doyulur mu hiç. Hem de şıkır şıkır kaşık havası eşliğinde.
Bakmayın siz etli ekmeğinin şöhretine. Gonyalı için sıradandır o. Muhteşem tiritinin, harika saç arasının yanında lafı mı olur lahmacun kılıklı etli ekmeğin.
Konyalılar sağlamcıdırlar. Atasözlerine de yansımıştır bu: “Türbe Önü’nde evi, Meram’da bağı olmayana gız verilmez.”
Pek göstermeseler, pek renk vermeseler de neşeli güler yüzlü mutlu insanlardır onlar. “İki dünya” ile de aralarının iyiliğindendir belki de bu.
Gösterişsiz şehirdir Konya. İnsanlarının gösterişsizliğindendir bu da.
Misafirperver, mükrim, hoşgörülü insanlardır onlar. Yavaşlıkları düşünceliliklerindendir.
Hazreti Pir Mevlânâ’nın komşuları mirasçıları yoldaşlarıdır onlar. Başka ne yakışabilirdi ki onlara.
“Mahalle Mektebi”dir Konya bizim. Konya bütün Türkiye için, hepimiz için hem ‘mektebimiz’ hem de ‘mahallemiz’dir.
Hikâyesi hikâyecisi kaliteli, romanı romancısı zengin şehirdir Konya. Abdullah Harmancı, Köksal Alver. Ayşe Ünüvar. Ve arkalarından gelenler; Özlem Göktaş mesela. Şair Atilla Yaramış mesela. Bir süredir Batı’yı fethe çıkan Ümit Savaş Taşkesen mesela.
Konya bir başkenttir her şeyden “önce” ve her şeyden “sonra.” Şahidiz. Giden gören tanıyan herkes de şahitlik eder buna.
Konya bir başkenttir.
Haza başkenttir. Elan başkenttir.
Orta Anadolu’nun başkentidir.
Kudüs
Ana Kudüs, ata Kudüs.
Yar Kudüs, ar Kudüs.
Âh Kudüs. Vah Kudüs.
Gel Kudüs, el Kudüs.
El Kudüs, yel Kudüs.
Elin Kudüs, adın Kudüs, yâdın Kudüs.
Dert Kudüs, derttaş Kudüs.
Üz Kudüs, üzgün Kudüs, üzen Kudüs, üzülen Kudüs.
Yar Kudüs, yara Kudüs, yaran Kudüs, yaralı Kudüs, yaralanan Kudüs, yaralayan Kudüs.
Üs Kudüs, düş Kudüs, düşen Kudüs, düşüren Kudüs, düşünen Kudüs.
Üs Kudüs, üşü Kudüs, üşüyen Kudüs.
Yel Kudüs, yol Kudüs, ol Kudüs.
Yel Kudüs, sel Kudüs. Sil Kudüs bil Kudüs.
Başı duman derdi yaman Kudüs,
Gam Kudüs, gel Kudüs, gül Kudüs.
Diş Kudüs, deş Kudüs, daş Kudüs, aş Kudüs.
Sen Kudüs, san Kudüs, şan Kudüs.
Sen Kudüs, ben Kudüs, biz Kudüs.
İz Kudüs, üz Kudüs, yüz Kudüs.
Sez Kudüs, az Kudüs, yaz Kudüs.
Diz Kudüs, dik Kudüs, dimdik Kudüs.
Ağlayan Kudüs ağlatan Kudüs. Aklayan Kudüs, aklatan Kudüs.
Ağ Kudüs, çağ Kudüs, çığ Kudüs.
Çağı Kudüs, çağın Kudüs, çağır Kudüs.
An Kudüs, Anka Kudüs, Anka-ra Kudüs.
Kudüs, Kudüs’tan, Kudüs’tanbul.
Kudüs, küdes, kodes.
As Kudüs, yas Kudüs.
Kudüs, kadeş, kardeş.
Dem Kudüs, hemdem Kudüs, gamdem Kudüs, her dem Kudüs.
Sor Kudüs, ser Kudüs, sır Kudüs.
Kar Kudüs, karda Kudüs, kardaş Kudüs.
