Maud Isabel Ebbutt

Britanya Kahramanları


Скачать книгу

p>Maud Isabel Ebbutt

      Britanya Kahramanları

      Giris

      On üçüncü ve on dördüncü yüzyıl halkının hoşuna giden efsaneleri ve hikâyeleri günümüz insanlarına yeniden anlatmak isteyen yazar kendini büyük bir malzeme yığınıyla karşı karşıya bulur. Akıllıca bir ayıklama yapmazsa ve bir seçme sistemine sahip değilse “Gerçek ile Fantezinin el ele yürüdüğü” büyülü bir diyarın labirentlerinde, tıpkı romantizm zamanlarında şaşkına dönen eski şövalyeler gibi kaybolur. Ortaçağ edebiyatının loş yollarındaki mistik figürler her taraftan ona seslenir. Periler, goblinler, cadılar, şövalyeler, leydiler ve devler onu baştan çıkarır ve Theseus gibi yol gösterici ipucunu yakından takip etmezse hiçbir hedefe ulaşamadığını, net bir bakış elde edemediğini, hiçbir sorunun cevabını bulamadığını görecektir. Ortaçağın büyüsüne kapılmış olarak kalacaktır:

      “Gece veya sabah, umut veya korku nedir bilmeyen,

      Belalar ve yiğitliklerle dolu yılların zevk ve kederi.

      Dirilten ve neşelendiren savaşlar, dertler ve zaferler,

      Ve tarihe geçmiş hikâyelerin bulutlarından yağan yağmur,

      Tutku, gurur ve acı.”1

      Modern araştırmacıya ortaçağ düşünce yapısının labirentlerinde rehberlik edecek böylesine değerli bir ipucu, bu kitapta ortaya koymaya çalıştığım şeydir: İdeal kahramanın, Britanya’nın ve erken dönem ile ortaçağ İngiltere’sinin düşünce yapısının onu tasarladığı şekliyle arayışı ve temsili; ayrıca destansı veya efsanevi şu veya bu belirli kişiyi, hakkında şarkı söylenen veya yazılan yüzyılın bir kahramanı yapan özelliklerin incelenmesi.

      Yalnızca “Cesaret edebildiklerini görkemli bir şekilde yapabilen eski kahramanlar”ı2 değil ayrıca, “Adamızın kahramanları ve bizi Britanyalı yapan erkekler ile kadınlar”ı3 incelediğimizde ilgimiz daha da derinleşiyor.

      Thomas Carlyle, “İnsanlar varlığını sürdürdüğü sürece kahramanlara tapınma da hep var olacak,” demiştir ve insanların büyük kahramanlara duydukları bu sadık hayranlık, karakterleri hakkında hüküm vermemizi sağlayan en kesin göstergelerden biridir. Kahraman nasılsa ona hayranlık duyanlar da öyle olacaktır. Robin Hood’u idol olarak kabul eden insanların, baskıcı yasalara başkaldıran veya kanunu, zulmü önleme konusunda yetersiz bulan, yanlışların yasadışı bir şekilde cezalandırılmasını ve sapkın adaletin cesurca ifşa edilmesini yücelten kimseler oldukları görülür. Beowulf destanını dinleyen savaşçılar, tüm kahramanca niteliklerin en iyisinin fiziksel hüner olduğunu ve Roland’a hayran olan Normanlar onda ideal feodal sadakati gördüler. Her çağda ve her milletin kendine özgü bir kahramanlık ideali vardır ve her çağın popüler efsanelerinde bu ideal bulunabilir.

      Bu efsaneler kahramanı kendi çağında göründüğü gibi vermekle kalmaz, bazı eski okyanus yatağının yükselmiş katmanlarında fosillerin bulunması gibi sosyal yaşamı, erdemleri ve ahlaksızlıkları, geleneğe gömülü olan eski çağların batıl inançlarını ve inanışlarını da gösterir. Onlar artık yaşamıyorlar ama çoktan bitmiş hayatların simgesi olarak varlıklarını sürdürürler. Dolayısıyla ulusumuzun kahraman efsanelerinde yüzyıllar önceki atalarımızın düşüncelerinin ve dinlerinin izlerini bulabiliriz. Bu maceralarda birbirine dokunan izlerdir bunlar.

      “Britanya’nın gücü ve Britanya’nın hakkı

      Ve Britanya mızraklarının darbeleri.”4

      Bu mısralarda övülen yalnızca İngiliz ulusu değildir. Günümüzde İngiltere’de hiç kimse saf bir soya mensup olduğuyla övünemez, bilakis aile geçmişini Frank, Norman, Sakson, Dan, Roman, Kelt ve hatta İberyalılarla yapılan evlilikler yoluyla tarih öncesindeki insana kadar mecburen götürmek durumundadır.

