Maud Isabel Ebbutt

Britanya Kahramanları


Скачать книгу

bir haftadan uzun süre devam edince imparatorun bu korkunç kayıtsızlık durumundan uyandırılması gerektiğine karar verildi ve çok yüksek rütbeli asil bir Romalı olan mabeyinci (aslında imparatorun yönetimindeki bir kral) bu çabayı göstermeye karar verdi.

      “Efendim,” dedi, “size kötü havadislerim var. Roma halkı, sizdeki değişim sebebiyle hakkınızda söylenmeye başladı. Büyülendiğinizi, sizden hiçbir cevap veya hüküm alamayacaklarını, siz uyuyup aldırış etmezken imparatorluk işlerinin aksayacağını, artık onların imparatoru olmadığınızı ve size sadık olmaya son vereceklerini söylüyorlar.”

      İmparatorun Rüyası

      Bunun üzerine Maxen Wledig kendine gelip soylu adama şöyle dedi: “Buraya en bilge senatörlerimi ve danışmanlarımı çağırın. Hüzünlü halimin sebebini açıklayacağım, belki de onlar rahatlamamı sağlayabilirler.” Bu emir üzerine senatörler bir araya geldi. İmparator tahta çıkarken o kadar kederli görünüyordu ki tüm senato ona üzüldü ve ölümün onu bir an önce ele geçireceğinden korktular. İmparator onlara şöyle hitap etmeye başladı:

      “Roma’nın senatörleri ve bilgeleri, duydum ki halkım benim hakkımda söyleniyormuş ve ben kendime gelmezsem isyan edeceklermiş. Başıma korkunç bir durum geldi ve acınası halimden kurtuluş için bir yol görmüyorum. Tek çarem sizsiniz. Bir haftadan daha fazla bir zaman önce saray halkımla ava gittim. Yorgun düşünce atımdan inip uyudum. Bir rüya gördüm ve bir görüntü beni büyüledi. Dolayısıyla uyumadıkça mutluluk hissedemiyorum ve anlaşılan o ki yalnızca rüyalarımda yaşayabiliyorum. Tiber vadisinde avlandığımı düşünüyordum, saray ahalimi kaybettim ve tek başıma vadinin başına gittim. Orada bana dünyanın en yükseği gibi gelen büyük bir dağdan bir nehir akıyordu ama oraya çıkmayı başardım. Dağın ötesinde güzel ve bereketli ovalar buldum. Bizim İtalya’mızdaki ovalardan çok daha genişlerdi ve kudretli nehirler güzel bir ülkenin içinden geçerek denize akıyordu. Nehri takip ettim ve döküldüğü yere ulaştım. Burada, benim bilmediğim bir denizin kıyılarında mükemmel bir liman vardı. Limanda iyi donanımlı gemilerden oluşan bir filo yatıyordu ve bunlardan biri en güzel şekilde süslenmişti, tahtaları altın veya gümüşle kaplıydı ve yelkenleri ipektendi. Güverteye çıkan fildişi oymalı bir geçitten geçip gemiye bindim. Gemi hemen limandan ayrılıp okyanusa açıldı. Yolculuk uzun sürmedi çünkü kısa süre sonra, çeşitli hoşluklarla dolu harika güzellikte bir adaya çıktık. Bazı gizli rehberlerin önderliğinde adanın diğer ucuna doğru yürüdüm. En sonunda en uzaktaki kıyısına ulaştım. Burası uçurumlar, sarp kayalıklar ve dağ silsileleriyle ayrılıyordu. Dağlar ile deniz arasında hoş ve bereketli bir diyar gördüm. Ortasından berrak, dolambaçlı bir nehir akıyordu ve ağız tarafında bir kale vardı. Merakım beni kaleye götürdü ve kapılara gelince içeri girdim. Çünkü burası herkese açıktı ve orada bir salon gördüm ki imparatorluk sarayında bile böyle şahanesini görmedim. Duvarlar altınla kaplıydı, değerli taşlarla döşenmişti, koltuklar altından ve masalar gümüştendi ve satranç oynarken gördüğüm iki güzel genç, gümüş tahtada altın taşlarla oynuyorlardı. Kıyafetleri altın işlemeli siyah satenden yapılmıştı ve kaşlarında altın halkalar vardı. Bir an için gençlere baktım ve sonra yanlarında oturan yaşlı adamı fark ettim. Oyma fildişi koltuğu, İmparatorluk Roma’sının simgesi olan altın kartallarla süslenmişti; kollarında, ellerinde ve boynundaki süsler parlak altındandı ve som altından yeni satranç figürleri yontuyordu. Yanında altın bir sandalyede genç bir kız oturuyordu (bana dünyadaki en güzel kız gibi görünüyordu ve hâlâ da öyle geliyor). Altın rengi bir üst giysinin altında beyaz elbisesi vardı. Altın tacı yakutlar ve incilerle süslenmişti ve ince belini altın bir kuşak çevreliyordu. O anda yüzünün güzelliğine âşık oldum ve diz çöküp “Selam sana Roma İmparatoriçesi!” dedim ama beni selamlamak için oturduğu yerden öne doğru eğilirken uyandım. Şimdi uykuda olduğum anlar dışında huzurlu ve neşeli değilim çünkü rüyalarda hep kadınımı görüyorum. Rüyalarda birbirimizi seviyoruz ve mutluyuz; bu nedenle ben uyanıkken özlemimi tatmin etmenin bir yolunu bulamazsanız rüyalarda yaşayacağım.”

