huzura ihtiyacın olduğunda Hacı Bayramı Veli’ye koş Ankara; bütün formüller ondadır, onunladır, oncadır.
Hani o güzel yüzlü güzel sözlü güzel özlü pir Hacı Bayram Veli ne diyordu:
Çalabım bir şar yaratmış
İki cihan aresinde
Bakıcak didar görünür
Ol şarın kenaresinde
Nâgehan ol şara vardum
Ol şarı yapılur gördüm
Ben dahi bile yapıldum
Taş ü toprak aresinde
Ol şardan oklar atılur
Gelür ciğere batılur
Arifler sözü satılur
Ol şarın bazaresinde
Şagirdleri taş yonarlar
Yonup üstâda sunarlar
Çalabun ismin anarlar
Ol taşun her pâresinde
Yemen’den Bosna’ya, Taşkent’ten Üsküp’e; bütün bir “millet”in gözü, gönlü, duası “sana”, senle” ve “senin için” ey Ankara.
Bu millet seninledir Ankara.
Sen de milletinle ol emi.
Bu milletin başşehri olasın artık.
Bilecik
Biiiiiiiiir! Bir iki üç. Bir Bilecik, iki Bilecik, üç Bilecik. Sonra başkaları. Niye ki? Her şey Bilecik’le başlıyor da ondan be güzelim.
Evet Bilecik başlangıçtır. İlktir, birdir, birincidir de ondan.
Bilecik; çölde açan zambaktır, bozkırdaki lâle, yayladaki sümbüldür.
Bilecik; kuruluştur,
Bilecik; Ertuğrul’dur, Şeyh Edebalı’dır, Dursun Fakih’tir.
Yunus Emre’yle yoldaş, Hoca Nasreddin’le kardaş, Ahi Evran’la ayaktaştır.
Türbeye gidiniz; Allah’ın selamını verip Şeyh Edebalı’ya misafir olunuz bir müddet, dört bir yandan gelmekte olan torunlarını göreceksiniz; Orhan karşı yamaçtaki zaviyesinden yola çıkmış geliyor, Beyazıd-ı Evvel abdestini almış dedesi adına inşa ettirdiği camiye giriyor, Abdülhamit, Şehremini binasından türbeye iniyor.
Dört bir yandan gelmiş yâranıyla sohbetine şahit olacaksınız Edebalı’nın; kimi damat Dursun Fakih’ten, kimi Kosova fatihi torun Murat’tan, kimi Bağdat fatihi Genç Osman’dan selam iletecek…
Esmer kara yağız bir yiğit yaklaşacak dergâha. Gözünü budaktan esirgemeyen ama bir o kadar da vakur akil ve sağduyulu. Her yanından beylik akan bir yiğit. Kucağında çocuğu, yanında hanımıyla; şaşırmayın: Bu mert, gözü pek bey koca bir cihan imparatorluğunun temellerini atacak olan Kara Osman’dır. Osman Bey’dir yani, kucağındaki şehzade Orhan, bitişiğindeki Bala Hatun’dur. Kayınpederi Şeyh Edebalı’ya akşam yemeğine gelmektedir. Yemek bahanedir; danışacağı çok konu, tanışacağı çok belde, kaynaşacağı çok kişi vardır da “soyunun bilgesi” Edebalı’yla müşaveredir asıl neden.
Sırada nice fetihler vardır zira; Bilecik’ten sonra Eskişehir, İznik ve Prusa’ya göz kırpmaktadır kalbi Kara Osman’ın. Şeyhinden akıl kadar destur ve dua da isteyecektir.
Fetih nişanesi çınarlar dikmektir derdi Kara Osman’ın. Devlet nişanesi çınarlar. Hem de cihan devleti.
Çınarın, Osmanlı çınarının en yakıştığı, en yaraştığı, en güzel yeşerdiği vilayet –hiç kuşkusuz– Bilecik’tir.
