geleceğin kendisi için neler getireceğini bilmediğini söylüyordu.
“Şüphesiz Mısır’a esir olarak götürüleceksin oğlum,” diye devam ediyordu mektubu, “ama bir gün kaçıp halkına dönebilir, huzuru hatta mutluluğu bulabileceğin bir hayata sahip olabilirsin. Her halükârda sana son sözlerim şunlar; başına gelen her şeye sabırla dayan, babanın Rebu kralı olduğunu hiç unutma ve hayattaki konumun ne olursa olsun doğduğun sınıfa layık olmaya çalış. Bir tahtta bulunan mutluluğun bir kulübede bulunan saadetten farkı yoktur. İnsanlar mutluluklarını kendileri inşa eder, bir erkek yalnızca bir köle bile olsa saygıdeğer olabilir. Ülkenin tanrıları sana yol göstersin, seni hep korusun.”
Mektubu doğduğu günden beri kraliçenin yanından ayrılmayan yaşlı bir kadın getirdi; annesinin ölümüyle üzüntüden yıkıldığında bile Amuba bu kaybın, halkı tarafından bu kadar sevilen ve saygı duyulan bu kadının galip gelen Mısırlıların kafilesinde bir köle olarak sürülme utancını yaşamasından daha iyi olduğunun farkındaydı. Ama üzüntüden o kadar perişan haldeydi ki şehri terk etme emrine kayıtsız kaldı ve köle seçimini yapan Mısırlı subaylar kendisini Mısır’a götürülecek grubun arasına aldığında hiçbir tepki vermedi.
Fakat ne kadar perişan hissederse hissetsin Jethro’nun da seçilen grupta olduğunu öğrenmek içini rahatlattı.
“Biliyorum Jethro, senin de köle olarak götürülmene sevinmem çok bencilce,” dedi, “ama yanımda olman benim için büyük bir teselli olacak. Gruptaki diğer herkesi tanıyorum ama seninle o kadar uzun zamandır birlikteyiz ki babam, annem ve memleketim hakkında hiçbiriyle seninle olduğu kadar rahat konuşamam.”
“Köle olarak seçildiğim için üzgün değilim,” dedi Jethro, “çünkü geride bırakacağım hiçbir akrabam yok, Rebulular da artık mağlup bir halk olduğundan burada mutlu bir hayat yaşayamazdım. Mısır’a vardığımızda muhtemelen birbirimizden ayrılacağız ama önümüzde daha aylarca sürecek bir yol var, en azından bu süre boyunca birlikte olabiliriz; sizin de söylediğiniz gibi prensim, burada oluşum size bir teselli olacaktır, bu yüzden seçildiğim için gayet memnunum. Karımın evliliğimizden birkaç hafta sonra ölmesi beni derinden etkilemişti. Şimdi böyle olmasına seviniyorum çünkü artık kimsenin kalbini kırmadan buradan gidebileceğimi biliyorum. Prensim, siz ve ben seçilenler arasında başımıza gelen bu felaket yüzünden en az acı çekecek olanlarız. Buradakilerin birçoğu arkalarında karılarını ve çocuklarını bırakıyor, en gençlerinden bazıları henüz evli değil ama onlar da anne babalarından ayrılacaklar. Bu yüzden kaderimize üzülmeyelim, daha kötüsü de olabilirdi, ayrıca Mısır’daki hayatımız düşündüğümüz kadar kötü olmayabilir.”
“Sevgili annem de tam olarak böyle söylemiş Jethro,” dedi Amuba ve kraliçenin mektubunda yazdıklarını Jethro’ya anlattı.
“Sevgili hanımım haklıymış,” dedi Jethro. “Başka yerlerde de, Mısır’da da mutluluğu bulabiliriz, şimdi gelin dostlarımızı teselli etmeye çalışalım, onları teselli ederken kendi talihsizliklerimizi unuturuz.”
Jethro ve Amuba, birçoğu üzüntüden perişan olmuş diğer esirler arasına katılıp onları içinde bulundukları bu sersemlikten çıkarmak için ellerinden geleni yaptılar.
“Mısırlılar, Rebuluların yiğit erkekler olduğunu gördüler,” dedi Amuba bazılarına dönüp. “Onlara makûs talihimizi de yiğit erkekler gibi göğüsleyebileceğimizi gösterelim. Yas tutmak başımıza gelenleri hafifletmeyecek, aksine yükümüzü ağırlaştıracak. Mısırlılar kendi kendimize sızlanmak yerine kaderimizi gerçek birer erkek gibi kabullendiğimizi görürlerse bize daha fazla merhamet göstereceklerdir. Unutmayın, önümüzde yorucu bir yolculuk var, güçlü olmamız gerekecek. Sonuçta bu zorlu talihimiz beraber gideceğimiz kadınların çekeceklerinin yanında bir hiç. Biz çalışıp yorulmaya alışkınız ama bizlerin Mısırlılar kadar iyi bir şekilde atlatabileceği bu yolculuk, doğaları gereği narin olan o kadınlar için çok zor olacak. Bu yüzden gelin, cesaretimiz ve sabrımızla onlara örnek olalım, haksız yere acı çeken, mağlup olsa da saygınlığını yitirmeyen, kaderine diz çökmeden meydan okumaya hazır erkekler olarak gösterelim kendimizi.”
