freleri
İstanbul’da geçen bir macera yazmanın artık zamanının geldiğini hatırlatan sevgili Banu Uğurlu ve Fatih Üstündağ’a; kimi şifrelerin çözüm noktalarını belirlerken yaşadığım kararsızlıklar sırasında, çocukluk anılarını paylaşarak fikirler veren “acil destek hattı”, sevgili editörüm Hülya Şat’a teşekkürlerimi sunarım.
Ve doğup büyüdüğüm, uzaklara düşsem de hep kalbimde taşıdığım canım İstanbul’a minnet dolu teşekkürler…
1. BÖLÜM
Ne Ekip Ama!
Emirgân sırtlarındaki dik yokuşu, pergel gibi bacaklarıyla, oldukça çevik adımlarla aşan adam aniden durdu. Uzun ve irice burnuyla tuhaf bir zıtlık oluşturan küçük, yuvarlak tel çerçeveli gözlüklerini düzeltti; dikkatli gözlerle çevresine baktı. Az kalmış olmalı, diye düşündü. Derin derin nefes alınca soğuk havanın ciğerlerini yaktığını hissetti. Gün henüz ışımaktaydı. Bu yüzden keskin soğuğun etkisi fazlasıyla hissediliyordu. O sırada birkaç yağmur damlası, lacivert pardösüsünün omuzlarına inince yeniden yürümeye koyuldu. Bir yandan üst cebini yokladı; zarf yerindeydi. Yağmur iyice bastırmadan onu adresine ulaştırsa fena olmayacaktı.
Adam az sonra, yüz yıllık çam ağaçlarının arasına gizlenmiş, üç katlı, beyaz badanalı köşkün iki kanatlı, ferforje bahçe kapısının önünde durdu. Yaklaşık otuz yıl önce bir hayırseverin okula dönüştürülmek üzere bağışladığı binaya hayranlıkla baktı. Derin bir sessizliğe bürünmüştü. Gözleri bahçe kapısının hemen yanındaki bekçi kulübesine kaydı; boştu. Demek ki okulun gece bekçisi yoktu. Ardından cebindeki zarfı çıkarıp posta kutusunun aralığından kaydırdı. Son bir kez daha okula bakarak içini çekti ve tırmandığı yokuşu bu kez uçarcasına inmeye koyuldu.
Işıl öğretmen telaşla ikinci katın merdivenlerini çıktı ve kendine öğrencilerin arasından yer açmaya çalışarak, pek de uzun olmayan koridor boyunca koşar adım ilerledi. Bu sırada çarpmaktan kıl payı kurtulduğu birkaç öğrenciyi, “Koridorda koşulmaz, arkadaşlar!” diye uyardı. Atkuyruğu yaptığı kahverengi saçları attığı her adımda sağa sola sallanıyor, beyaz önlüğünün etekleri geriye doğru uçuşuyordu. Hızını alamayıp koridorun sonundaki sınıfın, ardına kadar açık duran kapısından içeri nefes nefese daldı. Dalmasıyla yüzünün asılması bir oldu. Sınıf boştu. Yalnızca dipteki sıralardan birinde harıl harıl bir şeyler yazmakta olan öğrenci dışında kimse yoktu.
Işıl öğretmen nefesini kontrol altına almaya çalışarak, “Diğerleri nerede Ateş?” diye sordu.
Ateş kafasını, neredeyse yapıştığı defterden kaldırıp şaşkın bir ifadeyle öğretmenine baktı. Elini, adına yakışan dalgalı kızıl saçlarına götürerek kafasını kaşıdı. Kelimenin son harfini uzatarak, “Teneffüsteee…” diye karşılık verdi. “İki ders arası temiz hava almak ve dinlenmek için biz öğrencilere bahşedilen arayı değerlendiriyorlar.”
Ateş bir an öğretmeninin bu anlamsız sorusunun amacını düşündü. Aslında onun da arkadaşlarıyla birlikte sınıfın dışında herhangi bir yerde olması gerekirdi. Oysa ev ödevlerini okulda yetiştirmek gibi bir huyu vardı. Ateş de en az kendisini sürekli uyaran öğretmenleri gibi, bu huyundan hoşlanmıyordu. Ama huydu işte, öyle kolay kolay değişmiyordu ki!
Işıl öğretmen çok zeki bir kadındı ve sorusunun amacı, konuyu Ateş’in bu konudaki disiplinsizliğine getirmek olabilirdi. Sıradaki soruyu ise tahmin etmek hiç de zor değildi: Peki o hâlde senin ne işin var burada, niye arkadaşlarınla birlikte değilsin?.. Sorunun ardından öğretmenin çekeceği söylevin içeriğini de iyi biliyordu Ateş. İşin kötüsü, söylev teneffüsün süresini yiyip biterecek, ders başlayacak ve böylece ödevini yetiştiremeyecekti. Çilli yüzünün hafifçe kızardığını hissetti. Ödevini evde yapmamasına gerekçe olarak yaratıcı ve yeni bir “bahane” bulup teneffüsü kurtarmak için beynini zorladı.
Öğretmen, Ateş’in aklından geçenlerden habersiz, burnunun ucuna inen lacivert çerçeveli gözlüklerini geriye doğru itip yüzünü hafifçe buruşturdu. “Saçmalama Ateş!” diye söylendi. “Teneffüsün ne olduğunu biliyorum! Ama böylesine berbat bir havada, en azından sizin, koridoru istila etmek yerine, sınıfı birbirine katmayı tercih edeceğinizi düşünmüştüm!”
