Fahri Tuna

Osmanli Medeniyetinin Izinde 40 Şehir Portresi


Скачать книгу

akıl kadar gönlün, zenginlik kadar cömertliğin, hicretleri kadar merhametin de şehridir.

      Sağduyunun şehridir Adapazarı.

      Vefanın, saygının, tebessümün adıdır.

      Güzelin, güzelliğin, güzelliklerin şehridir o.

      Rengin, renklerin, rengârenkliliğin adıdır.

      Her gün bir sokağında destanların yaşandığı şehrin adıdır o.

      Adapazarı denilince; güven istikrar ve huzur gelir akla ilkin. Ama en başta huzur.

      Çünkü o Manav – Türkmen ağırlıklı bir şehirdir.

      Adapazarı Osmanlıdır. Görünmeyen Dersaadet’tir.

      Evet; Adapazarı huzurun başkentidir. Şeksiz şüphesiz, tartışmasız, huzurun başkenti.

      Sarayevo

Alia Yüzlü Şehir

      Alia yüzlü şehir. Alia özlü şehir. Alia ruhlu şehir.

      Birçok şehir tarihte fetheden kraldan imparatordan sultandan almış ya adını. Peki Sarayevo da “bilge kral” Alia İzzetbegoviç’ten alamaz mı adını; değil mi ama:

      Aliapolis, Aliapoli, Aliapolu, Alibolu…

      Yok yok Batılı literatürle diyelim, daha iyi anlar onlar: Alia City, Alia’nın şehri. Alialı şehir. Aliacity yani.

      Peki kaç tane Sarayevo var dersiniz? Kesin bir sayı size: Bir tane değil kesinlikle. Üç diyen var, beş diyen var, yedi diyen var, hatta dokuz diyen var. “On bir Sarejevo şehri var” diyene bile rastladım ben.

      Nasıl mı oluyor bu; çok basit: Siz şehre hangi gözle bakarsanız o kadar Sarayevo olabiliyor.

      Ben mesela, yedi döneme ayıranlardanım Sarayevo’yu: Bizden önce, biz yani Osmanlı-Türk dönemi, Avusturya Macaristan dönemi, Sırp krallığı dönemi, Tito Sosyalizmi, Savaş ve A.D yani Alia dönemi ve A.S. yani Alia’dan sonra.

      Yedi dönemin de izlerini işaretlerini eserlerini görmek mümkündür günümüz Sarayevo’sunda. Latife etmiyorum, sahiden söylüyorum. Daha bu yazıyı yazmadan bir ay önce yeniden gittim yeniden gördüm.

      Fatih Sultan Mehmed’in hediyesidir bize Bosna. Fatih’in emanetidir de. Hünkâr Camii o günlerden hatıradır bugünlere.

      Şehrin en görkemli eseri Gazi Hüsrev Bey Camii/külliyesidir elbette. Nüfusun şehirlerin binaların kat be kat büyümesine rağmen hâlâ muhteşem hâlâ görkemli hâlâ merkezidir bu eser. Sanki “öteler”de yapılıp da “buraya” monte edilmiş ruhanî bir eser hissi verir insana. Uyum estetik diyagonal. Fonksiyon, fayda, huzur. Güzellik rahatlık derinlik. Sadece cami bölümünde değil türbesinden medresesine, hamamından hanına… tüm müştemilatında aynı ahenge aşina olursunuz.

      Gazi Hüsrev Bey’in, babası Fatih ile oğlu Yavuz arasında bir sükûnet abidesi, devleti sistematize eden, baniyi-sani yani Osmanlı’nın ikinci kurucusu Sultan İkinci Beyazıd’ın kızından torunu olduğunu bilmem kaçımız biliriz. “Mal sahibine çeker” demiş atalarımız, gerçekten inanırım bu sosyolojik ve psikolojik kanuna: Her eser banisinin yani bina edenin, yaptıranın yahut yapanın ruh hâlini yansıtır bizlere, farkında olmadan. Cam kavanozda içinde olandan başka ne görünebilir ki? Gazi Hüsrev Bey Külliyesi beş asır sonra bile bugün hâlâ Sarayevo’nın gerdanlığı hükmündedir.

      Anadolu’da şadırvan olarak yaygın olan şehrin meydanındaki estetik “Osmanlı sebili”, gelinlik bir kızın parmağındaki “nişan yüzüğü” kadar manalı ve asil durmaktadır bihakkın. Sebil ve külliye bugünün Sarayevo’sunda “biz”dir, “bizim”dir, “bizce”dir.

      Başçarşı, Batı’nın vahşi Kapitalizmine karşı Osmanlı’nın, ecdadımızın, ahilik kültürüyle asırlardır her biri on beşer metrekarelik minnacık işyerlerinde çeşitli mesleklerden esnafa bağımsız onurlu özgür yaşama hakkı sunan muhteşem sisteminin nişanesidir hâlâ; gidip görüp ibret ve minnet duygularıyla etüt edilmelidir deriz.