      Bakire Kızı Arayış

      Senatörler buna ilk başta çok şaşırdılar, sonra biri şöyle dedi: “Efendim, memleketin her yerine kaledeki bakireyi aramak için elçiler göndermeyecek misiniz? Her bir haberci grubu bir yıl arayıp sene sonunda havadislerle geri dönsünler. Böylelikle yıldan yıla başarılı olma umuduyla yaşayacaksınız.” Bunun üzerine, barış ve elçilik simgesi olarak ellerinde asalar ve her bir başlığa bağlı bir kılıfla haberciler gönderildi. Ne var ki büyük bir gayretle aramalarına rağmen, üç yıl sonra üç ayrı elçi gizemli topraklardan ve güzel bakireden hiçbir haber getirmedi.

      Sonra mabeyinci, Maxen Wledig’e şöyle dedi: “Efendim, bu büyüleyici rüyayı gördüğünüz gün olduğu gibi avlanmaya gitmeyecek misiniz? “İmparator buna razı oldu ve vadide uyuduğu yere gitti. “İşte burada,” dedi, “rüyam başladı ve nehri kaynağına kadar takip ediyor gibiydim.” Sonra mabeyinci dedi ki: “Efendim, nehrin kaynağına elçiler gönderin, onlara rüyanızdaki yolu takip etmelerini emredin.”

      Böylelikle on üç elçi gönderildi. Bu elçiler, gördükleri en yüksek dağdan doğduğu yere kadar nehri takip ettiler. “İmparatorumuzun rüyasına bakın!” diye haykırdılar, dağa tırmandılar ve diğer taraftan Maxen Wledig’in rüyasında gördüğü gibi en güzel ve bereketli ovaya indiler. Elçiler, en büyük nehrin (muhtemelen Ren Nehri’nin) ardından Kuzey Denizi’ndeki büyük limana ulaştılar ve filoyu diğerlerinden daha büyük bir gemiyle beklerken buldular. Gemiye bindiler ve güzel Britanya adasına gittiler.

      Burada batıya doğru yolculuk ettiler ve dağlık Snowdon topraklarına geldiler; burada kutsal Mona adasını (Anglesey) ve dağlar ile deniz arasında uzanan verimli Arvon topraklarını görebildiler. “Burası,” dedi elçiler, “efendimizin rüyasındaki ülke ve güzel kalede imparatorumuzun sevdiği kızı bulacağız.”

      Bakirenin Bulunması

      Böylece güzel Arvon topraklarından geçip Caernarvon kalesine gittiler ve o yüce kalede büyük salonu buldular. İki genç satranç oynuyordu, saygıdeğer adam satranç figürleri oyuyor ve bakire altın koltuğunda oturuyordu. Elçiler, güzel Prenses Helena’yı görünce önünde diz çöktüler ve “Roma İmparatoriçesi, sana selam olsun!” dediler. Ama Helena, koltuğundan öfkeyle yarı yarıya kalktı ve dedi ki: “Bu maskaralık da ne oluyor? Ona görgülü adamlar gibi görünüyorsunuz ve elçi rozeti takıyorsunuz, sonra söz konusu ben olunca benimle böyle alay mı ediyorsunuz?” Ama elçiler kadının öfkesini yatıştırıp şöyle dediler: “Kızmayın hanımefendi: Bu dalga değil, çünkü Roma İmparatoru, yüce efendimiz Maxen Wledig sizi rüyasında gördü ve sizden başkasıyla evlenmeyeceğine yemin etti. Bu yüzden bizimle Roma’ya gelip imparatoriçe olacak mısınız yoksa imparator sizin için buraya gelirken burada beklemeyi mi seçeceksiniz?” Prenses bir süre iyice düşündü ve sonra şöyle cevap verdi: “Ne enayiyim ne de zor inanan biriyim. İmparator beni seviyorsa ve benimle evlenecekse beni babamın evinde bulsun ve beni kendi evimde gelini yapsın.”

      Rüya Gerçekleşiyor

      Bunun üzerine on üç elçi oradan ayrıldı. Olabildiğince hızlı bir şekilde imparatora döndüler. Atları kuvvetten düşünce başkasına atlayıp devam ettiler. Roma’ya vardıklarında ve görevlerinde başarılı olduklarını Maxen Wledig’e haber verdiklerinde o da hemen ordusunu topladı ve Avrupa üzerinden İngiltere’ye doğru ilerledi. İmparator denizi geçtikten sonra Manogan’ın oğlu Beli’den Britanya’yı aldı ve Arvon’a doğru yola çıktı. Kaleye girdiğinde önce satranç oynayan iki genci, Kynon ve Adeon’u, sonra babaları Caradoc oğlu