olan ve bedenleri şimdi kirli bir ruh tarafından ele geçirilen ölüler) varlığını Slav nüfusu arasında hâlâ büyük ölçüde sürdürmektedir. Upir, Upior vb. olarak karşımıza çıkan bu isim, muhtemelen eski Türkçe uber (büyücü, cadı) kelimesinden gelmektedir. Ancak wieszczy ve martwiec (Lehçe), vedomec (Slovence), kruvnik (Bulgarca), oboroten (Rusça) gibi diğer tanımlamalar da aynı şekilde kullanılmaktadır.
Güney Slavlar, üzerine kirli bir gölge düşen veya üzerinden bir köpek ya da kedi atlayan herhangi bir kişinin vampir olabileceğine inanırlar. Böyle bir varlığın cesedi gömüldüğünde çürümez, canlı rengini korur. Bir vampir kendi göğsünün etini emebilir veya kendi vücudunu kemirebilir ve en yakın akrabalarının yaşam enerjisine bile saldırarak onları tüketip sonunda ölmelerine neden olabilir.
Vampirler, geceleri mezarlarını terk edip ağlayarak, ileri geri sallanarak yol kenarındaki haçlara yürürler. Her şekle girerek yavaş yavaş yok ettikleri insanların kanlarını emer veya buna vakitleri yoksa (özellikle güçleri şafak vakti tükendiği için) evcil hayvanlara saldırırlar. Bununla birlikte vampirlerden kurtulmanın çeşitli yolları bilinmektedir. Vampir olduğu varsayılan bir adamın cesedinin mezardan çıkarıldığına, içinden dişbudak ağacından yapılma bir kazık (alıç ya da akçaağaç da olabilir) geçirildiğine ve yakıldığına dair bolca kanıt vardır. Bu yapılanlarla kötülüklerine kesin bir son verildiğine inanılır.
İkinci Bölüm
Ölülere ve Atalara Tapınma
Pagan Slavlar, eski dönemlerde ölülerini yakıyorlardı ancak daha sonra bu uygulamanın yanı sıra ölülerini gömmeye başladılar. Ölen kişi, şarkılar ve feryatlar eşliğinde bir odun yığınının oluşturulduğu cenaze yerine götürülüyor, yığının üzerine yatırılıyor ve kendi yakınları tarafından ateşe veriliyordu. Alevin tükettiği odun yığınları ve ceset; küller, kömürleşmiş kemik kalıntıları, silahlar, mücevherler ve her türlü hediyelik eşyayla birlikte kavanoza konularak bir höyüğün içine yerleştiriliyordu. Elbe Slavları, Polonyalılar, Güney Slavları ve Ruslarının geleneklerinin kanıtladığı üzere, ölen bir kabile reisiyse eşlerinden biri onunla birlikte yakılırdı. Benzer şekilde, reisin sevdiği hayvanlar da öldürülüp yakılıyordu. Mezarda askeri bir cenaze töreni (tryzna) yapılır, ardından gösterişli bir ziyafet (strava) verilirdi.
Arap gezgin İbn Fadlan (922), bir Rus kabile şefinin cenaze töreninin canlı bir tasvirini sunmaktadır. Yüksek seviyeden biri öldüğünde, cesedi on gün boyunca geçici olarak bir mezara konulup kefeni hazırlanana kadar da orada bırakılıyordu. Mülkü üç parçaya ayrılıyordu. Üçte biri ailesine veriliyor, üçte biri cenaze masraflarını karşılamak için kullanılıyor ve kalanı cenaze töreninde sunulan alkollü içeceklere harcanıyordu. Son cenaze törenleri için belirlenen günde sudan bir tekne çıkarılıyor ve etrafına insan şeklinde tahta parçaları yerleştiriliyordu. Daha sonra ceset, geçici mezarından çıkarılıyor ve üzerine pahalı bir elbise giydirilerek kayığa, ölenin silahları ve sarhoş edici içeceklerin dizildiği zengin işlemeli bir koltuğa oturtuluyordu. Tekneye sadece ekmek ve meyve değil; aynı zamanda köpek, at, inek, horoz, tavuk gibi öldürülen hayvanların etleri de konuluyordu. Ölen kocasıyla birlikte yakılmayı gönüllü olarak kabul eden eşlerinden biri, “Ölüm Meleği” adlı yaşlı bir kadın tarafından tekneye götürülür ve cesedin yanında bıçaklanırdı. Ardından üstüne odunlar yığılır ve teknenin etrafı ateşe verilirdi. Cesetlerin ve üzerine konan diğer tüm eşyaların bulunduğu tekne yanıp kül olduktan sonra küller toplanıp höyüğün üzerine saçılırdı. Gece gündüz kesintisiz süren bir ziyafetle tören sona ererdi.
