başladı.
“Diyelim ki boyun eğmemiz gerekiyor ama ah Tanrı’m, nasıl yapabilirim bunu! Nereye gittiğini ya da sana nasıl davranacaklarını bilsem neyse! Hanımım bir-iki yıl içinde seni geri almaya çalışacağını söylüyor ama Tanrı’m, oralara giden geri gelmez ki! Öldürüyorlar! Onları o ekim alanlarında nasıl çalıştırdıklarını duydum ben!”
“Orada da buradaki Tanrı var Chloe.”
“Eh, diyelim ki öyle ama Tanrı bazen korkunç şeylerin olmasına izin veriyor. Öyle düşünmek içimi hiç de rahatlatmıyor.”
Tom, “Tanrı’nın elindeyim,” dedi, “hiçbir şey onun izninden öteye geçemez, bir tek şey için O’na hep şükredeceğim. Satılan ve giden sen ya da çocuklar değil de ben olduğum için. Siz burada güvendesiniz, olan yalnızca bana olacak ve Tanrı, O bana yardım eder, edeceğini biliyorum.”
Ah gözüpek, yiğit yürek, sevdiklerini rahatlatmak için kendi acını nasıl da örtüyorsun! Tom kalın bir tonda, boğazında zehir gibi bir tıkanmayla konuşmuştu ama sesi yine de yürekli ve güçlüydü. Titreyerek, “Bize lütfedilenleri düşünelim,” diye ekledi. Onların üstünde çok iyi düşünmenin gerektiğinden en küçük bir kuşkusu yokmuş gibi konuşmuştu.
“Lütuf mu? Ben bunda lütuf görmüyorum, doğru değil, böyle olması doğru değil! Efendi onun borçlarını ödemen için alınmana asla izin vermemeliydi. Senin için verdiği parayı iki katıyla kazanarak geri ödedin. Sana özgürlüğünü borçlu, yıllar önce vermesi gerekirdi. Belki şu anda efendinin elinden başka bir şey gelmiyor ama bunun yanlış olduğunu hissediyorum. Bu duyguyu hiç kimse içimden çıkartamaz. Sen hep sadık davrandın, onun işlerini kendinden çok önemsedin, onu karınla çocuklarından daha çok düşündün! Kendi açmazlarından çıkmak için yürek sevgisiyle yürek kanı satıyorlar, Tanrı da bunun hesabını soracak!”
“Chloe! Beni seviyorsan, böyle konuşmayacaksın, son kez birlikte oluyor olabiliriz! Bak sana söyleyeyim Chloe, efendi aleyhine tek söz bile duymak zoruma gidiyor. O benim kollarıma bebekken verilmedi mi? Onun için iyi düşünmem doğal. Ayrıca zavallı Tom’u çok da fazla düşünmesi gerekmez. O kendisine böyle davranılmasına alışık, bana fazla kafa yorduğunu sanmam. Bu hiçbir biçimde beklenemez zaten. Onu öbür efendilerle kıyasla da söyle bakalım, kimde benim yaşamım oldu, kime benim gibi davranıldı? Önceden görebilseydi bunun başıma gelmesine asla izin vermezdi. Vermeyeceğini biliyorum.”
İnatçı bir doğruluk duygusunu başta gelen özelliklerinden biri olarak taşıyan Chloe Teyze, “Her neyse, yine de bir yerlerde bir yanlış var,” dedi, “tam olarak nerede olduğunu çıkaramıyorum ama bir yerde bir yanlış var, ondan hiç kuşkum yok.”
“Yukarıdaki Tanrı’ya bakmalısın, O her şeyin üstünde, O’ndan izinsiz tek serçe düşmez.”
“Bu beni pek rahatlatmıyor ama umarım öyledir,” dedi Chloe Teyze, “yine de bunu konuşmanın yararı yok, mısır ekmeğini ıslattım, sana da güzel bir kahvaltı için bir tane vereceğim, bir daha ne zaman kahvaltı edeceğini kimse bilemez.”
Güney’e satılan zencilerin çektikleri acıları kavrayabilmek için bu ırkın içgüdüsel duygularının özellikle güçlü olduğunu anımsamak gerekir. Bir yere duydukları bağlılık son derece güçlüdür. Yaradılış olarak cüretkâr ve açıkgöz değillerdir ama evcimen ve duyarlıdırlar. Buna bir de bilgisizlik ve bilinmeyenden duyulan korkuları eklerseniz, Güney’e satılmanın zencilerde çocukluktan beri cezalandırmanın son aşaması kabul edilmesini anlarsınız. Kırbaçlanmak ya da her tür işkence görmekten daha korkutucu bir gözdağı varsa, o da nehrin aşağısına gönderilmektir. Biz bu duyguyu onlar dile getirdiğinde duyduk ve dedikodu saatlerinde oturup “nehrin aşağısı” için korkunç öyküler anlattıklarında o içten korkuyu yüzlerinde gördük.
