Оскар Уайльд

Mürver Ağacı


Скачать книгу

edilmediğini biliyorsundur. En azından benim zamanımda öyleydi. Şimdi nasıl bilmiyorum. Eh, tabii kız rolüne her zaman Cyril uygun görülüyordu ve Beğendiğiniz Gibi sahneleneceği zaman Rosalind’i o oynadı. Şahane bir iş çıkardı. Hatta Cyril Graham hayatımda gördüğüm yegâne kusursuz Rosalind’di. Oradaki güzelliği, letafeti, inceliği sana tarif etmemin imkânı yok. Oyun büyük bir heyecan uyandırdı ve o zamanki haliyle o berbat küçük tiyatro her akşam tıka basa doldu. Oyunu şimdi okuduğumda bile Cyril’i düşünmeden edemiyorum. Sanki onun için yazılmış. Ertesi dönem diplomasını aldı ve Hariciye sınavlarına hazırlanmak için Londra’ya geldi. Fakat hiç çalışmadı. Günlerini Shakespeare’in sonelerini okuyarak, akşamlarını da tiyatroda geçiriyordu. Tabii sahneye çıkmak için can atıyordu. Benim ve Lord Crediton’un engelleyebildiği bir şey varsa budur. Belki sahneye çıksaydı bugün hayatta olurdu. Öğüt vermek aptalca bir şey, ama bunda ısrar etmek tam bir felakettir. Öyle bir hataya asla düşmeyeceğini umarım. Çünkü düşersen buna pişman olursun.

      Asıl hikâyeye gelirsek, bir gün Cyril’den, o akşam dairesine uğramamı isteyen bir not aldım. Piccadilly’de, Green Park’a yukarıdan bakan nefis bir evi vardı ve onu zaten her gün görmeye gittiğimden zahmet edip bana yazmasına bayağı şaşırmıştım. Tabii ki gittim; oraya vardığımda onu büyük bir heyecan içinde buldum. Bana Shakespeare’in sonelerindeki gerçek sırrı nihayet keşfettiğini; tüm uzman ve eleştirmenlerin başından beri tamamen yanlış yolda olduklarını; sadece sezgisel delillere dayanarak Mr. W.H.nin kim olduğunu ilk kendisinin bulduğunu anlattı. Sevinçle adeta kendinden geçmişti ve bana uzun süre bu konudaki görüşünü anlatmadı. Fakat sonunda bir deste not çıkardı, sonelerin bir nüshasını şömine rafından alıp oturdu ve konunun tamamı hakkında bana uzun bir konferans verdi.

      Shakespeare’in acayip bir şekilde tutkuyla dolu olan bu şiirlerini yazdığı genç adamın kendi dram sanatının gelişiminde sahiden can alıcı bir etken olmuş olması gerektiğine, dolayısıyla onun ne Lord Pembroke, ne de Lord Southampton[12] olabileceğine dikkat çekerek söze başladı. Gerçekten de o kişi her kimse, yüksek mevkide doğmuş biri olamazdı ve bunu Shakespeare’in kendini ‘büyük prenslerin gözdeleri’ ile kıyasladığı 25. Sone açıkça belli ediyordu. Orada Shakespeare büyük bir samimiyetle…

      Yıldızların gözdesi olanlar övünsün

      İkballe, iktidarla, alımlı unvanlarla;

      Kader vermediyse de bana böyle bir zafer,

      Mutluyum en saydığım beklenmedik şanlarla,[13]

      diyor ve soneyi, taptığı kişinin aşağı mevkiinden dolayı kendini kutlayarak bitiriyordu:

      Ben sevdim, sevildim ya; hepten mutlu yaşarım;

      Yoldan çıkartılamam, ne de yoldan şaşarım.

      Bu sonenin, ikisi de İngiltere’de en yüksek mevkileri işgal eden ve ‘büyük prensler’ olarak anılmaya fazlasıyla layık olan Pembroke Kontu veya Southapmton Kontu’na yazılmış olması Cyril’e göre çok saçmaydı; bu fikrini desteklemek için de, bize aşkın ‘ikbalden rastgele doğmuş’ ve ‘başına bela’ kesilmiş olmadığı, onun ‘kader kısmet’in kaprislerinden uzak olduğunu anlatan Shakespeare’in 124. ve 125. Sonesi’ni okudu. Bu konuya daha önce hiç parmak basılmadığını düşündüğümden onu epeyce ilgiyle dinledim; fakat devamı daha da merak uyandırıcıydı ve bana öyle geliyordu ki, Pembroke iddiasını büsbütün ıskartaya çıkarıyordu. Meres’den[14] bildiğimize göre soneler 1598’den önce yazılmıştı ve 104. Sone de Shakespeare’in Mr. W.H.ye beslediği dostluğun üç yıllık bir geçmişi olduğunu anlatıyordu. Şimdi, 1580’de doğan Lord Pembroke on sekiz yaşına, yani 1598’e kadar Londra’ya gelmemişti; oysa Shakespeare’in onunla tanışıklığı 1594’te, yahut en geç 1595’te başlamış olmalıydı. Dolayısıyla Shakespeare onu ancak soneler yazıldıktan sonra tanımış olabilirdi.

