Sarayburnu, Gülhane, Topkapı Sarayında irili ufaklı köşkler, Ayasofya, altta Yeni Cami, Galata Köprüsü, üstte Kapalıçarşı, Nuruosmaniye, Beyazıt, Eski Saray/İstanbul Üniversitesi, Beyazıt Yangın Kulesi, ah o Süleymaniye, Şehzadebaşı, Fatih Cami.
İstanbul sen busun, burasın, böylesin en çok.
Buram buram Türk, buram buram Müslüman, buram buram medeniyet.
Haza Osmanlı. İşte Osmanlı. Gerçek Osmanlı.
Her şey dahil.
Yeryüzünde çok şehirler gördüm. Çok da şahane eserler. Ama bu kadar çoğunun bir araya gelip de muhteşem bir gerdanlık oluşturduğu başka bir ihtişama rastlamadım; şahadet ediyorum.
Bu coğrafyadaki bin yıllık birikimimizin estetiğimizin şehirciliğimizin bileşimi bileşkesi arakesitidir bu manzara.
Aslında İstanbul, bir mutluluk fotoğrafının gerçek romanıdır.
İstanbul, “Der-Saadet”tir, mutluluklar ülkesidir.
Kısacası İstanbul “hayat”tır, hayatın ta kendisidir.
İstanbul Türkiye’dir.
Tournefort Seyahatnâmesi’ne göre 1717 yılında Ankara
Ankara
Angora.
Ankara.
Başkent.
Gördüğünüz gibi üç Ankara var. Üçü de önemli. Üçü de değerli. Üçü de güzel.
Angora kasabası var önce. En önce. Keçilerin, tiftiklerin kasabası Angora. Tiftiğin kralının yatağı Angora. Emsallerine göre zengin ve bayındır kasaba Angora.
Sonra Ankara şârı. Şairin “Ben dahi bile yapıldım” dediği şar. Yani şehir. Yeni şehir. Bayram şehir. Bayramî şehir. Hacı Bayram’ın şehri.
En sonra da başkent Ankara. Cumhuriyet şehri Ankara. Cumhuriyetin kalbi Ankara. Kalbi, beyni, gönlü Ankara.
Kalite. Gönül. Akıl.
Bu üç şehirdir Ankara.
Kalite tiftiği, gönül Hacı Bayram Veli’yi, akıl laik Ankara’yı sembolize eder.
Pek bilinmez. Ankara Edirne’dir, Ankara İstanbul’dur.
Meseleyi bilmeyenler tersten okurlar bunu. Edirne, İstanbul, Ankara diye okur tarihi. Asla, kat’a, zinhar öyle değildir.
Şeyh Bedreddin İsyanı ile uğraşan babası Çelebi Mehmet’in 1420’de bahsi geçen ayaklanmayı ancak şeyhi idam ettirerek çözdüğünü iyi bilen II. Murat, yine benzer bir tehlike olabilir endişesiyle, Ankara’da bir şeyhin etrafında insanların toplandığını duyacak, tahkik etmek muradıyla Hacı Bayram Veli’yi başkent Edirne’ye davet edecek, hünkârın daveti kendisine ulaşan Allah dostu da ellerini mahkum kelepçesi takılmış gibi uzatarak “Bu nazik bir tutuklamadır, buyurun yola çıkalım” diye cevaplayacak; günler, haftalar, aylar sonra Ankara’dan Edirne’ye varılacak; Sultan’ın bizzat sohbet, analiz ve tahkikatı; “itimat”la sonuçlanacak, bilvesile Hacı Bayram Veli, hünkârın muradıyla Eski Cami’de kırk üç gün süreyle halkı irşat eyleyecektir.
Şeyh Bedreddin Trajedisinden sadece on üç yıl sonra Edirne’de gerçekleşen Hacı Bayram Veli ziyaret ve nasihatleriyle önce başkent ahalisi sonra da saray (bürokrasi) ve Sultan Murad-ı Sani gönül eğitiminden geçecek; hatta bu çok çok ileri bir muhabbete dönüşecek, Sultan arzı hürmetle sormadan edemeyecektir: “Şeyhim, İstanbul’un fethinin zamanı hakkında ne buyrulur? Fethi görmek size ve bize nasip görünmekte midir?” Koca şeyh de hünkâra, beşikte uyuyan, yarınların ulu fatihi olacak oğlunu işaret ederek, ‘Sultanım, size ve bize değil de fetih şu beşikteki mahdumunuz Mehmed’le bizim Köse’ye (Akşemseddin) nasip görünür” diye cevap verecektir.
