hissettiğinizi umarım, zavallı kadın!”
Uzun ve titrek bir iç çekiş tek yanıt oldu ama koyu renk gözlerini kaldırıp Mrs. Bird’ün gözlerine öyle umutsuz, öyle yakarırcasına baktı ki, küçük kadının gözleri doldu.
“Hiçbir şeyden korkmanıza gerek yok, burada hepimiz dostuz, zavallı kadın! Nereden geldiğinizi, ne istediğinizi söyleyin bana.”
“Kentucky’den geldim.”
Mr. Bird soruşturmayı üstlenerek, “Ne zaman?” diye sordu.
“Bu gece.”
“Nasıl geldiniz?”
“Buzların üstünden karşıya geçtim.”
Herkes, “Buzların üstünden karşıya mı geçtiniz?” dedi.
Kadın yavaşça, “Evet,” dedi, “öyle yaptım. Tanrı’nın yardımıyla buzlardan geçtim, arkamdaydılar, tam arkamda ve başka yolu yoktu!”
Cudjoe, “Tanrı’m! Hanımım, buzlar kırılmış koca bloklardı, suda sallanıyor, durmadan batıp çıkıyorlardı,” dedi.
Kadın çılgın gibi, “Öyleydi biliyorum, biliyorum!” dedi, “Ama yine de atladım! Yapabilir miyim, diye düşünemezdim, başarabileceğimi ummuyordum ama hiç aldırmadım! Yapamasaydım ölebilirdim. Tanrı yardım etti, kimse elinden geleni yapmadan Tanrı’nın ona ne kadar yardım edeceğini bilemez.” Gözlerinde şimşekler çakıyordu.
Mr. Bird, “Köle miydiniz?” dedi.
“Evet efendim, Kentucky’li bir adamın kölesiydim.”
“Size kötü mü davranıyordu?”
“Hayır efendim, çok iyi bir efendiydi.”
“Hanımınız kötü müydü?”
“Hayır efendim hayır! Hanımım bana hep iyi davranmıştır.”
“Öyleyse bir evi bırakıp kaçmanızın ve bu tehlikelere atılmanızın nedeni ne?”
Kadın başını kaldırıp Mrs. Bird’e keskin, inceleyen bir bakışla baktı, onun da gözünden kadının ne kadar derin acılara gömülmüş olduğu kaçmadı.
Ansızın, “Hanımefendi, siz hiç çocuğunuzu kaybettiniz mi?” dedi.
Beklenmeyen bir soruydu ve taze bir yarayı deşmişti, ailenin gözbebeğini mezara bırakmalarının üstünden bir ay yeni geçmişti.
Mr. Bird döndü, pencereye yürüdü, Mrs. Bird gözyaşına boğuldu ama, “Neden bunu sordunuz? Bebeğimi kaybettim,” dedi.
“O zaman benim duygularımı anlarsınız. Birbiri ardına iki çocuk yitirdim, buraya gelirken onları orada gömülü bıraktım, elimde bir bu kaldı. Bir gece bile onsuz uyumadım, benim olan tek şeydi. Gece gündüz huzurum, gururumdu ve hanımefendi onlar çocuğumu benden alacaklardı… Satmak için… Güney’e satacaklardı hanımefendi, tek başına hem de, ömründe anasından uzak kalmamış bir çocuğu!.. Buna dayanamazdım hanımefendi. Bunu yapsalardı ben artık iflah olmazdım, biliyordum, kâğıtlar imzalanıp da satıldığını anlayınca onu kaptığım gibi gece kaçtım, peşime düştüler, onu satın alan adam, efendinin adamlarından birkaç kişi, tam arkamdaydılar, ayak seslerini duyuyordum. Buzun ortasına atladım ama karşıya nasıl geçtiğimi hiç bilmiyorum, tek anımsadığım kıyıdaki bir adamın tırmanmama yardım ettiği.”
Kadın ne hıçkırdı ne de ağladı. Gözyaşların kuruduğu noktadaydı ama çevresindeki herkes kendilerine özgü kişiliklerince yürekten cana yakınlık gösteriyorlardı. İki küçük oğlan ceplerini umutsuzca annelerinin asla orada olmadığını bildiği mendillerini bulmak için didik didik aradıktan sonra hiç avutulamayacakmışçasına kendilerini annelerinin eteğine atıp burunlarını çeke çeke, içli içli ağladılar.
