bizi izleyenlerin yüzlerini iyi seçemedim, ama adamın vücut yapısı ve giysilerinin rengi, bana çarpanla aynıydı.”
Ceren, “Evet, tabii!” diye karşılık verdi. Bu konuyu kapatmak ve bir an önce şifreye yoğunlaşmak istiyordu. “Çünkü İstanbul’da tıknaz görünümlü ve koyu renk giysili birine rastlamak olağan dışı bir durumdur! Unuttun mu, bu bir hazine avı; dedektifçilik oynamıyoruz!”
Ateş dudağını büküp kaşlarını kaldırmakla yetindi. Kafenin girişine yeniden hızlı bir bakış attıktan sonra, o da mesajı okumak için telefonunu çıkardı.
Işıl öğretmen tebrik ve iyi dileklerle ilgili kısmı, bu kez gülen yüz işaretleriyle geçiştirmişti. Mesajın tamamı şifreden oluşuyordu.
1348 yılında yaşadığını farz edersen ve Ceneviz kolonisinin kuzey sınırına gidersen, karşılaşırsın onunla.
Nice güzellikler uzanıp gider dört bir yanında.
Kalabalığın arasından sıyrılıp fark ettirir kendini, kule gibi uzun boyuyla.
Yangın çıkarsa, görüp koşsun diye yardıma.
Kaan, “Ben bir şey anlamadım!” diye mırıldandı.
Ateş, “Al benden de o kadar!” diye karşılık verdi. “Sanki önceki şifrelerden daha kısa, ama daha zor görünüyor.”
Ceren, “Takipçileri atlatmak için bir kafeye değil de kitabevine sığınmalıydık!” diye söylendi.
Ateş, kıza cevap vermek yerine garsona eliyle işaret etti. Adam yanlarına yaklaşınca, “Yakında bir kitabevi var mı?” diye sordu.
Adam hayretle kaşlarını kaldırdı. “Kitabevi mi? Burası Cağaloğlu, her sokakta bir kitabevi var. Hatta isterseniz yayınevleri de var! Gerçi artık birçoğu buradan taşındı…” Sonra da masaya birer menü bırakıp başka bir masanın siparişini almak üzere uzaklaştı.
Ateş, “Bir şeyler içip dinlenirken en azından akıl yürütmeyi deneyelim.” dedi.
Ceren yine görev edinmiş gibi şifreyi kâğıda geçirmeye koyuldu.
Kaan, “Her şifreyi ele veren bir cümle var.” dedi. “Bence burada üçüncü cümle… Hatta metafor bile olmayabilir.”
Ceren, “Ama bu çok kolay olurdu.” diye itiraz etti. “Ne yani, bulmamız gereken bir kule mi?”
Kaan, “Neden olmasın?” diye cevap verirken yine hafifçe kızarmıştı.
O sırada yeniden yanlarına gelen garsona birer sıcak içecek siparişi verdiler.
Ateş, “Eğer öyleyse işimiz gerçekten kolay!” dedi. “İstanbul’daki kulelerin listesini çıkarırız.”
Ceren ikna olmuşa benzemiyordu. “Eee… Sonra da teker teker kuleleri mi dolaşacağız? İstanbul’da kim bilir kaç kule vardır. Bu günler sürer. O hâlde önce Ceneviz kolonisinin kuzey sınırı neresi, orayı buluruz biz de, değil mi?! 1348 yılında yaşadığımızı farz ederek elbette!.. Eğer bir de aradığımız şey kule değilse yandık o zaman!..”
Kaan gözlerini kıstı. “Yangın çıkarsa, görüp koşsun diye yardıma.” diye şifrenin son cümlesini okudu. “Benim bir fikrim var ve eğer düşündüğüm gibiyse işimiz gerçekten kolay!” Bakışlarını destek beklercesine Ateş’e kaydırdı. “Bir kütüphaneye gitmeye ne dersiniz?”
Sorusuna cevap alamadan garson dumanı tüten içeceklerle geri geldi. O içecekleri servis ederken, Ateş, adama, “Buralarda hiç kütüphane var mı?” diye sordu.
Garson, “Her gün sizin gibi kitap meraklısı gençlerle karşılaşmıyoruz.” diyerek gülümsedi. “Beyazıt Devlet Kütüphanesi var. Buraya uzak sayılmaz. Kapalıçarşı’nın içinden geçip gidebilirsiniz.”
Ateş, adama teşekkür ederken, Kaan arkadaşlarına, “Bize kulelerin tarihini anlatan bir kitap lazım.” dedi. “Daha da önemlisi öyle bir kitabı önerecek bilgili bir kütüphane görevlisi.”