İşte olay budur, buncadır, böylecedir…
Hacı Bayram Veli, Edirne’yi bir imparatorluk başkentini, durulayan adamdır. Durulayan kurulayan arılayan.
Ankara Edirne’ye ruh umut heyecan vermiştir, pek bilinmez.
Pek bilinmez. Ankara, İstanbul’u fetheden şehirdir. Şehirlerdendir.
Hepimizin ağabeyi, iki bin iki yüz yazarın şeref başkanı D. Mehmet Doğan büyüğümden dinlemiştim: Yıllar önce Ankara’da 29 Mayıs fethin yıldönümünde konuşmacıymış. “Salon hareketsiz sessizce dinliyor, ortalığı biraz hareketlendireyim dedim” diyor.
“Erzurumlu var mı içinizde?” Bir grup “Vaarrr” diye cevap verdi, “Sizin dedeleriniz İstanbul’un fethine katılmadılar” dedim, “Nasıl olur” diye itirazlar gürültüler yükseldi diyor.
Aynı soruyu Maraşlılar, Sivaslılar, Trabzonlulara, Adanalılara, Konyalılara da sordum. Hep aynı tepki hep aynı gürültü, karşı çıkış. En son gerçeği açıkladım diyor Mehmet Ağabey:
“Çünkü İstanbul’un fethi sırasında saydığım illerde başka Türk Beylikleri vardı. İstanbul’un fethini Ankara gerçekleştirdi. Hacı Bayram Veli Hazretlerinin yirmi bin müridi, bizzat başlarında Akşemseddin hazretleri olduğu hâlde Fatih Sultan Mehmed’in ordusuna iştirak ettiler. Konferans sonrasında, konuşmayı en ön sırada izleyen yakın arkadaşım bizim radyo müdürü Çetin Bey, ‘Zaten İstanbul’un fethi o kadar da önemli bir hadise değil.’ deyince hepimiz makaraları koyuverdik.”
“Şehrim Ankara” ile bize gerçek Ankara’yı tanıtan ve sevdiren D. Mehmet Doğan’ın sözleriyle, İstanbul’un fethi ayniyle vaki, budur.
Böyledir.
Böyle bilinmelidir.
Fatih Sultan Mehmed’in ordusuna, binlerce Bayramiye müridinin katıldığını, bizzat savaştıklarını, fiziki komutan Sultan Mehmed ise de manevi komutanın Ankara’da yirmi bin müridiyle savaşa katılan Akşemseddin olduğunu nedense pek hatırlamayız.
Hatırlayacağız artık.
Ankara Edirne’den sonra İstanbul’u da manen fetheden şehirdir.
Üçüncü Ankara’ya gelince.
O, “Cumhuriyet Ankarası”dır.
A… An… Anka. Ankara.
A, yani ilk, yani baş, yani Cumhuriyetin ilki, Cumhuriyetin başı, başkenti.
Cumhuriyetin mabedi, mabet şehir.
Plan şehir; planlanan, planlı şehir.
Düz, düzen, düzenli şehir.
Mem-şehir, memur şehir, memur şehri.
Ankara; planlı, düzenli, memur şehir.
Hatta mamur şehir.
Her tarafından “devlet” kokusu yükseliyor.
Buram buram, duman duman, sisli puslu “devlet” kokuyor.
Soğuk şehir, demir şehir, duman şehir.
Üzülme korkma Ankara. Kış bitti bitiyor Ankara. Dondurucu ayazlarının son demindesin Ankara. Bahar yüzünü gösterdi, geldi geliyor Ankara.
15 Temmuz gecesi çağdaş Truva Atı, en çok sana en çok seni en çok senle uğraştı Ankara. Esaret girişimi seni “esir almak” istedi Ankara.
“Bir gecede bize bir Çanakkale yaşatanlar”a direnişlerin en şanlısını en asilini en muhteşemini gösterdi bu aziz millet Ankara.
“Başını vermedi” bu millet Ankara. “Hürriyet’ini vermedi bu millet Ankara, “Onurunu çiğnetmedi yabancı postallara” Ankara.
Bu