Mrs. Bird yüzünü hafifçe mendiliyle gizlemişti, yaşlı Dinah siyah, dürüst yüzünden aşağı yuvarlanan yaşlarla dinî bir zenci toplantısındaymışçasına olanca coşkuyla, “Tanrı bize acısın!” diye bağırıyor, yaşlı Cudjoe’ysa yumruklarıyla gözlerini sık sık siliyor, yüzünü ekşiterek biçimden biçime sokuyor, Dinah’la aynı tonda bağırarak kıyameti koparıyordu.
Senatörümüz bir devlet adamıydı, elbette öbür ölümlüler gibi ağlaması beklenemezdi, herkese sırtını döndü, pencereden dışarı bakmaya başladı, boğazını temizlemek ve gözlük camlarını silmek işine kendini iyice kaptırmış görünüyor, arada bir de eleştirilmeyi göze alarak burnunu siliyordu.
Ansızın boğazında yükselen duyguyu yutarak son derece kararlılıkla kadına doğru döndü.
“Nasıl oluyor da iyi bir efendiniz olduğunu söyleyebiliyorsunuz?”
“Çünkü iyi bir efendiydi, söyleyecek başka bir şeyim yok, ayrıca hanımım da çok iyiydi ama başka çareleri yokmuş. Borçları varmış, nedenini bilmiyorum ama onlara boyun eğdiren biri vardı. Efendim o adamın istediğini vermeye zorunluymuş. Konuşmalarını dinledim gizlice, hanımımın benim için rica edip yakardığını duydum, efendi de yapabileceği bir şey olmadığını, kâğıtların imzalanmış olduğunu söyledi, sonra da çocuğu alıp evi terk ettim, buralara geldim. Başarsalardı, yaşamaya çalışmam boşuna olacaktı, bu çocuk yaşamımda benim olan tek şey.”
“Kocanız yok mu?”
“Var ama o da başka bir adamın. Efendisi ona çok sert davranıyor, beni görmeye gelmesine pek izin vermiyor, gün geçtikçe bize daha sert davranmaya başladı, kocamı Güney’e satmakla gözdağı veriyor, onu bir daha hiç göremeyecekmişim gibi geliyor!”
Kadının bu sözcükleri ne kadar sakin bir sesle söylediğini duyan sıradan bir gözlemci onun duygusuz biri olduğunu düşünebilirdi ama iri, koyu renk gözlerinde sakin, çaresiz bir acının yerleşmişliğinin derinliği vardı.
Mrs. Bird, “Nereye gitmeyi düşünüyorsunuz zavallı kadıncağızım?” dedi.
“Kanada’ya. Bir de nerede olduğunu öğrenebilsem. Çok uzak mıdır dersiniz?”
Mrs. Bird’ün yüzüne saf, güvenen bir ifadeyle bakıyordu.
Mrs. Bird’ün ağzından, “Zavallıcık!” sözü kaçtı.
Kadın içtenlikle, “Sizce çok uzakta mıdır?” diye sorusunu yineledi.
Mrs. Bird, “Düşündüğünden çok daha uzak, zavallı çocuk! Ama senin için ne yapabileceğimizi düşüneceğiz. Haydi Dinah, odanda ona bir yatak yap, mutfağa yakın olsun, sabah ne yapacağımıza karar vereceğim. Bu arada hiç korkma kadıncağızım, Tanrı’ya güven, O seni korur.”
Mrs. Bird’le kocası yine salona döndüler. Kadın ateşin başındaki küçük sallanan iskemlesine oturdu, düşünceli düşünceli öne arkaya sallanmaya başladı. Mr. Bird kendi kendine homurdanarak odayı arşınlıyordu.
“Hımm… Karmakarışık saçma sapan bir iş!” Sonunda uzun adımlarla karısının yanına geldi.
“Bak hanım, o buradan bu gece gitmek zorunda. Yarın iz sürücüler kokuyu alır. Kadın yalnız olsa, her şey duruluncaya kadar yatıp ses seda çıkarmayabilirdi ama o küçük, bir manga askerle yerinde tutulmaz, hiç kuşkum yok ki, kapının ya da pencerenin birinden kafasını çıkaracaktır. Onlarla birlikte burada yakalanmak demek, benim de işimin bitmesi demektir, hayır, bu gece yola çıkmak zorundalar!”
“Bu gece mi? Nasıl olur? Nereye giderler?”
“Eh, ben nereye gideceklerini biliyorum!” dedi. Senatör bir yandan da düşünceli bir tavırla çizmelerini giyiyordu, tam bacağının yarısını sokmuşken iki eliyle dizini kavrayıp