, “son savaşta Fransız tuğgeneraliydi ve benim en yakın arkadaşımdı. Hastinbeck çarpışmasında ölümcül bir yara aldı, onu benim çadırıma taşıdılar, orada çok geçmeden kollarımda öldü. Can çekişirken, kendisine yaklaşmam için bana işaret etti. ‘Prens,’ diye konuşmasına başladı, ‘anayurdumu bir daha asla göremeyeceğim, benden başka kimsenin bilmediği bir sırrımı size söylüyorum. Felemenk sınırındaki bir manastırda yaşayan bir…’ O anda can verdi. Ölümün eli son sözlerini yarıda kesti; onu burada görmek ve devamını dinlemek isterdim.”

      “Tanrı biliyor ya, çok şey