Celil Oker

CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIN LOTLUK CESET


Скачать книгу

Oker

      BIN LOTLUK CESET

Yazarın Yayınevimizden Çıkan Kitapları

      ATEŞ ETME İSTANBUL

      BEYAZ ELDİVEN SARI ZARF

      BİR ŞAPKA BİR TABANCA

      ÇIPLAK CESET

      KRAMPONLU CESET

      SON CESET

      YENİK VE YALNIZ

      SEN ÖLÜRSÜN BEN YAŞARIM

      ROL ÇALAN CESET

      GENÇ YAZARLAR İÇİN HİKÂYE ANLATICILIĞI KILAVUZU

      Benden hızlı büyüyene…

      Yolun açık olsun.

      1. BÖLÜM

      İnsan o gün ne yapacağını bilmezse erken kalkmanın da bir anlamı olmuyor.

      Elimde sabahın ikinci kahvesiyle pencerenin önünde oturuyordum. Servisler, haftanın son gününde okula gitmekten daha da nefret eden uykulu çocukları çoktan alıp gitmişti sokağı basan sisin içinde. Bakkalın çırağı gazetemle ekmeğimi bu kez zamanında getirmişti, başlıklardan öte okuyacak bir şey bulamamıştım. Belki vardı, ama ben bulamamıştım. Mutlaka vardı, ama ben bulamamıştım. Sabah sabah bilgisayarın başına geçmek istemiyordum. Hoca omzundan sakatlandığı için akşama aikido çalışması yoktu, iki haftadır olduğu gibi. Telefonum epeydir çalmıyordu, ben evdeyken ya da evde yokken. Adını vermeden telesekretere not bırakan kadın bile aramıyordu.

      Pencerenin önündeki radyatörler sıcaktı yalnızca. Oturduğum yerden sol bacağıma vuruyordu ısı.

      Kahvemden bir yudum daha aldım. Hoşlanmadım.

      Sokak boştu. Hep bu saatlerde geçen simitçi daha görünmemişti. Migros’un seyyar satış otobüsü biraz sonra gelirdi. Hiç inip alışveriş yapmamıştım, o tuhaf melodiyi duyunca evden fırlayan kadınların arasında. Belki denemeliydim.

      Kahvemi götürüp lavaboya döktüm. Koca fincanımı bulaşık makinesinin üst rafına yerleştirdim. Makinem haftada, ne haftası, on günde bir ancak doluyordu, bir sürü kahve fincanım vardı o yüzden.

      Yeniden pencerenin önüne oturdum. Lanet olsun, bugün temizlikçi kadının günü bile değildi. Kendimi evden dışarı atmak için bir nedenim olurdu hiç olmazsa.

      Telefon tam zamanında çaldı.

      Bankamatikten biraz para çekmek, sonra sinemanın birinde yayıla yayıla film seyretmek kararıyla giyinmiştim. Öğleden sonraya Allah kerimdi.

      Hızla fermuarımı çektim. Yalnız yaşayan birisi olarak, tuvaletteyken kapıyı açık tutma lüksüm olduğu için hem zilin sesini anında duydum hem beni yavaşlatacak hiçbir engel olmadan beş adım atıp kaldırdım ahizeyi. Zaten ilk matinede sekiz kişiyle film seyretmenin neresi heyecanlıydı?

      “Remzi Ünal lütfen,” dedi güne iyi başladığı belli şen şakrak bir genç kız sesi.

      “Benim,” dedim.

      “Mi-Ya Menkul Değerler’den arıyoruz efendim,” dedi kız. “Bir saniye bekleteceğim sizi.”

      Santralin, insanın kendisini havaalanında bekliyor gibi hissetmesine yol açan salak asansör müziğinin ilk iki mezüründen sonra başka bir ses girdi devreye.

      “Remzi Ünal’la mı görüşüyorum?” dedi telefondaki yeni ses. Bu seferki sakin, ne yaptığını bilen olgun sekreter sesiydi. Yönetici sekreteri. Hani şu kendisi telefonu tuşlamayanlardan.

      “Benim, buyurun,” dedim. Biraz soluk soluğaydı sesim. Heyecanlı gibiydi sanki. Bundan hoşlanmadım. Daha iyisini yapabilirdim.

      “Mi-Ya Menkul Değerler’den Süha Bey sizinle görüşmek istiyor,” dedi sekreterden sekretere oyununun galibi olmaya alışmış kadın.

      “Hadi hayırlısı,” dedim kendi kendime.

      “Mi ile Ya arasında tire var mı?” diye sordum.

