edebiyatımıza ve karakterimize Kelt katkısının değerini ne kadar abartsak yeridir. Bize Ossian’ı, Finn’i, Cuchulain’i armağan eden, Deirdre’nin kederli aşkı ve kaderi hakkında şarkı söyleyen, İrlanda’daki her taş mezar bu âşıklarla ilişkilendirilinceye kadar Diarmit ile Grania’nın maceralarını anlatan ulustur bu. Tahtı Edinburgh’da bulunan ve varlığı Lakes, Galler, Cornwall ve Breton ormanlarını rahatsız eden Kral Arthur’u bize miras bırakan ulus:
“Adı hayalet olan o kır saçlı kral
İnsan biçimli bir bulut gibi akıyor dağın zirvesinden
Ve höyüğe ve taş mezara oturuyor.”8
Kutsal Kâse heykelini bizim için koruyan ulus, modern Britanya’nın şekillenmesinde katkısı büyük olan ulus.
Bununla birlikte Keltlerin üstünlük dönemleri de geçti: Romalılar onların üstünlüğüne son vererek onları çaresiz ve bağımlı hale getirdi. Germen kabileleri Sakson, Angus, Frizyalı veya Jütlerin evlerine yerleşti ve toprağın eski sahiplerini köle olarak yönettiler. Bu yeni gelenler, topraklarına el koydukları Keltlerden fiziksel olarak farklı değildi. Uzun boylu, sarı saçlı, gri gözlü ve güçlü Cermenler Keltlerden daha sert ve daha sağlam savaşçılardı. Roma İmparatorluğu’nun yönetimi altında yüzyıllar boyunca tantanalı bir hayatları olmuştu. Barış sanatlarıyla ilgilenmemişler, yalnızca savaş sanatlarını geliştirmişlerdi. Başka diyarlara açılan savaşçılar ve denizciler olmayı seçmişlerdi. “Uçsuz bucaksız” izbe yerlerin topraklarını sürdüler ancak aynı zamanda dikenli sürgün yollarında iz sürerken anavatanlarını çok özlüyorlardı. Fiziksel korkaklık, onlar için efendilerine ihanetten sonra gelen affedilmez bir günahtı. Thane’in9 şefine olan sadakati Anglosakson savaşçısı için çok derin ve kalıcı bir gerçeklikti. İngiliz ulusumuzun ilk şiirlerinde, diğer ırkların hissettiği ve ifade ettiği kadın sevgisinin yerini “sevgili efendisi, şef-dostu” sevgisi alır.
Anglosakson inancına göre, sessiz bir ölüm insan hayatının en kötü bitiş şekliydi. Bu bir insanın her şekilde kaçınması gereken “ineğe yakışır bir ölüm”dü. Diğer taraftan savaşta ölmek, galip veya mağlup olsun, bir savaşçıya layık bir sondu. İngiliz kahramanın zihninde ölüm korkusu ya da kader yoktu. İlki kaçınılmazdı ve ikincisi kararlarına gururla ancak uysal olmadan itaat edilmesi gereken bir tanrıçaydı.
“Mademki ölüm kaçınılmaz bir son,
Gelecektir geleceği zaman.”10
Belki de bu Anglosaksonların zihninde maneviyat ve güzellik sevgisi azdı; hayatın güzellikleriyle pek ilgilenilmiyordu. Ama sağlam bir sadakatleri, dürüstlükleri, görev uğruna ölüme karşı cesur bir duruşları vardı ki bunu modern İngilizlerde hâlâ gözlemleyebiliyoruz. Saksonlara ait hikâyeler şu şekildedir:
“Yücelik ve kahramanlıkta insandan öte savaşçı krallar,
Şan için yine çabalıyorlar,
Altın lir her zaman destansı ilahiler çalarken.”11
İngilizler (bizim genel olarak adlandırdığımız üzere Anglosaksonlar) İngiltere’ye yerleşerek savaşçı kabilelerini bir araya getirdiğinde ve kısmen merkezi bir hükümet geliştirdiğinde ulusal varlıkları Danimarkalıların saldırılarıyla tehlikeye girdi. Ünleri önlerinden giden bu Danimarkalılar, Christiania Wik’ten gelen bu Vikingler, Norveç’ten veya İzlanda’dan gelen bu Kuzeyliler, Anglosaksonlarla akraba bir halktı. Onlara karşı beslenen korku, eski kilise ayinindeki duaya esin kaynağı olmuştu: “Rabbim, bizi Kuzeylilerin hiddetinden koru!” Sarı saçları, mavi veya gri gözleri, uzun boyları ve kaslı yapıları saldırıp yağma ettikleri ırklarla akrabalıklarının ispatıydı ancak maneviyatları yenilen Germen kabilelerininkinden farklıydı. Vikingler denizi çok seviyorlardı. Deniz onların yazlık evleri, savaş ve kazanç sahasıydı. “Bir yaz yağması”na gitmek gerçek Viking için olağan bir işti ve ev hayatı ile aile saadetinin keyfini