      Cyril ayrıca Pembroke’un babasının en erken 1601’ de öldüğüne dikkat çekiyordu; halbuki,

      Babam var diyorsun ya; bırak, oğlun da desin,

      dizesinden Mr. W.H.nin babasının 1598’de sağ olmadığı açıktı. O devirdeki herhangi bir yayıncının —üstelik önsöz yayıncının elinden çıkmaydı— Pembroke Kontu William Herbert’i Mr. W.H. olarak anmaya cüret etmesiyse bir başka saçmalık olurdu. Lord Buckhurst’ten Mr. Sackville[15] olarak söz edilmesiyse bununla pek kıyaslanamazdı, çünkü Lord Buckhurst bir lord değil, bir lordun resmî unvana sahip olmayan küçük oğluydu ve ondan bu şekilde söz eden England’s Parnassus’taki pasaj usule uygun ve resmî bir ithaf değil, adının basit bir şekilde anılmasından ibaretti. Ben yanında merak içinde otururken Cyril’in, hakkındaki iddiaları kolayca çürüttüğü Lord Pembroke’la ilgili bu kadar yeter. Lord Southampton’a gelince, o Cyril için daha da kolaydı. Southampton çok küçük bir yaşta Elizabeth Vernon’un[16] âşığı olduğu için evlilik yakarışlarına ihtiyacı yoktu; Mr. W.H. gibi annesine de benzemiyordu:

      Sen annenin aynası olmuşsun da o sende

      Bulmuştur gençliğinin güzelim baharını.

      Ve hepsinden önemlisi, adı Henry’ydi, halbuki cinaslı soneler (135 ve 143), Shakespeare’in arkadaşının kendisiyle aynı adı, yani Will adını taşıdığını gösteriyordu.

      Talihsiz yorumcuların, Mr. W.H.nin bir basım hatası olduğu, doğrusunun Mr. William Shakespeare anlamında Mr. W. S. olması gerektiği; ‘Mr. W.H.ye’ ifadesinin doğru yazımının ‘Mr. W. Hall’ olması gerektiği;[17] Mr. W.H.nin Mr. William Hathaway olduğu veya ‘Mr. W.H. ye’ ifadesindeki ‘ye’takısının yerine nokta gelmesi, böylece Mr. W.H.nin ithafın konusu değil, yazarı olması gerektiği yollu diğer iddialarına gelince, Cyril onların da çabucak üstesinden geldi. Gerekçelerini sıralamaya değmez, ama Mr. W.H.nin bizatihi ‘Mr. William Himself’[18] olduğunu ileri süren Barnstorff adında Alman bir yorumcudan bazı alıntıları —neyse ki Almanca aslından değildi— bana okuyunca gülme nöbetine tutulduğumu hatırlıyorum. Sonelerin Drayton ve Hereford’lu John Davies’in[19] eserlerini hedef alan hicivler olduğu fikrine de hiç pabuç bırakmadı. Benim için olduğu gibi onun için de soneler, Shakespeare’in yüreğindeki acılardan süzülüp dudaklarındaki balla tatlandırılmış şiirler olarak ciddi ve trajik bir öneme haizdi. Hele onların felsefi bir alegoriden ibaret oldukları ve Shakespeare’in onlarda kendi İdeal Benliği’ne, İdeal Erkekliği’ne, Güzelliğin Özü’ne, Akla, İlahî Söz’e veya Katolik Kilisesi’ne hitap ettiği fikrini hepten reddediyordu. Ona göre – ve fikrimce hepimiz böyle düşünmeliyiz— soneler biri için yazılmıştı; kişiliğiyle Shakespeare’in ruhunu her nasılsa dehşetli bir sevince ve ondan aşağı olmayan dehşetli bir ümitsizliğe boğmuş olan genç bir adam için.

      Bu yolla, tabiri caizse, önünü açan Cyril benden kafamda konuyla ilgili tüm önyargılarımdan sıyrılmamı ve kendi açıklamasını hakkaniyetle ve tarafsızca dinlememi istedi. Dikkat çektiği nokta şuydu: Soy ya da yaradılış bakımından asil olmamasına rağmen Shakespeare’in ibadete varan büyük bir tutkuyla yazdığı; şairin tuhaf hayranlığı karşısında bizi merakta bırakan ve kalbindeki esrarın kilidini açacak anahtarı çevirmeye bile neredeyse korkutan o genç çağdaşı kimdi? Shakespeare’in sanatının temel taşı olacak kadar büyük bir maddi güzelliğe sahip olan; bizatihi Shakespeare’e ilham kaynağı olan; onun rüyalarının ete kemiğe bürünmüş