Soseki Natsume

Küçük Bey


Скачать книгу

şüpheli buldum. Bazen mutfakta kimse olmadığında “Senin dürüst, iyi bir karakterin var,” diye beni sık sık överdi ancak ben sözlerinin anlamını kavrayamazdım. “İyi bir karakterim olsaydı Kiyo dışındaki insanlar bana biraz daha iyi davranırlardı,” diye düşünürdüm. Böyle şeyleri her söylediğinde cevap olarak pohpohlanmaktan nefret ettiğimi söylemem artık sıradanlaşmıştı. Bunun üzerine yaşlı kadın iyi bir karakterim olduğu için böyle şeyler düşündüğümü söyler, memnun bir ifadeyle yüzüme bakardı. Beni kendisi yaratmış da eseriyle gurur duyuyormuş gibi bakıyordu. Birazcık tedirgin ediciydi.

      Annem öldükten sonra Kiyo, bana daha da fazla ilgi göstermeye başladı. Çocuk zihnimle, bana bu kadar sevgi göstermesini tuhaf bulurdum. Can sıkıcı olduğunu, böyle davranmayı bırakmasının daha iyi olacağını düşünürdüm. Acınası gelirdi bana bütün bunlar. Buna rağmen beni sevmeye devam etti.

      Fakir olduğu halde ara sıra kendi parasıyla bana kintsuba5 ya da kobaiyaki6 satın alırdı. Gizlice karabuğday unu stoklar, soğuk gecelerde ben uyurken sessizce yatağıma soba7 getirirdi. Bazen güveçte kızarmış udon8 satın aldığı bile olurdu. Sadece bunlarla da kalmazdı. Çorap, kalem, defter de verirdi. Bundan çok sonraları üç yen9 verdiği bile olmuştu. Aslında borç istememiştim. Kendi isteğiyle odama gelip “Hiç harçlığın yoktur. Zorluk çekiyorsundur değil mi? Bunu al lütfen,” dedi. Tabii ki “Gerek yok,” dedim ama ısrar edince aldım. Aslında çok mutlu olmuştum. Üç yen parayı keseme, kesemi de göğüs cebime koyup tuvalete gittim. Bu sırada para kesem tuvaletin içine düşüverdi. Yapacak hiçbir şey yoktu. Yavaşça tuvaletten çıkıp Kiyo’ya gerçeği anlatınca hemen bambu bir sopa alıp geleceğini ve kesemi çıkaracağını söyledi.

      Bir süre sonra kuyudan su sesi gelince çıkıp baktım. Kiyo, ipini sopanın ucuna bağladığı keseyi yıkıyordu. Yıkadıktan sonra kesenin ağzını açtım. Bir yenlik banknotun rengi değişip kahverengi olmuştu, üstündeki desenlerse silinmek üzereydi. Kiyo, onları mangalda kurutup “Böyle daha iyi oldu, değil mi?” diyerek bana teslim etti. Biraz koklayıp “Pis kokuyor,” deyince “O halde geri ver onları değiştirip geleceğim,” dedi. Nerede, nasıl bir oyun yaptı bilmem, kısa süre sonra banknotumun yerine üç gümüş yen getirdi. Bu parayı ne için kullandığımı unuttum. Yakında geri ödeyeceğimi söyledim ama ödemedim. Şimdi keşke on katını geri verebilsem diyorum ama yapamıyorum.

      Kiyo, sadece ağabeyimin ve babamın etrafta olmadığı zamanlarda bir şeyler vermeye dikkat ederdi. Bana soracak olsanız, etraftakiler hiçbir şey alamazken benim gizlice bir şeyler elde etmemin en çok nefret ettiğim şey olduğunu söylerdim. Ağabeyimle aramız kesinlikle iyi değildi ama yine de ondan gizli şekerlemeler, renkli kalemler almak istemiyordum. Kiyo’ya neden sadece bana verip ona vermediğini sorardım. Bunun üzerine Kiyo, kaygısız bir şekilde, ağabeyime babamın zaten pek çok şey aldığını, o yüzden de ona vermesine gerek olmadığını söylerdi. Bu konuda haksızdı. Babam dikkafalı olabilirdi ama sevdiğine iltimas geçecek bir adam değildi; ne var ki Kiyo’nun gözünden bakınca durum öyle görünüyor olmalıydı.

      Beni sevdiği için böyle düşündüğüne şüphe yoktu. Soylu bir aileden gelse de eğitimsiz, yaşlı bir kadındı ve bu yüzden açıklamaya çalışmanın pek anlamı yoktu. Sadece bunlarla da kalmıyordu. Kayırmacılığı korkutucuydu. Gelecekte, parlak bir hayatım olacağına ve takdire şayan birisine dönüşeceğime kanaat getirmişti. Diğer taraftan sürekli ders çalışan soluk yüzlü ağabeyimin asla işe yarar biri olamayacağına kendi kendine karar vermişti. Sevdiklerinin gelecekte seçkin insanlar, nefret ettiklerininse bedbaht olacağına inanırdı. O zamanlar ne olacağıma dair bir fikrim yoktu fakat Kiyo önemli biri olacağımı söylediği için öyle veya böyle bir şeyler olurum herhalde diye düşünürdüm.