Amuba’nın sözleri esirleri oldukça etkiledi. Merhum krallarının oğlu ve bu talihsizlikler başlarına gelmeseydi gelecekteki kralları olarak Amuba’ya saygı duyuyorlardı, soğukkanlılığı ve yürekli konuşması onları üzüntülerini bastırıp kaderlerine daha umut dolu bakma konusunda cesaretlendirdi. Ordu kamp yaptığı süre boyunca esirlerin elleri arkadan bağlıydı ama yürüyüş başladığında bağları çözülen esirler Mısırlı bir asker alayının ortasına yerleştirildi.
Uzun ve meşakkatli bir yolculuktu. Yolda Mısır ordusunun daha önceki fetihlerinde buyruğu altına aldığı çeşitli yerlerde esir aldığı, buralara atanan birliklerin sorumluluğuna bırakılan ve yurda dönüş yolculuğu sırasında toplanan kölelerle birlikte esir kafilesindeki sayı bir hayli arttı. Yolculuk boyunca her geçilen yerden orduya tedarik etmek üzere erzak toplandı ve günlük katedilen mesafe kısa olduğu için esirler Suriye’nin güneyi ile Nil Nehri’nin başlangıcı arasında bulunan çöl yoluna girene kadar pek sıkıntı çekmediler.
Burada ordu kafilesine büyük miktarda su taşınmasına rağmen esirlere verilen erzak son derece azdı; güneşin korkunç yakıcılığı altında yürüyen esirler devasa ordunun teptiği yollardan yükselen toz bulutu yüzünden neredeyse boğuluyordu, çektikleri ıstırap dayanılır gibi değildi. Diğer birçok esirde gözlemlenen kederli hali taşımayan Rebulu esirler mert duruşlarıyla yanlarında yürüyen birliklerin saygısını kazanmıştı. Alay, sıcaklığa ve ağır işlere alışık, atılgan ve çevik Libyalı paralı askerlerden oluşuyordu.
Yolculuğa başladıktan sonra geçen üç ay içinde Amuba ve Jethro, hatta esirlerin çoğu Mısır dilini biraz öğrenmişti. Jethro en başta genç prense bunun onlara büyük yarar sağlayacağını söylemişti. Bu öncelikle geçmişi düşünüp durmaktan onları alıkoyacak, ayrıca Mısır’daki hayatlarını daha çekilir kılacaktı.
“Şunu unutmamalısınız,” dedi, “bizler orada köle olacağız ve efendiler kölelerine karşı pek sabırlı değildir. Emir verdiklerinde söyledikleri anlaşılmazsa köleler için çok kötü olur. Dillerini bilmek bizi daha değerli kılar, dillerini konuşabilirsek bu sayede daha iyi muamele görebiliriz.”
Amuba çölün usandırıcı durgunluğundan sonra Mısır ovalarının parlak yeşilliğine çıktıkları için son derece minnettardı. Mısır’a vardıklarında yürüyüş sıraları değiştirildi, esirlerin oluşturduğu uzun sıra kralın arabasının hemen ardından ülkeye giriş yaptı. Her biri yurtlarından getirilmiş bir parça ganimet taşıyordu. Amuba başının üstünde tapınak törenlerinde kullanılan büyük bir altın vazo tutuyordu. Jethro ise krala ait değerli bir miğfer ve zırh taşıyordu.
Ayak bastıkları ilk şehirde Amuba devasa büyüklükteki görkemli yapılar ve baktığı her yerde gördüğü refah ve zenginlik karşısında afalladı. Sokaklar kral geçerken yerlere kadar eğilip onun başarılarını haykıran ve ordunun boyunduruğu altına aldığı birçok ülkeyi temsil eden uzun esir kafilesini ilgi ve şaşkınlıkla izleyen insanlarla hınca hınç dolmuştu. Amuba bunlardan da öte, uzun yolları sfenkslerle kaplı tapınaklar, tanrıları temsil eden devasa heykeller, muazzam büyüklükte sıra sıra sütunlar, görkemli ve heybetli mabetler karşısında hayrete düştü.
“Bunları nasıl yapmışlar Jethro?” diye defalarca sordu hayret içinde. “Bu devasa taşlar nasıl bu düzene oturtulabilmiş? Bu kocaman heykelleri nasıl ovalar boyunca sürükleyebilmişler? O sert kayalardan bunları oyup çıkarmak için ne kullanmış olabilirler?”
“Korkarım,