doyurabileceğini sanmıyorum Ateş.” Sonra da yüzünde muzip bir gülümsemeyle, “Bir de turistleri izleyin.” dedi. “En azından ilk şifreyi çözerken belki bir faydası olur…”
Okulun giriş kapısına indiklerinde, Ceren, “Kendimizi yağmurun altına atmadan önce karar verelim.” dedi. “Ne tarafa gideceğiz? Çözmemiz gereken şifre yetmezmiş gibi Işıl öğretmen de şifreli konuştu. ‘Turistleri izleyin’ ne demek?!”
Kaan, “Bulmamız gereken turistik bir yer demek ki!” diye fikrini açıkladı.
Ateş, “Söz konusu olan İstanbul.” diye atıldı. “Şehrin büyük bölümü turistik.” Ardından şifreyi yeniden satır satır okudu. Son cümlede takılıp kaldı. “Git sor Sultan’a, git sor Sultan’a…” diye tekrarladı. “Ama hangi sultana?”
Ceren, “Fatih Sultan Mehmet olabilir mi?” diye sordu. “İstanbul’u fethettiğine göre…”
Ateş, “1481’de öldüğüne göre, gidip sormamız imkânsız!..” diye karşılık verdi.
Kaan, “Belki de şifrenin kastettiği kişi değil, bir yer ismidir.” diye mırıldandı. Bir yandan Ceren’e kaçamak bir bakış attı. Kızın yine terslemesinden çekiniyordu.
Oysa Ceren terslemek yerine, heyecan içinde haykırdı. “İyi düşündün! Tabii ya! Turistlerin en çok gidip gördüğü sultan! Sultanahmet!”
Kaan, “Yani aradığımız şey Sultanahmet’te mi?” diye sordu. Daha birkaç ay önce Kaan’dan yaşça büyük olan kuzeni şehir dışından gelmişti. İstanbul’da yaşayan bir arkadaşıyla buluşmaya giderken yanında Kaan’ı da götürmüştü. O gün Sultanahmet’e de gitmişler; yemek yiyip biraz etrafı gezmişlerdi.
Ateş omuzlarını silkti. “Olabilir. Hem fena bir başlangıç sayılmaz. En azından çemberi daraltmış oluruz. Yine de oraya kadar gitmeden önce araştıralım. Yakınlarda bildiğim bir kütüphane yok ama bir kitabevi var.”
Sıkıca sarınıp şemsiyelerini açtıktan sonra, okul binasından dışarı fırladılar. Ateş’in elini kaldırıp selam verdiği bekçi izin kâğıdı sormadı. Hatta gülümseyerek, “İyi şanslar!” diye seslendi. Haber çabuk yayılmış olmalıydı…
Kitabevine vardıklarında içerinin sakin olduğunu gördüler. Ateş hemen rafları düzenleyen görevliye İstanbul’la ilgili kitapların nerede olduğunu sordu. Görevli elindekileri bırakmadan, olduğu yerde doğruldu. “Ne tür bir şey arıyorsunuz?”
Ateş, “İstanbul hakkında bir kitap…” diye tekrarladı.
“Öyle de ne tür bir kitap olacak? Roman mı, araştırma kitabı mı, şehir rehberi mi? Yoksa sadece şehrin tarihiyle mi ilgili? Şehrin tamamını kapsayan ya da ayrı ayrı ilçelerini anlatan kitaplar da var. Ayrıca sarayları, müzeleri, lokantaları…”
Üçünün de gözleri korkuyla açıldı. Ceren telaşla, “Biz Sultanahmet’le ilgili bir kitap bakalım önce.” diyerek adamın sözünü kesti.
Bunun üzerine görevli elindeki kitapları bırakıp rafların arasında dolaşmaya başladı. Az sonra kucağında bir yığınla geri döndü. “Yalnızca Sultanahmet’le ilgili kitap bulamadım. Ama isterseniz bunlara bir göz atın.”
Kitap yığınını aralarında bölüşüp birkaç koltuk ve bir sehpadan oluşan köşeye yerleştiler. Müşterilerin acele etmeden kitap seçebilmeleri için ayrılmış bir bölümdü burası.
Ceren, Ateş’e, “Şifre gözümüzün önünde olsun.” dedi. Bunun üzerine şifrenin yazılı olduğu kâğıdı sehpaya koydular. Aralarında paylaştıkları kitaplara göz atmaya başladılar.
Çok geçmeden Ateş bol renkli resimli, ansiklopedi boyutlarında bir kitabı karıştırırken birden durdu. Heyecanla, “Hey, şuraya baksanıza!” dedi. “Bu taş Sultanahmet’teymiş! Şifrede ne diyor? Nokta dendiğine bakma, boyundan büyük bir taş ara. Bizden daha uzun olduğuna bahse girerim.”
