ama Sam, bana bu sabah Lizzy’yi yakalamak için efendiye yardım edeceğini söyledin, konuşmaların birbirini tutmuyor gibime geliyor,” dedi Andy.
Sam dehşet bir üstünlükle, “Bak sana ne diyeceğim Andy,” dedi, “hakkında hiçbir şey bilmediğin bir şeyden sakın söz edeyim deme, senin gibi delikanlılar Andy, iyi niyetlidir ama böylesi büyük işler söz konusu olunca tuzağa düşmemeleri beklenemez.”
Topluluğun daha genç üyeleri tuzağa düşmek sözcüğünü durumu pekiştiren bir sözcük olarak almışlardı ama Andy bu sert yorumdan rahatsız görünüyordu, bu arada Sam konuşmayı sürdürdü:
“Lizzy’nin peşindekileri düşündüğümde efendinin bu konuda inatçılık ettiğine karar verdim. Hanımın tam aksi düşüncede inat ettiğini görünce de işe vicdanım karıştı, neden derseniz hanım hep bizim tarafımızı tutar, ben de hem vicdanımın sesini dinledim hem de ilkelerime sarıldım.”
Sam elindeki tavuk boynuna coşkulu bir hamle yaparak, “Evet ilkeler,” dedi. “Üstünde diretilmeyecekse ilkelerin yararı ne bilmek isterdim. İşte Andy, şu kemiği alabilirsin, tam kemirilmemiş.”
Sam’in dinleyicileri ağızları bir karış açık dinliyorlardı, Sam de konuşmayı sürdürmekten başka çaresi yok havalarındaydı. Anlaşılması zor bir konuya giren birinin havasıyla, “Bu diretme konusuna gelince zenci dostlar,” dedi, “bu diretme sözcüğü kimsenin çok iyi anlayamadığı bir şey. Şimdi bakın, biri bir gün bir şeyi, gece de tam aksini savunursa, el âlem ne der? Haklı olarak neden sözünde direnmedi demez mi! Şu mısır ekmeğini ver bakayım bana Andy. Yine de işin temeline inelim. Umarım hanımlar beyler kullanacağım benzetmenin basitliğini bağışlarlar. Diyelim ki bir saman yığını var, üzerine çıkacağım. Merdivenimi sağa sola, dört bir yöne dayıyorum. Demek ki ne yaptım? Bu işte sebat ettim. Yukarı çıkmak uğruna merdivenimi ne yana olursa dayadım. Görmüyor musunuz, her şey size bağlı!”
Chloe Teyze, “Bugüne kadar direndiğin tek şeyin ne olduğunu Tanrı bilir!” diye mırıldandı. Sabırsızlanmaya başlıyordu, akşamın neşesi ona Kutsal Kitap’taki “güherçilenin üstündeki sirke”yi anımsatıyordu.
Sam geceyi kapatmak için son bir çaba göstererek midesi yemek, içi gururla dolu ayağa kalkarken, “Evet, ne demezsin!” dedi. “Evet dost ve hemşehrilerim, benim ilkelerim var, onlarla gurur duyuyorum, bu günlerde ilkeli olmak ayrıcalıktır, hep öyle olagelmiştir. Benim ilkelerim var, ben de kırkındaymışım gibi yapışmışımdır onlara, dört elle sarılırım, yaşamımı yangına çevirseler bile umurumda olmaz, dosdoğru belaya yürürüm ve işte kanımın son damlasını ilkelerim için, ülkem için, toplumun hayrı için akıtmaya geldim derim.”
Chloe Teyze, “Eh, ilkelerinden biri de bu gece artık şu yatağına girip herkesi sabaha kadar ayakta tutmamak olmalı, siz de çocuklar, gülmekten çatlamadan toparlansanız iyi olur.”
Sam, palmiye yaprağı şapkasını sevecenlikle sallayarak, “Zenciler! Tümünüze sesleniyorum, hayırdualarım sizinle, şimdi gidin yatın ve iyi çocuklar olun.”
Bu yürek sızlatıcı takdis duasıyla topluluk dağıldı.
9
Senatörün de bir insan oluşunun
ortaya çıkışı
Senatör Bird uzaklarda, siyasi gezilerinde olduğu sırada karısının onun için elleriyle yaptığı bir çift yeni, şık terliği ayaklarına geçirme hazırlığında çizmelerini çıkarırken, neşeyle yanan ateşin ışığı loş salondaki irili ufaklı halılara vuruyor, fincanların ve iyice parlatılmış çaydanlığın ateşten yana olan yüzlerinde ışıldıyordu. Mrs. Bird göze müthiş hoş gelen bir resim gibiydi, bir yandan sofranın hazırlanışını denetliyor, bir yandan da Nuh Tufanı’ndan beri anneleri şaşkına çeviren, her saniye bin bir türlü oyun ve haylazlık icat eden, neşe içindeki çocuklara arada bir karışıyor, uyarılarda bulunuyordu:
“Tom, kapı tokmağını bırak, orada içeri girmek isteyen biri var! Mary Mary! Kedinin kuyruğunu çekme, zavallı pisicik! Jim masanın üstüne tırmanmamalısın, hayır ha-yır!”
