Оскар Уайльд

Mürver Ağacı


Скачать книгу

zaman tek başınıza hep siz konuştunuz. Böyle sohbet olmaz.”

      Kurbağa, “Birinin dinlemesi gerekir,” diye karşılık verdi. “Ayrıca ben tüm konuşmaları kendim yapmayı severim. Hem zamandan kazandırır, hem münakaşaları önler.”

      Roket, “Ama ben münakaşaları severim,” dedi.

      Kurbağa kayıtsızca, “Bunu duyduğuma üzüldüm. Münakaşalar son derece kabadır; iyi bir cemiyetteki herkes hep aynı fikirleri paylaşmalıdır. Bana tekrar müsaade; uzakta kızlarımı görüyorum,” dedi ve yüzerek uzaklaştı.

      Roket, “Siz çok sinir bozucu birisiniz,” dedi, “ve çok edepsiz. Benim gibi kendi hakkında konuşmak isteyen biri varken sizin gibi kendi hakkında konuşan kimselerden nefret ederim. Ben buna bencillik derim ve bencillik son derece menfur bir şeydir, özellikle de benim mizacımda biri için, çünkü ben iyi huylu yaradılışımla nam salmışımdır. Aslında siz beni örnek almalısınız, benden daha örnek birini bulmanız mümkün değil. Böyle bir fırsatı bulmuşken bundan yararlanmalısınız, Saraya dönmem an meselesi zira. Sarayda çok sevilirim. Hatta Prens’ le Prenses dün benim şerefime evlendiler. Fakat sizler taşralı olduğunuz için bu meseleleri bilmezsiniz elbet.”

      İri kahverengi bir kamışın tepesine tüneyen bir Yusufçuk, “Ona seslenmenizin bir faydası yok,” dedi. “Hem de hiç yok, çünkü çoktan gitti.”

      “Eh, bu onun kaybı, benim değil,” dedi Roket. “Sırf beni dinlemiyor diye konuşmaktan vazgeçecek değilim. Kendimi konuşurken dinlemeyi de severim ben; en büyük zevklerimden biridir. Sıkça kendi kendime uzun uzun konuşurum ve o kadar zekiyimdir ki, bazen söylediklerimin tek bir kelimesini bile anlamam.”

      Yusufçuk, “Öyleyse mutlaka Felsefe dersi vermelisiniz,” dedi ve tül gibi nefis kanatlarını açtı, göğe ağarak uzaklaştı.

      Roket, “Kalmaması ne büyük aptallık! Eminim aklını geliştirecek böyle bir fırsatı pek sık bulamıyordur. Fakat zerre kadar umurumda değil. Benim gibi bir dehanın kıymeti bir gün mutlaka anlaşılacaktır,” dedi ve çamura biraz daha battı.

      Bir zaman sonra iri beyaz bir Ördek yüzerek yaklaştı. Sarı bacakları ve perdeli ayakları vardı ve paytak yürüyüşünden dolayı çok güzel olarak kabul ediliyordu.

      “Vak, vak, vak,” dedi Ördek. “Ne tuhaf bir şekliniz var! Acaba sorabilir miyim, bu haliniz doğuştan mı, yoksa bir kaza mı geçirdiniz?”

      Roket, “Taşradan hiç çıkmadığınız gün gibi aşikâr,” diye cevap verdi. “Aksi halde kim olduğumu bilirdiniz. Fakat cehaletinizi bağışlıyorum. Başkalarından benim kadar kayda değer olmalarını beklemek adil olmaz. Göğe uçup altın bir yağmur sağanağı halinde yere inebildiğimi söylersem şüphesiz şaşıracaksınız.”

      Ördek, “Bundan ne çıkar ve kime ne faydası var, anlamıyorum,” dedi. “Fakat bir öküz gibi tarlayı çift sürebilseniz, bir at gibi araba çekebilseniz ya da bir çoban köpeği gibi koyunları güdebilseniz anlarım.”

      Roket son derece kibirli bir ses tonuyla, “Sevgili Ördek,” dedi, “görüyorum ki, aşağı tabakalara aitsiniz. Benim mevkimdekilerin asla faydasına bakılmaz. Bizlerin bazı marifetleri vardır ve bu yeter de artar. Ben şahsen hiçbir türden işe sıcak bakmam, bilhassa da sizin tavsiye eder göründüğünüz işlere. Hatta ben daima, yapacak başka hiçbir şeyi olmayanların ağır işlere sığındıklarını düşünmüşümdür.”

      Çok sakin bir yaradılışı olan ve kimseyle hiçbir zaman çekişmeyen Ördek, “Pekâlâ, pekâlâ,” dedi, “herkesin kendine göre bir zevki vardır. Her halükârda sizin de buraya yerleşmenizi umarım.”