ancak kışları yaşayabiliyorlardı. Kuzeylinin içinde yaşadığı, hareket ettiği ve varlığına sahip olduğu ilkelerle kendinden geçmiş bir şekilde savaşması, ona acımasız bir özellik kazandırdı ki bu, daha barışçıl Anglosakson karakterindeki hiçbir şeye benzemiyordu. Kendi ölümünü hiçe sayması, insan yaşamına ilişkin belirli bir duygusuzluğa ve fiziksel ıstırap vermekten belirli bir zevk almasına yol açtı. Vikinglerde bir Kızılderili acımasızlığı vardı ve bu, İskandinavların Batı Avrupa üzerindeki yükseliş hikâyesinde büyük rol oynadı. Bununla birlikte Anglosaksonların daha yavaş ve daha sakin mizacıyla güçlü bir şekilde tezat oluşturan, cesur ve cüretkâr bir eylem, umursamaz bir yiğitlik, hızlı kavrayış ve icra gücü vardı. Modern İngilizler, İngiltere’yi dünyadaki en büyük sömürge milleti yapan girişimcilik yeteneğini, macera ve cesur eylem tutkusunu muhtemelen bu Danimarka özelliğine borçludur. Danimarka, Nors veya Viking unsurları, ortaçağ Avrupa’sından çok uzaklara yayıldı: İzlanda, Normandiya (Kuzeylilerin Diyarı) Man Adası, Hebridler, Doğu İrlanda, Doğu Anglia’daki Danelagh ve Cumberland vadilerinin tümünde fetihçi Danimarka ulusunun izlerine rastlanır. Akın üstüne akın yaparak İngiltere’ye geldiler ve adamızın yarısı Danimarkalılaşıncaya kadar burada kaldılar. Hatta kraliyet ailemiz bile bir süreliğine Danimarka’nın kraliyet soyundan geldi. Guthrum vaftiz edildiğinde İngiltere’deki Danimarkalılar tarafından Hıristiyanlığın kabulü İngilizlerle kaynaşmalarını çok daha kolaylaştırdı. Ancak Yuvarlak Kuleler’in hâlâ (bazı yetkililerin iddia ettiği gibi) dehşete düşmüş yerli İrlandalıların, İrlanda Hıristiyanlığının bütün dokusunu neredeyse yok eden Danimarka öfkesinden nasıl korunduğunu göstermeye devam ettiği İrlanda’da durum böyle değildi. İrlanda efsaneleri de genellikle Norveçli anlamına gelen “Lochlann”lı korkusuyla doludur. İrlanda’nın büyük kıyı şehirleri (Dublin, Cork, Waterford, Wexford ve diğerleri) o kadar Danimarkalılaşmışlardı ki, mübarek ve muzaffer Brian Boru’nun öldürüldüğü nihai Clontarf muharebesi sayesinde İrlanda, Hıristiyan âlemine bağışlandı ve putperest işgalcilerin gücü sınırlandırıldı.
Norman Fethi sırasında ikinci bir İskandinav istila dalgası İngiltere’yi kasıp kavurdu ve yerli İngiliz nüfusunu bir süre bastırdı. İster dini motivasyonla ister yağma arzusuyla Normandiyalı William’ın kutsal bayrağını takip etsin, Norman şövalyeleri Danelagh’a yerleşen Danimarkalılar kadar Vikingti. Viking şefi Rolf’un (Rollo veya Rou) Normandiya’yı fethettiği günlerde takipçilerinin şiddetli korsanlık içgüdüleri torunları üzerinde hâlâ etkiliydi. Dindarlık ve ilim, feodal hukuk ve gelenek Norman’ın karakteri üzerinde kısmen etkili oldu ama o özünde hâlâ bir kuzeyliydi. Norman baronları, bağımsızlıkları için Duke William’a karşı Harold Fairhair’in efendiliğini kabul etmeyen ancak Harold Fairhair Norveç kralı olmayı başardığında İzlanda’yı kolonileştirmek için kaçan o İskandinav şeflerinin kararlılığıyla savaştılar. Vikingleri diğer toprakları yağmalamaya iten denizcilik içgüdüleri, aynı şekilde Normanları İngiliz Kanalı’nın aşağısında ve yukarısında korsanca yağma yapmaya sürükledi ve Normanlar İngiltere’ye yerleştiklerinde Kanal’da İngiliz ve Fransızlar, cüretkâr Kentliler ile Normanlar veya Kernevekler ile Bretonlar arasında sürekli deniz savaşlarının meydana gelmesine yol açtı. Her iki taraf da savaşçı bir mizaca sahipti ve denize karşı ortak bir tutkuları vardı.
İngiltere’nin Normanlar tarafından fethi, Norman faaliyetinin yalnızca bir örneğiydi: Sicilya, İtalya, Konstantinopolis, hatta Antakya ve Kutsal Topraklar’da zamanla Norman devletleri, Norman yasaları ve Norman uygarlığı görüldü. Hepsi Norman enerjisinin ve ilhamının