      Şimdi düşününce aptalca geliyor. Bir keresinde Kiyo’ya nasıl bir insan olacağım diye sormuştum. İşin doğrusu onun da özel bir hayali yok gibi görünüyordu. Sadece çekçeğe bineceğime ve gösterişli bir evde oturacağıma emin olduğunu söyledi.

      Kiyo, kendi evim olursa onu da yanıma almamı istedi. “Lütfen, beni işe alın,” diye defalarca üzerine basa basa ricada bulundu. Ben de sanki kendi evim olacağına inanır gibi “Olur, seni de alırım,” diye cevap veriyordum sadece. Hayal gücü çok yüksek bir kadındı. “Nereyi seviyorsun? Kojimaçi mi yoksa Azabu mu?” diye sorardı. Bahçeye eğlenmek için salıncak kurmak, bir odayı batılı tarzda döşemek gibi planlar kurardı kendi kendine.

      O zamanlar kendi evimin olması gibi bir isteğim yoktu. Her zaman, “Batı tarzı da Japon tarzı da tamamen gereksiz. Bu yüzden böyle şeyler istemiyorum,” diye cevap verirdim. Bunun üzerine Kiyo, “Hiç hırsın yok, kalbin tertemiz,” diyerek tekrar beni överdi. Ne söylesem beni överdi zaten.

      Annemin ölümünden sonra beş altı yıl daha böyle yaşayıp gittik. Babamdan azar işitiyor, ağabeyimle kavga ediyor, Kiyo’dan şekerlemeler ve övgüler alıyordum. İstediğim herhangi bir şey yoktu. Elimdekiler bana yetiyordu. Diğer çocukların da genellikle benim gibi olduğuna inanıyordum. Gelgelelim Kiyo fırsat buldukça zavallı ve talihsiz biri olduğumu söylediği için ben de artık öyle olduğuma inanmaya başlamıştım. Bunun dışında bir derdim yoktu. Sadece babamın harçlık vermemesine canım sıkılıyordu.

      Babam, annemin ölümünden altı yıl sonra ocak ayında beyin kanamasından öldü. Aynı yılın nisan ayında özel ortaokuldan mezun oldum. Haziran ayında da ağabeyim ticaret lisesinden mezun oldu; bir şirketin Kyuşu’da yeni açılan şubesinden teklif alınca orada çalışmaya gitti. Bu arada ben Tokyo’da kalıp çalışmalarıma devam etmek zorundaydım.

      Ağabeyim evi satıp malı mülkü toplayarak buradan ayrılacağını söylemeye başladı. Umursamadığımı, canı ne istiyorsa onu yapmasını söyledim. Ne olursa olsun ona yük olmaya niyetim yoktu. Hem zaten bakımımı üstlense bile kısa sürede vazgeçeceği kesindi çünkü mutlaka bir sebep bulup kavga edecektik. Sorumluluğumu alırsa ona minnet etmek zorunda kalırdım. Hiçbir şey olmasa bile sütçülük yapar geçimimi sağlarım diyordum.

      Ağabeyim ikinci el eşya satan birini çağırıp atalarımızdan kalan çerçöp ne varsa yok pahasına sattı. Evi de arazisiyle birlikte çok zengin birine, bir tanıdık aracılığıyla devretti. Bu sayede eline epey para geçmiştir ama miktarını bilmiyorum elbette. Ben bundan bir ay öncesinde evden taşınmıştım, geleceğime yön verene kadar şimdilik Kanda’da, Ogawamaçi’deki bir pansiyonda konaklıyordum.

      Kiyo on yıldan fazladır yaşadığı evin başkalarının eline geçmesinden dolayı büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştı ama kendi evi olmadığı için elinden bir şey gelmiyordu. “Biraz daha büyük olsaydın burası sana miras kalırdı,” deyip duruyordu ısrarla. Biraz daha büyük olduğumda ev bana kalabiliyorsa şimdi de kalmalıydı. Yaşlı kadın hiçbir şey bilmediği için yaşım daha büyük olsa bile yine ağabeyimden küçük olacağımı anlayamıyordu.

      Ağabeyimle yollarımız böylece ayrıldı. Sorun Kiyo’ya ne olacağıydı. Ağabeyimin kesinlikle yanında birini götürecek durumu yoktu. Zaten Kiyo’nun da ağabeyimin peşinden gitmeye niyeti yoktu. Ben de o sıralar ucuz ve ufak bir pansiyona tıkılıp kalmıştım. İşler ters gittiğinde hemen ayrılmak zorunda kalabilirdim. Yapabileceğim bir şey yoktu. “Bir yerlerde hizmetçi olmayı düşünür müsün?” diye sorunca, “Sen kendi evine taşınıp bir eş bulana kadar elden bir şey gelmez. Bu yüzden yeğenimin yanına gitmeye karar verdim,” diye cevapladı. Yeğeni mahkeme kâtibiymiş. Şimdilerde hali vakti yerinde olduğundan “Gelmek istersen gel,” diye iki üç