      İnsana soğuk, güce tapınan suratlı bazı binalar göreceksiniz caddelerde bulvarlarda: Biliniz ki onlar Avusturya-Macaristan dönemi kadar uzaktır insana.

      I. Dünya Savaşı’nın fitilinin ateşlendiği yerdir mesela Sarayevo, pek bilinmez. Avusturya Macaristan Veliaht Prensi Franz Ferdinand eşi Sofia ile birlikte şehri ziyaretinde Latin Köprüsü’nden geçecek, Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip, köprü üzerinde –işin ilginç yanına bakınız– tek bir kurşunla ikisini birden öldürecektir. Kurşun Franz’dan girip çıkacak, eşi Sofia’nın karnına saplanacak kısa sürede ikisi birden can vereceklerdir. Tarih 28 Haziran 1914’tür. Bu olay büyük yankı bulacak ve ardından bütün Avrupa karışacak, savaş dört sene sürecek, yüzlerce cephede milyonlarca insan can verecek… sonrasında da üç büyük imparatorluk, Avusturya-Macaristan, Rus Çarlığı ve Osmanlı tarih sahnesinden çek (tir)ilecektir. Evet; bu hazin olayın vuku bulduğu Latin Köprüsü, şehri bir boydan bir boya dolanıp geçen Miljacka Nehri üzerinde bugün hâlâ mevcuttur ve ziyaret edilmektedir.

      Sonra Sırplar yönetecektir şehri. Sonra II. Dünya Savaşı çıkacak, savaş bir gün bitecek, bugün yedi devlete bölünen Yugoslavya’nın birleştiricisi Tito tarih sahnesine çıkacak ve “yumuşak komünizm” diye de tasnif edilen bir sosyalizmle yönetecektir Sarayevo’yu. Adı geçince “birlik, dayanışma, bütünlük” kavramları akla gelen Tito döneminden bugün için iki nostaljik eser/nişane kalmış durumdadır Sarayevo’da: Biri Tito’nun meşhur balkon konuşmaları yaptığı Ferhadiye Caddesi üzerindeki muhacir sarısı renkli sarayı. Diğeri ise balkonun hemen altındaki “sönmeyen kardeşlik ateşi.”

      Sonra Bosna Savaşı gelecektir akla Sarayevo’da. Buna savaş demek lügatlere haksızlıktır aslında. Sözlüklerdeki savaş ile bu olayın benzerliği yoktur. Neden mi? Savaşta cepheler olur, erkekler savaşır, tanklar tüfekler süngülerle harp edilir. Bosna Harbi böyle olmamıştır. Miljacka Nehri kıyısındaki vadilerde kurulu şehrin dört bir yanındaki tepelerine konuşlanan Sırp topları tankları sivil halkın üzerine evlere sokakları caddelere binalara dört bir yana bomba kurşun şarapnel yağdırmış, ölüm kusmuşlardır adeta. Bir yanda masum yüz binlerce can, tepelerden yağan bombalar, kurşunlar. Binlerce yaşlı genç kadın ana çoluk çocuk hayvanlar gibi parçalanacaktır bombalar altında. Taş üstünde taş kalmamacasına. İşte size modern/çağdaş Batılı Avrupa’nın savaş aklı. Bunun adı katliamdan, soykırımdan başka nedir ki.

      Hilal ile Haç’ın savaşıdır aslında Bosna Harbi. Daha doğrusu beş buçuk asır sonra katliamla Haç’ın Hilal’den intikamı. Allah’tan Necmettin Erbakan adında bir yıldız çıkacak, Bosna’da bir traktör fabrikasını silah fabrikasına dönüştürecek, çaresiz Boşnak Müslümanlara biraz nefes ve umut olacaktır. Ve Türklüğün onurunu da kurtaracaktır. Yaklaşık dört yılda on binlerce masumun hayatına mal olan Bosna Savaşı bitiminde yüzyılın cennet yüzlü bilgesi Alia’ya şu sözleri söyletecektir: “Türkler ölmüş de musallaya konulmuş bile olsa, mezara konulmadıkları sürece Bosna için umutturlar.” Nitekim Bilge Kral Alia’nın vefatında kısa süre önce Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a “Oğlumu ve Bosna’yı sana emanet ediyorum” sözleri bu psikolojinin delili sayılmalıdır. Üzerinden yirmi beş sene geçse de bu elim savaşın, bugün Sarayevo sokaklarında bina cephelerince cami duvarlarında hatta bina önlerindeki zeminlerde “Sarayevo gülü” diye hazin nitelendirmelere konu olan kurşun ve şarapnel izleri görebilirsiniz. Unutmadan: Bu savaşta Ortodoks Sırpların katliamından, aynı dili konuştukları Müslüman Boşnaklar gibi aynı dili konuştukları Katolik Hırvatlar da payını almışlardır. Özetle, Sırplar