      “İngiltere’nin kahramanları,

      İskoç, Kelt, Norman ve Dan

      Kuzeylinin kas gücü, yüreği ve beyniyle

      Ve kuzeylinin kutsama veya felakete karşı cesaretiyle oluşur.”5

      Tennyson, Alexandra’nın gelişini şöyle selamlar:

      “Sakson veya Dan veya Norman

      Töton veya Kelt veya ne olursak olalım, biz biziz.”

      Şair burada, saf kandan gelmekle övünmenin üstünü örtmeyeceği bir gerçeği kabul etmektedir yalnızca. Bu, çağdaş İngilizin birçok özelliğe sahip çok sayıda ırkın bir bileşimi olduğu gerçeğidir. Onu anlamak istiyorsak erken dönem İngiltere, İskoçya, İrlanda ve Galler’deki bilmecenin ipucunu aramalıyız, hatta Fransa bile bilmecenin çözümüne kendi payını ekler.

      “Sakson kuvveti, Kelt ateşi

      Bunlardır senin mirasın.”6

      Adamızdaki insanların izini sürebildiğimiz kadarıyla Britanya, ilk olarak hiçbir tarihi belge bırakmayan mağara adamlarının yaşadığı bir yerdi. Bu insanlar, çağlar boyunca İberyalılar veya İveryalıların doğudan gelişiyle yok oldular ve Basklarla çarpıcı bir benzerlik taşıyorlardı. Bu, batıda dolaşan, çoğu ulus göçünü batıya doğru iten içgüdüyle hareket eden bir Moğol kabilesinin kuzeye ve güneye yönelen şubeleri olabilir. Bunların biri denizin tehlikelerine göğüs germek ve Britanya ve İrlanda’ya yerleşmek, diğeriyse Pireneler’i geçmek ve derin vadilerinde korunaklı yerleşim yerleri edinmek amacı taşımış olabilir. Ya da Pireneler’den gelen Basklılar, sepet işi kayıklarıyla Biscay Körfezi’ndeki fırtınalara meydan okuyarak Britanya kıyılarına çıkmış olabilirler. Bu gürbüz gezginler kısa ve korkutucuydular. Sert çehreleri ve uzun kafaları vardı. Esrarengiz ve acımasız insan kurban törenleriyle doğa güçlerine tapıyorlardı. Totem ve atalara tapınma kültüne sahiptiler. Ayrıca anaerkil soyun ataerkil soydan daha üstün olduğuna inanıyorlardı. Daha güçlü ve daha medeni olan Keltler buraya gelince bu ufak cahil adamları sürdüler. Kalanları köleleştirdiler veya kadınlarıyla evlendiler ve karşılığında tebaalarının acımasız Druid dinini benimsediler. Peri masalı kitaplarımızı dolduran cüceler, goblinler, elfler ve cinlerle ilgili bütün o hikâyeleri muhtemelen bu İberyalılara ve Keltlerin onlardan korkusuna borçluyuz. Bu varlıkların yaşadıkları yerler hakkındaki tasvirleri dikkatlice incelediğimizde bunlarla İber ulusunun yer evleri, mağaraları, yuvarlak kulübeleri ve hatta mezar höyükleri arasında benzerliklere rastlarız.

      İberlerden sonra gelip onları süren veya onlara boyun eğdiren ve böylelikle bir zamanlar efendisi oldukları toprakta onları köle durumuna düşürenler Hint Avrupalı Kelt ulusuydu. Britonlar ve Belgalar gibi farklı boylardan oluşsalar da özleri ve fiziksel özellikleri aynıydı.

      Uzun boylu, mavi gözlü, sarı veya kızıl saçlı Keltler, ufak tefek İberyalıları her bakımdan alt ettiler ve dövmeleri onlara genellikle ulusal bir unvanla karıştırılan bir isim verirken (Piktler yani boyalı insanlar) onların savaşta düşmanlarına karşı korkunç ve barış zamanında bile vahşi görünmelerini sağladı. İberyalılardan çok daha üstün bir medeniyetleri vardı. Silahları, savaş arabaları, hayat tarzları ve kadınlarına davranış biçimleri Homeros’un Greklerininkiyle o kadar benzerdir ki Homeros’un anlattığı Greklerin aslında işgalci Keltler (veya Kuzey Avrupa’nın Gal kabileleri) olduğu yönünde bir teori geliştirilip desteklenmiştir. Durum gerçekten böyleyse Keltlere ölümsüz bir kültür ve medeniyet borcumuz var. Sakson materyalizmini yükselten ve belirginleştiren ulusal karışımımızdaki geçmişe duyulan tutku, ateşli vatanseverlik, manevi güzelliğe duyulan özlem daha çok onlara aittir.

      “Erin devleti yıkılmış ve İskoç diyarını değiştirmiş de olsa,

      Mona’nın gücü yetersiz olup Llewellyn’in topluluğunu uyandırmamış olsa da,

      Ambrose Merlin’in kehanetleri boş masallar olarak görülse de,

      Iona’nın mahvolmuş manastırları