      Sesinde küçük bir gülümseme hissettim kadının.

      “Var,” dedi. “Süha Bey’in soyadı da Zengin’dir.”

      “İyi,” dedim. “Bekletmeyelim Süha Zengin Bey’i o zaman.”

      “Bağlıyorum.”

      Telefonu koyduğum sehpanın yanındaki koltuğa oturup bacak bacak üstüne attım. Santralin dinlettiği salak asansör müziğini bir sigara yakarak değerlendirdim. Bu sigara az önce kahvemle içtiğimden daha keyifli geldi. Eğer Süha Zengin’in arama nedeni, şahane yatırımlarıma daha şahane önerilerde bulunmak çıkarsa, adamı aradığına pişman etmeye karar verdim.

      Asansör müziği kesildi. Bir an sessizlik oldu. Sonra televizyonda izlediğim bütün belgesellerdeki anlatıcının sesinden daha etkileyici bir erkek sesi geldi kulağıma. Yumuşak ama uyutmayan, tempolu ama tane tane konuşan bir ses.

      “Remzi Bey… çok vaktim yok telefonda derdimi anlatmaya. Bugün benimle görüşmeye gelebilir miydiniz? Yapmanızı istediğim bir şey var. Bu ara boşsanız.”

      İş yoğunluğumla ilgili tartışmalara girmeye niyetim yoktu.

      “Geldiğimde vaktiniz olacak mı?” dedim.

      Süha Zengin’in sesinde de bir gülümseme hissettim.

      “Siz gelin, yaratırız,” dedi.

      “Tamam,” dedim. “Kaçta geleyim?”

      “Hemen,” dedi Süha Zengin. “Eğer mümkünse.”

      “Mümkün,” dedim. Gişede bilet satan kızdan başka bekleyenim yoktu nasıl olsa.

      “Güzel,” dedi Süha Zengin. “Nimet size adresi verir.” Sesi konuşmanın burada bittiğini tonluyordu, sonra hemen kesildi. Kendimi yeniden santralin asansör müziğini dinlerken buldum. Bu sefer o kadar salak gelmedi bana.

      “Adresi vereceğim, yazabilecek misiniz?” dedi sonra, ne yaptığını bilen sekreter Nimet Hanım’ın sesi.

      Koltuğumda iyice yaslandım.

      “Hazırım,” dedim.

      Tane tane verdi adresi. Söylediği her sözcükte başımı salladım. Apartmanın adı ile numarayı tekrarlattım.

      “Çok kolay,” dedi adresi yazdırdığını sanması bitince. “Romero’nun tam üstünde. Tabelamızı görürsünüz.”

      “Teşekkür ederim,” dedim.

      “Rica ederim,” dedi. “Geldiğinizde görüşmek üzere.”

      Ahizeyi yerine koydum. Banyoya gidip ellerimi yıkadım. Sonra gelip pencerenin yanına dikildim.

      Dışarıdaki sis iyiden iyiye açılmıştı. Havada egemen bir beyaz bulut parlaklığı vardı, ama ta Akmerkez’e kadar bütün apartmanların çatısını açık seçik görebiliyordunuz. Kalkıp televizyonu açtım. Borsadaki hareketleri altyazıyla geçen kanalı buldum. Birbiri ardından geçen kısaltılmış şirket adlarının yanlarındaki küçük okların çoğunun rengi yeşildi ve yukarıyı gösteriyordu.

      Bir süre o küçük okları izledim. Sonra yatak odasına gittim. Gişedeki kızla randevum için giydiklerimi çıkardım, biraz daha insan içine çıkmaya uygun bir şeyler geçirdim sırtıma. Dolabımdaki aynada sakal tıraşımı denetledim. Sinekkaydı değildi, ama idare ederdi.

      Dışarıdaki havaya yakışacak pilot mavisi trençkotumu giydim. Ayaklarıma sisin ardından yağmur gelmesi ihtimaline karşı sağlam bir çift bot çektim.

      Merdivenlerden olağandan hızlı indim gibi geldi sanki. Otomobilim kontağı çevirince epeydir sahibini görmemiş bir at gibi kişnedi. Son indiğimde kasetçaları kapatmamışım demek ki, “Bir şey yapmalı…” diye bağırmaya başladı Moğollar anında. Sesi kısmadım. Bir sigara daha yakıp yola çıktım. Levent’e geldiğimde sabah sabah çok içtiğimi düşünüp pencereden attım.

      Nimet Hanım’ın verdiği numara Abdi İpekçi Caddesi’nin ortalarına denk düşüyordu hatırladığıma