Ceren, “Adı neymiş?” diye atıldı. Bir yandan elindeki tarih kitabının dizin kısmını açtı.
“Milion Taşı!”
Ceren, “İşte burada!” diye neredeyse bağırdı. “Milion Taşı, Bizans İmparatorluğu zamanında dünyanın başlangıç noktası olarak kabul ediliyormuş.” Sonra Kaan’a kaçamak bir bakış attı. “Yani dünyanın Greenwich’ten önceki başlangıç noktası diyebiliriz.” Gözleri satırların arasında kaydı. “Ve Altın Kilometre Taşı, yani Miliarium Aureum adıyla da anılmaktaymış. Şifrenin dördüncü cümlesinde, ‘Altınları yitip gitmiş olsa da değerini hiç azımsama.’ diyor. Artık dünyanın başlangıç noktası olarak görülmüyor, ama tarihteki önemine bakılırsa değerini azımsayamayız.”
Ateş, “Bence bulduk. Şifredeki her satıra uyuyor.” dedi. “Öyleyse bir de gidip yerinde görelim kendisini!”
Kitabevindeki görevliye teşekkür edip çıkmak üzereyken Kaan, Işıl öğretmenin sözlerini hatırladı. “Bir şehir haritası alalım.”
Görevli onlara bu konuda da yardımcı olup bir dizi haritayla dolu standı işaret etti. Ateş ilk gördüğü İstanbul haritasını almak üzereyken üstünde gördüğü yazı dikkatini çekti. Bu bir karayolları haritasıydı. İşlerine yaramazdı. Rafları biraz daha karıştırdıktan sonra resimli bir şehir planı buldular. Kasada parayı öderken, bu kez de görevliye Sultanahmet’e nasıl gidebileceklerini sordular. Adam önce kaşlarını çatıp bir süre düşündü, ardından sabırla güzergâhı tarif etti.
Kitabevinden çıktıklarında yağmur neredeyse durmuştu. İlk şifreyi çözdüklerini düşünen çocukların da keyfi yerine gelmişti. Ceren otobüs durağına doğru yürürken alayla gülerek, “Görevlinin bizden kurtulduğu için sevindiğine eminim.” dedi.
Işıl öğretmen ders bitimi hemen cep telefonunu kontrol etti. Henüz ikinci şifreyi bildiren bir mesaj gelmemişti. Ama zaten çocuklar şifreyi hemen çözmüş olsalar bile, Sultanahmet’e gitmeleri zaman alırdı. Kadın kendi kendine gülümsedi. Şifreyi okur okumaz cevabını bulmuştu. Öğrencilerine küçük bir ipucu vermekte de bir sakınca görmemişti. Ancak diğer şifrelerin daha zor olma ihtimali vardı. Umarım altından kalkabilirler diye düşündü.
Sonra birden yüzüne endişe dolu bir ifade yerleşti. Aklına getirmemeye çalışsa da başaramıyordu. Heyecanına aslında nedenini bildiği tuhaf bir huzursuzluk gölge düşürüyordu.
O sabah, yalnızca Çamlı Köşk Okulunun hazine avına katılabileceğini bildiren mektubu almamıştı. Okulun yetkilisine gönderilmiş olan bir başka mektup daha vardı. Işıl öğretmen düzgün bir el yazısıyla ancak belirgin dil bilgisi hatalarıyla dolu olan mektuba anlam verememişti.
Mektupta, hazine avını kazanan okula verilecek ödülün yanı sıra çok değerli başka bir “hazine”nin de saklı olduğu yazıyordu. Mektubu yazan her kimse, bu çok değerli hazinenin ne olduğunu açıklamıyordu. Ancak peşinde onu ele geçirmek isteyen kötü niyetli kişilerin olduğunu açıkça belirtiyordu. Yani hazine avı oyununa katılanlar yalnızca bilgi peşindeki öğrenciler değildi. Bu kişiler şifreleri ele geçiremeyecekleri için öğrencileri izleyeceklerdi. Bu durumda çocuklar beklenmedik tehlikelerle karşı karşıya kalabilirlerdi.
Işıl öğretmen mektubun Çamlı Köşk Okulunun yarışmadan çekilmesi için gönderildiğini düşünerek içini rahatlatmaya çalıştı. Katılımcı okullardan birinin yetkilisi, kendi okulunun şansını artırmak için böyle bir yalan uydurup diğer okulların gözünü korkutmayı ve böylece yarışmadan çekilmelerini sağlamayı planlamış olabilirdi