“O keşfedilmemiş ülke ki ırmaklarından
Dönmez giden hiçbir gezgin.”
Kanada’daki kaçaklar arasındaki çalışan bir misyonerin dediğine göre, kaçakların pek çoğu öbürlerine kıyasla daha iyi efendilerden kaçtıklarını ve kendilerinin, kocalarının, çocuklarının ya da karılarının tepelerinde asılı duran, “Kıyamet Günü” olarak niteledikleri Güney’e satılmanın umutsuz dehşetiyle kaçışın tehlikelerine göğüs germeyi kafaya koyduklarını itiraf etmişlerdir. Bu korku, yaradılış olarak sabırlı, çekingen, açıkgöz olmayan Afrikalıyı kahramanca bir yiğitlikle yüreklendiriyor ve onun açlığa, soğuğa, acıya, bilinmeyen toprakların tehlikelerine, yeniden ele geçirilmenin en korkunç yanı olan ceza paralarına katlanmasına neden oluyordu.
Mrs. Shelby, Chloe Teyze’nin büyük evdeki görevine izin verdiğinden, masanın üstünde basit bir sabah kahvaltısının dumanı tütüyordu. Zavallı kadıncağız kalan tüm gücünü bu veda şölenine harcamıştı, en iyi tavuğu kesip yolmuş, mısır ekmeğini olanca titizliğiyle tam kocasının damak zevkine göre pişirmiş, şöminenin rafından gizemli kavanozlar indirmiş, özel durumlar dışında ikram edilmeyen reçeller çıkarmıştı.
Mose zaferle, “Aziz Peter,” dedi, “ulan kahvaltının âlâsı yok mu bizde!” Bir yandan da bir parça tavuk kaptı.
Chloe Teyze onun kulağına bir tokat patlatarak, “Durun bakalım! Zavallı babacığınızın evde edeceği son kahvaltıya leş kargaları gibi üşüşmeyin!” dedi.
Tom yumuşak başlılıkla, “Aaa Chloe!” diye uyardı karısını.
Chloe Teyze, “Eh, elimde değil,” diyerek yüzünü önlüğüne gömdü. “Öyle altüst oldum ki, çirkin davranıyorum.”
Çocuklar kımıldamadan duruyordu, önce babalarına, sonra annelerine baktılar, bebek emredici, zorbaca bir ağlama tutturarak annesinin eteklerine tırmanmaya başladı.
“Gel!” dedi Chloe Teyze, gözlerini silerek bebeği aldı. “Tamam, şimdi iyiyim sanırım, hadi bir şeyler ye. Bu en iyi tavuk. Siz de çocuklar, siz de yiyeceksiniz, zavallıcıklar! Anneniz bir de kızdı size.”
Çocuklar daveti ikiletmeden büyük bir istekle yiyeceklerin başına geçtiler, iyi ki de öyle yaptılar, yoksa ortada eğlenti adına bir şey kalmayacaktı.
Kahvaltıdan sonra telaşla oradan oraya koşmaya başlayan Chloe Teyze, “Şimdi, giysilerini yerleştirmeliyim,” dedi. “Ne var ne yoksa almalısın yanına. Oradaki durumu tahmin edebiliyorum! Şimdi bak romatizman için fanilalar şu köşede, dikkat et artık kimse sana fanila dikmeyecek. Bunlar eski gömleklerin, bunlar da yeniler. Çoraplarının burunlarını dün gece ördüm, örme topunu da içine koydum. Aman Tanrı’m! Kim örecek artık onları senin için?” Yine duygularına yenilerek başını kutuya dayadı ve ağlamaya başladı. “Düşününce… iyi de olsan kötü de olsan hiçbir yaratık senin için hiçbir şey yapmayacak artık! Gerçekten iyi olman için artık bir neden yok!”
Kahvaltı masasının üstünde ne var ne yok silip süpüren oğlanlar, yavaş yavaş durumu kavramaya başlamışlardı, annelerini ağlar, babalarını da onca üzgün görünce sızlanmaya, ellerini gözlerine götürmeye başladılar. Tom Amca, bebeği dizine oturtmuştu, istediğince sınırsız eğlenmesine ses çıkarmıyordu, o da onun yüzünü tırmalıyor, saçını çekiyor, arada iç dünyasına yansıyanların bir göstergesi olarak gürültülü çığlıklar atıyordu.
“Ah, hadi çekil bakalım oradan, zavallı yaratık!” dedi Chloe Teyze. “Sana da sıra gelecek! Sen de kocanın satıldığını görmek için yaşayacaksın, belki kendin de satılacaksın, oğulların da er geç satılacak, iyi de davransalar kötü de, zavallı zenciler için değişen bir şey yok.”
O anda oğlanlardan biri bağırdı:
“Hanımımız