Arap yazar Mesudi’nin tanıklığından, Slavların büyük bir kısmının ölüleri bu şekilde yaktıklarını ve onlara taptıklarını biliyoruz. Katırlar, silahlar ve değerli eşyalar yakılıyor, koca öldüğünde karısı da onunla yakılıyordu. Kadınların, kocalarıyla birlikte cennete girmek istedikleri için alevler içinde ölümü seçtikleri söylenir. Ayrıca kölelerin, hatta bir prensin maiyetinin çoğunun öldürüldüğü ve efendileriyle birlikte mezara konulduğuna dair bilgiler de mevcuttur.
Bohemya’da yolların birbiriyle kesiştiği yerlerde pagan ayinlerine göre belirli türde oyunlar (scenae) oynanırdı. Mezar başında maskeli adamlar “küfürlü şakalar” (ioci profani) yaparlardı. Polonyalı tarihçi Vincentius Kadlubek (on üçüncü yüzyıl), genç kızların saçlarını nasıl yolduklarını, kadınların yüzlerini nasıl parçaladıklarını ve yaşlı kadınların giysilerini nasıl yırttıklarını anlatır.
Jan Menecius, 1551’de eski Prusyalılar, Litvanyalılar ve Rusların putperestliğini anlatmaktadır. Cenaze törenlerinden, merhumun evinde verilen ziyafetten, mezardaki ağıtlardan, ölenlere adanan hediyelerden bahsetmektedir. Atlılar cenaze arabasının yanında dörtnala koşup kılıçlarını savurarak kötü ruhları uzaklaştırırken ruhları açlık ve susuzluktan korumak için mezara ekmek ve bira konulurdu.
Ailenin merhum üyelerinin anısı dine uygun bir şekilde her yerde onurlandırılırdı. Bir hane üyesinin ölümünün ardından ilk yıl içinde pek çok yerde cenaze töreni yapılıyordu ve hâlâ yapılmaya devam ediyor. Bunlar genellikle cenazeden sonraki üçüncü, yedinci, yirminci ve kırkıncı günlerde; ayrıca altı ay ve bir yıl sonra yapılır, son şölen en dokunaklı olanıdır. Aile fertleri ve en yakın akrabalar, çeşitli yiyecek ve içeceklerle ölen kişinin mezarı başında toplanır, yemeklerin bir kısmı, sonraki ziyafette ölen kişi için ayrılır. Öte yandan Beyaz Ruslar, cenaze şölenlerini çoğunlukla evde kutlarlardı, yemeğin bir kısmı daha sonra mezara gönderilirdi.
Çoğu Slav halkı, bu aile bayramlarının yanı sıra, ölüleri anmak için genel festivaller düzenler. Bunlar belirli günlerde yılda üç, hatta dört kez tekrarlanır. Beyaz Rusya’da düzenlenen festivaller, en belirgin şekilde eski karakterleri nedeniyle öne çıkar; dziady veya bazen chautury olarak adlandırılır (ikinci isim kararname, kayıt anlamındaki Latince chartularium kelimesinden gelmektedir). Dziadyler, erkek ve kadın, ölen atalardır ve genellikle yılda dört kez anılırlar.
Sonbahar dziadyleri, tarlalardaki çalışmaların bittiği ve ahırların iyi bir hasatla doldurulduğu Aziz Demetrius Arifesinde (Rus takvimine göre 26 Ekim) yapılır. Dziadyden önceki cuma günü avlu süpürülür, tarım aletleri kaldırılır ve her şey düzene sokulurdu. Ev sahibi tarafından ilkbaharda bu amaçla ayrılan bazı sığırlar kesilirdi. Kadınlar yemek hazırlar (dokuz ila on beş tabak), masaları ve sıraları fırçalar, odanın en önemli yeri olan fırının arkasındaki köşeye bilhassa özen gösterirlerdi. Bolca güzel yemekle temiz ve düzenli bir evin, ruhları cezbettiğine ve onları keyiflendirdiğine inanılırdı. Akşam ev halkı banyo yapardı. Dziadylerin yıkanması için içine bir tutam saman olan bir kova tatlı su koyduktan sonra aile, davet edilen akrabalarla birlikte, pazar günlerinde en iyi şekilde süsledikleri odada bir araya gelirdi. Evin reisi odanın bir köşesinde bir mum yakar ve dua ettikten sonra onu söndürürdü. Bunun üzerine herkes, çeşitli tabaklar ve içeceklerle dolu bir masanın etrafında oturur ve “kutsal Dziadyler”i yemeklerini yemeye davet ederdi. Daha sonra, ağzından birkaç damla akıp masa örtüsünü lekelesin diye bir bardağa su döker ve onu boşaltırdı. Bunun üzerine diğerleri de içip aynı şekilde küçük bir kısmın dökülmesine izin verirdi. Ev sahibi yemeye başlamadan önce her yemeğin bir kısmını ayrı bir tabağa ayırıp pencereye koyar ve ne zaman bir yemek bitse ataların kendilerine yardım etmesi için kaşıklar sofraya koyulurdu. Yemek yerken, ataların ve onların eylemlerinin ana tema olduğu ani fısıltılar dışında sessizlik gözlemlenir ve havanın ufak bir hareketi, herhangi