Sırdaş Kudüs, derttaş Kudüs, yoldaş Kudüs, hâldaş Kudüs.
On Kudüs, an Kudüs, en Kudüs.
Öz Kudüs, göz Kudüs, söz Kudüs.
Bak Kudüs, çak Kudüs, yak Kudüs.
Ak Kudüs, ok Kudüs, çok Kudüs.
İz Kudüs, biz Kudüs, bir Kudüs.
İzmir
Herkesin bir İzmir’i vardır.
Herkesin bir Urfa’sı, herkesin bir Edirne’si, herkesin bir Konya’sı, Sivas’ı, Eskişehir’i olduğu gibi. Bizler için şehirler –biraz da– kişisel hikâyelerimizden ibarettir aslında.
Benim için İzmir, lisedeyken bir tarih dersimizde hocamızın “Kurtuluş Savaşı”nın final bölümünü kitaptan bana okutması, benim de muzipliğimin tutup normal paragrafı yarıda keserek fotoğraf altını –hiç unutmuyorum– “Türk askerlerini İzmir Kordonboyu’nda görüyorsunuz” diye okumuş olmam, sonra da –sanki hiçbir şey yokmuşçasına– yarıda kalan paragrafa devam etmem; “Kıl Vasıf” lakaplı öğretmenimizin de bana bir güzel “fırça atması”yla hayatımın “unutulmaz anıları” arasına girmesidir.
Evet; İzmir ilkin benim için tam da budur. Yani Kordonboyu’dur; ilk gidişimde Kordonboyu’nda yürüyüşümdür. “Çok da güzelmiş; fırça yememe değmiş” deyişimdir; itiraf ediyorum.
“İzmir, âh güzel İzmir” dediğimi hatırlıyorum ilk görüşümde.
Osmanlı fethettiği hiçbir şehrin adını değiştirmemiş. Büyük devlet aklı böyledir. Sadece kendi telaffuzuna dönüştürmüş. Nasıl Prusa’yı Bursa, Stampoli’yi İstanbul yapmışsa, Smyrna’ya da İzmir demiş, çıkmış.
O gün bugün İzmir “bizim” olmuş, “bizle” olmuş, “bizden” olmuş.
Bakmayın siz ona “Gavur İzmir” dendiğine. Gidin görün. Ben gittim gördüm. Bir dolu Osmanlı eseri var onda. Ben diyeyim on, siz deyin on beş yirmi tarihî camii var.
Tamam; ticaretti, iktisattı, ithalat ihracattı; kapitülasyonlardan itibaren İzmir “çok uluslu” bir şehir olmuş, kabul. Hristiyan’ı da yaşamış Musevi’si de onda. Asırlarca Müslüman’ı Rum’u Ermeni’si Yahudi’si “gül gibi” geçinip gitmişler. Huzurla güvenle neşeyle yaşamışlar, yan yana iç içe kol kola. Herkes hem “kendisi” olmuş, hem de “bir-bütün.” Cumhuriyette de bu devam etmiş ana hatlarıyla.
Tamam, kabul edelim, bir yaban yüzü, bir levanten yüzü, bir “başka” yüzü olmuş hep İzmir’in; eyvallah. İnkâr edilemez. Ama özde hep İstanbul’la, hep Ankara’yla, hep “devletle beraber” olmuş İzmir, haksızlık etmeyelim.
İzmir Kordonboyu’dur.
İzmir Saat Kulesi’dir.
İzmir Alsancak’tır.
İzmir “ilk kurşun”dur, İzmir Hasan Tahsin’dir, İzmir Lâtife Hanım’dır bizler için.
İzmir zulme “başkaldırı”nın, esarete “isyan”ın, 9 Eylül’de düşmanı “denize dökmenin” adıdır.
İzmir denizdir, koydur, körfezdir.
İzmir tarımın da nebatatın da bereketin de başkentidir.
İzmir Selanik’le sırdaş, Varna ile yoldaş, Hamburg ile arkadaştır.
İzmir, 1912 Balkan Faciamızdan sonra Selanik’in misyonunu üstlenmiştir; coğrafyası da Batılı ve çağdaş yüzü de ticaret ve liman kültürü de buna uygundur zaten.
İzmir