Ateş yüzü normal rengine kavuşurken pencereden dışarı bir bakış attı. Gerçekten de yağmur şiddetini artırmıştı. Bahçede ağaçlardan, böceklerden ve kuşlardan başka canlı varlık olmadığına emindi. Az önce kurduğu cümledeki “temiz hava almak” kelimeleri kendisine de saçma geldi. Teneffüs sırasında koridorların havasının ne kadar temiz olduğu da tartışılırdı!
Işıl öğretmen, “O zaman gidip arkadaşlarını çağır lütfen!” dedi. “Size vermem gereken önemli bir haber var ve pek zamanımız yok!”
Ateş kahverengi gözlerini kocaman açıp öğretmenine baktı. Çağırmak mı, diye düşündü. Sınıf mevcudu 28 kişiydi ve bunun anlamı, kimi zaman “balta girmemiş ormanı” hatırlatan koridora dalıp 27 sınıf arkadaşını bulmak demekti. Asıl Işıl öğretmen saçmalıyordu! Üstelik yasak olduğu hâlde, alt ve üst katların koridorlarına sızan “kendini bilmezler” de vardı. Ateş, “Ama, nasıl?..” diye ağzında gevelese de öğretmen umursamadı. Elindeki zarfa gözlerini dikmişti, Ateş’e bakmıyordu bile.
Ateş koridora adım atar atmaz, ilerideki sınıfın kapısında dikilen birkaç arkadaşını gördü. Kızlar neşe içinde laflıyorlardı. Belki de sınıfı toplaması tahmininden kolay olacaktı. Hem onlardan kendisine yardımcı olmalarını isteyebilirdi.
Böylece kızlara doğru birkaç adım atmıştı ki, tam o sırada bir omuz darbesiyle dengesi bozuldu. İri cüssesine rağmen, doksan derecelik bir açıyla dönmüştü. Kendini toparlayıp yeniden kızların olduğu tarafa yönelince artık sınıfın kapısında olmadıklarını gördü. “Yer değiştirme hızları, çenelerinin hızına eşit!” diye homurdandı. Teneffüs zilinin çalmasını beklemekten başka bir çaresi olmadığını düşünürken, aklına parlak bir fikir geldi. Hızlı adımlarla koridorun diğer ucuna doğru ilerlemeye koyuldu. Bir yandan gözleriyle kat hizmetlisini arıyordu. Tahmin ettiği gibi ortalarda yoktu. Yine dişlerini ve akciğerlerini daha da karartmak için teneffüsü fırsat bilmişti! Ateş, adamın “içeriğinin” yavaş yavaş nikotin, karbonmonoksit, arsenik ve adını bilmediği başka birtakım maddelere dönüştüğünden şüpheleniyordu!
Kimsenin kendisiyle ilgilenmediğine emin olunca merdivenlerin başındaki kutunun cam kapağını açıp baktı. Mekanizma ne kadar karmaşık olabilirdi ki!.. Birkaç tuşa dokunmasıyla teneffüsün sona erdiğini duyuran sesin binayı kaplaması bir oldu. Ateş cam kapağı acele hareketlerle kapatıp geldiği yöne doğru gerisin geri yürüdü. Koridorun yarısını katetmişti ki, hizmetlinin panik içinde koşturduğunu gördü. Adam mekanizmayı durdurmaya çalışsa da artık çok geçti. Öğrenciler homurdanarak sınıflarına girmeye başlamışlardı.
Ateş herkesten önce sırasına döndü. Arkadaşları yerlerine yerleşene kadar birkaç dakikası daha vardı. Ama Işıl öğretmen o birkaç dakikayı da ele geçirmeye kararlıydı! Kimsenin oturmasını beklemeden konuşmaya başladı. “Arkadaşlar, size çok önemli bir haberim var!”
Sıraların çekilme gıcırtısına karışan sesini duyurmak için daha da yükseltti. “Bir süre önce, okulumuz adına bir yarışmaya başvurmuştum. Açıkçası artık umudumu kesmiştim, ama bugün yaptığım başvuruya bir yanıt geldi.” Sözlerini kanıtlamak istercesine, elindeki zarfı havaya kaldırıp salladı. Bu sırada çenesini de hafifçe yukarı kaldırmıştı; kendisiyle gurur duyuyor gibiydi.
Ön sıradaki bilmiş kızlardan biri, “Ne yarışması, bilgi mi?” diye sordu.
Işıl öğretmen, “Aslında bildiğimiz yarışmalardan biraz farklı.” diye karşılık verdi. “Bir tür okullar arası hazine avı!”
Sınıfın hepsi sözleşmişçesine bir ağızdan, “Hazine avı mı?” diye bağrıştı.
Öğretmen, çocukların ilgisini çekmiş olmaktan memnun, gülümseyerek başıyla onayladı. “Üstelik hiç vakit kaybetmeden işe koyulmamız gerekiyor. Çünkü ‘av’ bana mektup gönderildiği an başlamış oldu!”
Herkesi saran heyecan dalgasını birbirine karışan sorular izledi:
“Nasıl bir hazine?”
“Nerede