Sonunda kocasına bir şeyler söyleme fırsatını bulduğu an, “Bu akşam seni burada görmek bizim için ne sürpriz oldu, bilemezsin canım!” dedi.
“Evet, öyle, bir koşu gelip geceyi geçireyim, evimde azıcık rahat edeyim, dedim. Ölesiye yorgunum, başım da ağrıyor!”
Mrs. Bird, kapağı yarı açık dolapta duran kâfur şişesine bir göz attı, tam ona yaklaşmak için bir hareket yapacaktı ki, kocası araya girdi:
“Hayır hayır Mary, doktorluk yok. İstediğim şöyle demli sıcacık bir çayla evimizin güzel havası. Yasa yapmak yorucu iş!”
Senatör, kendini ülkeye kurban ettiğini düşünmek hoşuna gitmişçesine gülümsedi. Çay sofrasının hazırlanma işi biraz yoluna girince karısı, “Eee, senatoda neler yapıyorlar bakalım?” diye sordu.
Tatlı Mrs. Bird’ün kafasını mecliste olup bitenlere yorması hiç de olağan bir olay değildi, kendi işine bakmasını gerektirecek kadar yapacak şeyi olduğunu düşünmek daha akıllıcaydı. Bu nedenle Mr. Bird şaşkınlıkla gözlerini kocaman açtı ve, “Pek önemli şeyler değil,” dedi.
“Zavallı yeni gelen zencilere halkın yiyecek içecek vermesini yasaklayan bir yasa geçirmeye çalıştıkları doğru mu? Böyle bir yasadan söz edildiğini duydum ama hiçbir Hıristiyan millet meclisi üyesinin bunu onaylayacağını düşünemem!”
“Ne o Mary, ansızın politikacı kesildin?”
“Hayır, saçmalama! Sizin politikanız zerrece umurumda değil ama bunun hepten acımasız ve asla Hıristiyanlara yaraşmayan bir şey olduğunu düşünüyorum. Umarım sevgilim, böyle bir yasa geçmemiştir.”
“Kentucky’den gelen kölelere yardımı yasaklayan bir yasa geçti canım, olayın büyük bölümünden de şu pervasız kölelik karşıtları sorumlu, Kentucky’deki din kardeşlerimiz çok heyecanlandılar, bu durumda Hıristiyanca ya da değil, bu heyecanı yatıştıracak gibi davranmalıydık.”
“Peki ya yasa ne diyor? Bu zavallıcıkları bir gece barındırmayı, içlerini ısıtacak bir şeyler yedirmeyi, birkaç da eski giysi verip sessiz sedasız yollarına göndermeyi yasaklamıyor, değil mi?”
“Canım biliyorsun ki bu, yasadışı yardım etmek ve kışkırtıcılık anlamına gelir.”
Mrs. Bird çekingen, yüzü hemen kızarıveren, kısa boylu, tatlı mavi gözlü bir kadındı; şeftali gibi bir teni vardı, sesiyse dünyadaki en nazik, en tatlı sesti; yüreklilik konusuna gelince; orta boy bir baba hindinin ilk bağırışında Mrs. Bird’ün ödünü koparıp onu telaşla kaçırdığı, yeteneği orta çapta, irice bir ev köpeğininse yalnızca dişlerini göstererek ona boyun eğdirdiği biliniyordu. Kocasıyla çocukları tüm dünyasıydı, onları daha çok rica ederek ve ikna ederek yönetirdi. Onu uyarabilecek tek bir şey vardı, kötülükten nefret ederdi. Kötülük nadir bulunur tatlılığını ve cana yakınlığını siler atar, onu şaşırtıcı ve acı bir öfkeye boğardı. Genelde annelerin en hoşgörülüsü ve en kolay bir şey istenileniydi ama yine de oğulları bir kez onları döverek cezalandırdığını olayın şiddetli etkisi hiç azalmamış olarak anımsıyorlardı, nedeni de komşu mahalleden birkaç arsız çocukla birleşip savunmasız bir kedi yavrusunu taşa tutmuşken yakalanmalarıydı.
Efendi Bill, “Biliyor musunuz, önce korktum. Annem yanıma geldi, ne olduğunu bile düşünmeye kalmadan dayağı yedim, yemek de yemeden yatağa devrilip