      “Ah Tanrım, hayır!” diye inledi Roket. “Ben yalnızca bir ziyaretçiyim, seçkin bir ziyaretçi. Doğrusu burayı epey sıkıcı buluyorum. Ne makbul bir cemiyet var, ne de yalnız kalabiliyorum. Hatta burası basbayağı varoş. Belki de Saray’a dönmeliyim, çünkü dünyada yankı uyandırmanın kaderimde olduğunu biliyorum.”

      Ördek, “Bir zamanlar ben de cemiyet hayatına katılmayı düşünmüştüm,” dedi. “Islah edilmesi gereken çok şey var. Hatta vaktiyle bir toplantının reisliğini yapmıştım ve hoşumuza gitmeyen her şeyi kınayan kararlar geçirmiştik. Fakat pek bir sonuç alamadık. Bunun üzerine ben de evime çekildim ve bir aile kurdum.”

      Roket, “Ben cemiyet hayatı için yaratılmışım,” dedi. “En aşağı ferdine kadar bütün akrabalarım da. Ne zaman boy göstersek büyük heyecan uyandırırız. Ben henüz bir gösteriye çıkmadım, ama çıktığım zaman muhteşem bir manzara olacak. Aile hayatına gelince, kişiyi hızla ihtiyarlatan ve aklı yüksek şeylerden alıkoyan bir şeydir.”

      Ördek, “Ah, hayatın yüksek şeyleri ne hoştur! Bu da bana ne kadar acıktığımı hatırlatıyor,” dedi ve, “Vak, vak, vak,” diyerek suyun aktığı yönde uzaklaştı.

      Roket, “Geri gel! Geri gel!” diye bağırdı. “Size söyleyecek daha çok şeyim var.” Fakat Ördek oralı olmayınca kendi kendine, “Gittiği iyi oldu,” dedi, “zaten orta sınıflar gibi düşündüğü belliydi.” Ve biraz daha çamura batıp dâhilerin yalnızlığını düşünmeye başladı ki, beyaz iş önlükleriyle iki küçük oğlan bir çaydanlık ve biraz çalı çırpıyla suyun kıyısından koşarak geldiler.

      “Temsilciler heyeti bu olmalı,” dedi Roket ve vakur bir eda takınmaya çalıştı.

      Oğlanlardan biri, “Şuna bak! Şu yaşlı sopaya! Acaba buraya nasıl gelmiş?” diye bağırdı ve Roket’i hendekten çıkardı.

      Roket, “YAŞLI Sopa mı?” dedi. “İmkânsız! ŞANLI Sopa demiş olmalı. Şanlı Sopa çok daha övgü dolu. Demek beni Saray eşrafından biriyle karıştırıyor!”

      Öbür oğlan, “Hadi ateşe atalım!” dedi. “Su daha çabuk kaynar.”

      Çalı çırpıyı bir araya yığdı ve en üste de Roket’i koyup bir ateş yaktılar.

      Roket, “Harika,” diye feryat etti, “herkes görebilsin diye beni gündüz gözüyle ateşleyecekler.”

      Oğlanlarsa, “Hadi yatıp uyuyalım, uyanana kadar su ancak kaynar,” diyerek çimenlere uzandılar ve gözlerini kapadılar.

      Roket çok nemli olduğundan yanması epey zaman aldı. Fakat sonunda alev almasını bildi.

      “İşte gidiyorum!” diye haykırarak kendini iyice düzeltip kastı. “Yıldızlardan çok yükseğe, aydan çok yükseğe, güneşten çok yükseğe çıksam. Hatta o kadar yükseğe ki…”

      Fısst! Fısst! Fısst! dedi ve doğruca havaya kalktı.

      “Mükemmel!” diye haykırdı. “Sonsuza kadar böyle gideceğim. Başarı diye buna derim!”

      Fakat kimse onu görmüyordu.

      Sonra iç gıdıklayıcı, tuhaf bir his kapladı her yerini.

      “İşte, patlamak üzereyim,” diye haykırdı. “Tüm dünyayı ateşe vereceğim ve öyle bir gürültü çıkaracağım ki, bir yıl boyunca kimse başka bir şeyden söz etmeyecek.” Gerçekten patladı da. Barut, Bam! Bam! Bam! diye sesler çıkardı. Ona da şüphe yok.

      Gelgelelim kimse, hatta derin uykuya daldıkları için şu küçük oğlanlar bile onu fark etmedi.

      Ondan geriye yalnızca çubuğu kaldı ve o da, hendeğin kenarında yürüyüşe çıkan bir Kaz’ın sırtına indi.

      Kaz, “Üstüme iyilik sağlık! Gökten sopa yağıyor,” diye bir çığlık atarak kendini suya bıraktı.

      Roket son bir nefesle, “Büyük bir heyecan uyandıracağımı biliyordum,” dedi ve söndü.