Celil Oker

CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BEYAZ ELDIVEN SARI ZARF


Скачать книгу

dedi. “Ölenle ölünmediğini iyi bilirim. Tamam, üzülürler falan, biraz yas. Sonunda geçer. Hayatlarına devam ederler. Herkes öyle yapar. Ben de yaptım. Onlar da öyle yapacaklar. Ne kadar süreceği belli olmayan bir eziyet sürecinin içinde yaşamaktan iyidir.”

      Bir teknik soru daha vardı aklımda.

      “Madem tedaviyi düşünmüyorsunuz, neden her şeyi oluruna bırakmıyorsunuz?” dedim.

      Akıllıca bir soru sormuşum gibi başını salladı.

      “Basit,” dedi. “Beklersem, eninde sonunda bir belirti verecek hastalığım. Saklayamayacağım bir belirti. Bir yerde bir şey olacak. Düşeceğim. Bayılacağım. Her neyse. Saklamam mümkün olmayan o belirti nefretlik bir tedavi çukuruna mecburen düşürecek beni. O zaman geri dönüşü yok. Önceden halletmem lazım.”

      Kovaladığımız garson yeniden tepemde belirse isteyeceğim sade kahve yerine papatya çayı getirse gözüm kapalı içebilecek durumda hissettim kendimi. Ya da ekinezya çayı.

      Bir teknik soru daha kurtardı beni.

      “Diyelim dediğinizi yaptık. Birileri öldürdü sizi. Öldürüp kaçtı. Mutlaka yaparlar. Otopside beyninizdeki her neyse ortaya çıkmayacak mı?”

      “Çıksın,” dedi. “Ne önemi var?”

      Doğruydu bu galiba. Adam devam etti.

      “O gürültünün arasında çok önemli olmayacak bir bilgi bu. Kocam hastaymış. Zaten ölecekmiş. Belki rahatlatıcı bir düşünce bile olabilir bu. Yas süresini uzatmaz. Hayatına devam eder.”

      Savunma konuşmasını bitirmiş bir avukat gibi sustu. Yüzüme, konuşma sırası sende, dercesine baktı. Konuşma sırası bendeydi ama ne diyeceğimi tam olarak bilemiyordum. Aslında biliyordum. Soracağım öteki soru işi kabul ettiğim anlamına gelecekti, bunu yapmayı istediğimden çok emin değildim ama.

      Adam fazla düşünme payı bırakmamaya kararlıydı.

      “Ne diyorsunuz?” dedi.

      Arkama yaslandım. Bir sigara şimdi iyi giderdi. Gözümün ucuyla bile bakmadım pakete.

      “Ne diyorsunuz?” dedi adam bir kez daha.

      Evet, bir tür eşikteydim. Eşikler tahrik edicidir. Öteki tarafta ne olduğunu görmek istersiniz.

      “Söylemediğiniz çok ama çok önemli bir şey olduğunu düşünüyorum,” dedim. “Deyim yerindeyse zurnanın zırt dediği yer.”

      Hiç duraksamadı.

      “Üfleyin o zaman,” dedi.

      Öne doğru eğildim bu kez. Eşikse eşik, dedim içimden.

      “Tetiği kim çekecek?” diye sordum. “Esas tetiği. Sizi bu hayattan ayıracak kurşunların barutunu patlatacak tetiği. Bulmamı benden istemeyecekmişsiniz gibi bir his var içimde.”

      Adamın tombul yanaklarını kocaman bir gülümseme iki yana doğru genişletti. Görüşmenin gidişatından hoşnut bir gülümsemeydi bu. Kimi işverenlerin işe alma mülakatında yemekten bir çatal almadan tuz dökmeyen bir yönetici adayına karşı duydukları türden bir hoşnutluk. Cevabı hazırdı. Allah kahretsin hazırdı.

      Yemeğe çağırır gibi olağan bir ses tonuyla cevap verdi.

      “Tetikçiler hazır,” dedi.

      Devam etsin diye bekledim. Yapacak başka bir şeyim yoktu.

      “Tetiği oğullarım çekecek,” dedi. “Aynı anda. İkisi birden.”

      Elimi sigara paketine götürdüm. Çektim sonra. Adam yüzüme bakıyordu.

      “Epeyce tuhaf oldu bu,” dedim.

      “Yoo,” dedi adam. “Sizin uzmanlığınıza bunun için ihtiyacım oldu zaten.”