Bilecik’te asırlarca üç kıtaya hükmedecek cihan devletinin temellerine; sadeliğe, yalınlığa, gösterişsizliğe, M. Selahaddin Şimşek’in deyişiyle, ölçüleri doğru olanların bütün ölçümlerinin de doğruluğuna, hasbîliğe ve kesbîliğe; huzurun saraylarda değil ulu bir çınarın gölgesinde aranması gerektiğine şahit olacaksınız.
Kara Osman’ın kararlılığı, Orhan’ın gözü pekliği, Murat’ın Hüdavendigarlığı, Beyazıd-ı Evvel’in talihsizliği, Çelebi Mehmed’in akılcılığı, İkinci Murad’ın şehrediciliği, Fatih’in cihangirliği, Beyazıd-ı Sani’nin hîlmi, Yavuz’un celadeti, Abülhamit’in diplomatik dehası.... Hepsinin bir bir ayak izlerini göreceksiniz Bilecik’te, biraz dikkatlice bakarsanız eğer.
Koca bir cihan devletinin temellerini atan Koca Ertuğrul’un Bilecik’e girip de dünürü Edebalı’ya varışındaki tevazuya, hürmete, mutluluğa şahitlik edeceksiniz.
Yedi Başlı Ejderha’nın yakıp kül ettiği, altı yüz yıllık eşi benzeri olmayan bir ahşap konaktır Bilecik.
Hüzündür, hazandır, hicrandır Bilecik.
Bilecik hiçbir şey değildir amma Bilecik her şeydir aslında; Bilecik “hiç”likteki çokluk, “hiç”likteki çoğunluk, “hiç”likteki büyüklük, “hiç”likteki bütünlük, “hiç”likteki geçmiş, “hiç”likteki gelecektir.
Bilecik heybet ve zarafettir.
Bilecik’i seven, tarihi sever, bayrağı sever, bağımsızlığı sever.
Bilecik’i seven izzeti, onuru, umuru sever.
Osmanlı Bilecik’tir. Bilecik de Osmanlı.
Ondandır görmezden gelmeler.
Ondandır küçümsemeler.
Ondandır yok saymalar.
Ne fark eder ki; görmezden gelmeler nice hakikatin üstünü örtebildi mi ki tarih boyu, Bilecik’i örtsün.
Huzurdur sükuttur güvendir Bilecik.
Çünkü Bilecik Yörük ve Manav şehridir. Bir de Muhacir. Üçü de Türklerin boyu ve soyudur. İlki göçerlerin ikincisi yerleşiklerin üçüncüsü de Balkanlar’a gidip geriye dönenlerin ismidir; hepsi de özbeöz Türk özbeöz Müslüman özbeöz Hanefi’dirler. Devlet-i Aliye’nin özü özetidirler.
Bilecik Türk-İslâm Medeniyeti’nin kalbidir; gün gelir atar, gün gelir toplar damarıdır.
Bilecik biziz. Tüm hücrelerimizle biziz.
Tevazuumuzdaki ihtişamımızla, uzletimizle, yalnızlığımızla, iftiharımızla biz.
Devleti Aliyye’yi görmek isteyen, bilmek isteyen, bulmak isteyen Bilecik’e gitsin.
Buram buram ayak izlerini görebilir orada.
Bilecik, Devleti Aliyye’nin türevidir de ondan.
Bursa
Bursa başlangıcın, besmelenin, ilkin, ilklerin şehri.
Söğüt “köy”, İznik “kasaba”, Bursa “şehir”dir tarihimizde.
Osmanlı fethettiği hiçbir yerin adını değiştirmemiş; sadece kendi telaffuzuna uydurmuştur: Smyrna’ya İzmir, Adrianapol’e Edirne, Prusa’ya da Bursa deyip geçmiştir.
Bursa Gümüşlü Kümbet’tir bizim için, Tophane’dir; Osman Gazi’nin dileğidir, isteğidir, muradıdır Gümüşlü Kümbet’in alındığını