Ceren, “Tabii eğer aradığımız gerçekten bir kuleyse…” dedi inatla.
Kafeden çıkıp garsonun yol tarifi sayesinde Kapalıçarşı’ya girene dek Ateş şüphe dolu bakışlarla etrafı süzmeyi sürdürdü. Ancak sözünü ettiği tıknaz ikiliyi görmemiş olacak ki sesini çıkarmadı. Ne Ceren ne de Kaan bu konuda tek bir söz söylediler. Yalnızca olabildiğince hızlı adımlarla yürüdüler. Bir an önce kütüphaneye ulaşmayı ve gün bitmeden üçüncü şifreyi de çözmeyi umuyorlardı.
Kapalıçarşı’ya girdikleri an karşılaştıkları kalabalık biraz ürkmelerine neden oldu. Her taraftan insan fışkırıyordu sanki. Etrafı meraklı bakışlarla inceleyen turistlere, alışverişe gelmiş yerli halk karışıyordu.
Kaan, Ceren ve Ateş’ten daha rahat görünüyordu. “Kuzenim geldiğinde buradan da geçmiştik.” dedi. “Çok büyük bir yer ve sokaklar labirent gibi. Bu yüzden insan çok kolay kaybolabilir. İçinde hanlar bile var. Yaklaşık 4000 dükkân olduğunu duyunca inanamamıştım. Hatta o zamanlar sokaklar iş kollarına göre ayrılmış, bunu anlamak için sokak isimlerine bakmak yeterli!”
Ceren, “Ben ilk defa geliyorum.” dedi. “Siz de fark ettiniz mi? Havada insanı içine çeken tuhaf bir gizem var sanki…” Kendi çevresinde dönerek hayranlıkla baktı. “Duvarlara yüzyılların ağırlığı yapışmış, kokusu sinmiş gibi.”
Ateş dükkânların ışıl ışıl, rengârenk vitrinlerine bakarak, “Benim de ilk gelişim.” diye atıldı. “Keşke dolaşacak zamanımız olsaydı.”
Terlikçiler adındaki sokaktan dümdüz ilerlerken, Ceren hayretle, “Ama burada terlikten başka her şey satılıyor!” dedi.
Kaan omuzlarını silkmekle yetindi.
Arada yan yollara girerek, birkaç kez kaybolma tehlikesi atlattılar. Kaan bir ara, “Kaybolabileceğimizi söylemiştim…” demek üzereyken kelimeleri ağzında gevelemekle yetindi. Özellikle Ceren’in hışmına uğramaya niyeti yoktu. Kız sırt çantasının ağırlığı yüzünden neredeyse iki büklüm olmuş hâlde yürüyordu.
Sonunda Kapalıçarşı’yı boydan boya aşıp Fesçiler Kapısı’ndan çıkınca kendilerini yeniden açık havada buldular. Henüz kalabalığın arasından sıyrılamamışlardı ki Ateş gözlerini hayretle kocaman açtı. “Bu da ne?”
Sorusu aslında daha çok Kaan’aydı. Ne de olsa aralarında oraya daha önce gelen tek kişi Kaan’dı. Ancak Ateş’in arkasında yürüyen Kaan da en az iki arkadaşı kadar şaşırmıştı. Çünkü o da burayı ilk defa görüyordu.
Ateş, “Biz bir açık hava kütüphanesi aramıyorduk değil mi?” diye devam etti.
Ortasında demir korkuluklarla korunan birkaç ağacın yükseldiği küçük bir meydana çıkmışlardı. Ama asıl çarpıcı olan o alanı çevreleyen birbirine yapışık sıra sıra dükkânlardı; yalnızca içleri değil kapılarının önü de kitap yığınlarıyla doluydu.
Ceren, “Belki de burada şifreyi çözmemizi sağlayacak bir kitap bulabiliriz.” dedi. Böylece gözlerine kestirdikleri bir dükkâna girdiler. Dükkânın hem giriş kapısının bir yanı hem de içerideki rafların bir bölümü eski görünümlü kitaplarla doluydu.
Ceren’in gözlerini raflar boyunca gezdirdiğini fark eden dükkân sahibi, “Ne aramıştınız?” diye sordu.
Ceren, “Kulelerle ilgili bir kitap!” diye karşılık verdi. Bir yandan da dükkân sahibinin bu yığının arasında hangi kitabın nerede olduğunu nasıl bildiğini düşündü.
Ateş,