      “Oğullarınız sizi öldürecek ve bunun açığa çıkmamasını sağlamamı istiyorsunuz. Bu beni bir cinayete tam ortak yapar. Farkında mısınız?”

      Adam hafifçe güldü.

      “İşinizi iyi yaparsanız hiçbir tehlikesi yok. Ben ölmüş olacağım. Oğlanlar zaten susmak zorunda. Siz de vicdan meselesi yapıp anlatmazsanız kimsenin haberi olmaz. Sizi kendi uzmanlığınız kurtaracak.”

      “Razılar mı buna?” dedim.

      “Razı ettim,” dedi.

      “Nasıl?” dedim.

      “Bizim işimizde duygusallığa yer yok,” dedi adam. “Aynen size izah ettiğim gibi izah ettim. Hem böyle bir şey aralarındaki kardeşlik bağını daha da güçlendirir. Benden sonra işi tek yürek gibi yürütürler.”

      “Neden kendi kendinizi öldürüp basitçe halletmiyorsunuz şu işi?” dedim kırk yıllık bir arkadaşıma sorar gibi.

      Allah kahretsin, onun da cevabı hazırdı.

      “Yaptığım işin niteliği intihar etmeme izin vermiyor,” dedi. “Çocuklarım işi devam ettirecekler. İntiharım iş yaptığım çevrelerde onları zor durumda bırakacak bir zayıflık duygusu saçar ortaya. Kendimi öldüremem. Öldürülmeliyim ben.”

      Karşılık vermedim. Başımı sanki bir şey düşünüyormuş gibi salladım. Düşünmüyordum oysa. Sindiriyordum.

      “Ne diyorsunuz?” dedi üstüne düşen her şeyi yapmış birinin kendine güvenen tavrıyla.

      Elimi sigara paketine götürdüm. Sigarayı bırakmak ölümcül kalp ve akciğer hastalıkları riskini azaltır yazan yüzünü ters çevirdim. Şimdi yukarı bakan yüzünde Sigara içmek öldürür yazıyordu. Biraz daha düşünmem lazımdı galiba. Hızlı düşünmem.

      Adam ayağa kalktı. Anlamış gibiydi.

      “Hemen geliyorum,” dedi.

      Arkasından baktım. Sondaki “t” harfi düşmüş tuvalet tabelasının altındaki kapıya doğru ilerledi. Hemen düşüp ölecekmiş gibi yürümüyordu. Sigara içilmesini yasaklayan panonun altında oturan adamlardan biri, mekâna her nasılsa düşmüş bu cebi dolu yabancıya, şu herife on dört yaşında bir kız mı yoksa oğlan mı teklif etsem daha uygun olur acaba, diye düşünür gibi göz attı.

      Ben kendime döndüm.

      Kırık dökük kariyeri boyunca insanların hayatını değiştirmemeyi temel marifetleri arasında görmeye çalışan birisi olarak bu işi kabul etmek mümkün görünmüyordu benim için. Olası tehlikelerini saymıyordum bile. Başarma ihtimalinin küçüklüğünü hele hiç. Evet, paraya ihtiyacım her zaman vardı ama zengin bir adam olmayı düşlememiştim hayatım boyunca. Yapmayı bildiğim bir işi yapıyordum. Yasaların dışına bazen az çıkıyordum bazen çıkmıyordum. Bazen iyi yapıyordum işimi bazen kötü. Başarsam da başaramasam da kendi kendime esnek çizgilerle çizdiğim sınırlar vardı. Bu teklif zorlasam bile o sınırların içine sığabilecek bir iş gibi gözükmedi gözüme. Gündüz neyse de gece uyurken kâbus görmeyi sevmezdim.

      Sinema vakti çoktan geçmişti ama eve gidip Nat Geo Wild’da hayvanların birbirini yemesini seyredebilirdim.

      Adam hoparlörden gelen dayanılmaz müziğe parmaklarımla tempo tutmaya daha henüz başlamışken geri döndü. Rahatlamış bir hali vardı. Ellerini kuruladığı beyaz mendili özenle katlayıp ceketinin cebine yerleştirdi. Yerine oturdu. Gözlerini gözlerime dikti.

      Sigara paketi iki elinde de orak taşıyan bir Azrail gibi duruyordu masada.

      Sormasını beklememeye karar verdim.

      “Yanılmışım,” dedim.

      “Hangi konuda?” diye sordu

      “Önemli