Celil Oker

CELIL OKER-ÖZEL BASKI-SEN ÖLÜRSÜN BEN YASARIM


Скачать книгу

olsa uğrarız bir ara. Bak tertip, ne kadar çok gökdelen var. Bakıyorum tertip. Ben de görüyorum. Pencerelerinde ne kadar çok ışık var. Ne kadar çok televizyonda dizi film oynuyor. Ne kadar çok yalan, ne kadar çok nefret, ne kadar çok şiddet. Evine git tertip. Tamam tertip, evimize gidelim. Uğrarız bir ara.

      Sigaram benden çok daha önemsizdi. Pencerenin pervazında söndürüp aşağı attım. Sonra kafasında küçük bir delikle oturan adama doğru yürümeye niyetlendim. İlk adımımda taş kesildim.

      Dış kapının kilit yuvasında bir anahtar dönüyordu.

      Aramızda tıp oynasak Taylan Sezer kazanırdı kuşkusuz. Gövdemi sabit tuttum ama kafamla saklanacak bir yer aradım küçücük salonun içinde. Yıldırım hızıyla düşündüm. Arkası yüksek koltuklar gizleyemezdi koca gövdemi. Geleni ayakta karşılamak istemedim. Geri döndüm. Daha kilit açılmamıştı. Demirin demire sürtünme sesleri geliyordu. Bir iki saniye kazandım. Pencerenin yanına, yüksek sandalyelerin arkasına attım kendimi. Çömelmedim ama. Duvara yapıştım. Göbeğimi içime çektim. Kafamı sola çevirdim.

      Taze bir kapı kilidinin dönme sesini duydum sonra. Çıt. İki saniye sessizlik. Yeniden çıt. Kapı kapandı.

      Salonun ışıklarının açık olması geleni şaşırtmamıştı galiba. İnce topuklu ayakkabıların tıkırtısını duydum zeminde. Üç adım. Tam salonun girişindeki kemerin altında kesildi ayak sesi. İyi dedim içimden. Tek bir kişi ve kadın.

      Topuk tıkırtıları yeniden başladı. Hâlâ birbiri peşi sıra yürüyüp duran mankenlerin sessizliğinde yankılanıyordu her adımın ardından sanki.

      Kendimi sıkıştırdığım yerde stratejik düşünmeye çalıştım. Kadın ileri geri dolaşıyordu odanın içinde. Bu tarafa iki adım fazla atsa beni de görecekti, cesedi de, bağıracaktı. Ortaya çıksam da bağırırdı belki ama daha az.

      Çok düşünmedim. Omzumla yaslandığım duvardan destek alarak öne çıktım.

      “Hanımefendi…” dedim en yumuşak sesimle.

      “Ay!” diye bağırdı kadın. “Ay!” Gözleri yerdeydi. Sesime döndü. Ona doğru ağır adımlarla ilerledim. Ürkütmemeliydim daha fazla.

      Buradan uzakta, şehrin göbeğindeki bilmem ne plazanın döner kapısının yanında sigara içerken görseniz yadırgamayacağınız bir kılıktaydı kadın. İlk gördüğüm, bacaklarını gizleyen hakama’ya benzer bol pantolon oldu. İncecik bir kumaştandı, ışığın önünde dursa içindekileri gösterirdi, eminim. Hakama’nın üstünde efendi dekolteli beyaz bir bluz vardı. Pantolonuyla aynı doku ve renkteki ceket, elinde tuttuğu siyah çantanın üzerine atılmıştı.

      Eliyle ağzını kapadığı için dudaklarını görmedim. Kahverengi gözleri kocamandı ama. Saçları iki yandan ayrılmış, ayrıntısını göremediğim parlak küpeleri taşıyan kulaklarının biraz üzerindeydi. Yanaklarına her ne sürdüyse etkisini gün sonunda kaybetmiş olacak, yüzü soluktu. Burnu üzerinde çalışılmıştı, bahse girerim.

      İki elim yana açıktı kadına doğru ilerlerken. İkinci kez bağırmadı. Gözlerindeki şok, merakına karışmıştı. Elini ağzından çekmedi.

      “Sakin,” dedim. “Adım Remzi Ünal. Bağırmanız ikimizin de işine yaramaz. Sakin.”

      Merak ağır bastı bu kez. Gözlerini benden ayırmasına izin vermemek için ilerlemeye devam ettim. Tam karşısına gelince iki elimle omuzlarından tuttum. İtiraz etmedi. Gözlerimde niyetimin ne olduğuna dair bir işaret arıyordu şimdi.

      “Kimsiniz?” dedi.

      Tekrarladım.

      “Adım Remzi Ünal,” dedim. “Sizden önce randevum vardı, iki dakika önce geldim.”

      “Randevu mu?” dedi sözcükleri birbiri ardından koşturarak. “Ne randevusu?”

      Kendinde değilmişçesine sol kolunu elime rağmen kaldırarak saatine baktı. Pahalı bir saatti galiba, markasını görmedim.

      “Evet,” dedim. “Bir daire meselesini görüşecektik.”

      “Ne dairesi?” dedi gözlerindeki soru işaretlerine yenisini katarak.

      Ellerimi omuzlarından çekmedim. Yapacağım tatsız açıklama için orada kalmaları gerekiyordu.

      “Burada biri var ama kim olduğunu tam olarak bilmiyorum,” dedim. “Ben Taylan diye biri için geldim buraya, bulduğumun Taylan olup olmadığını bilmiyorum. Yardımınıza ihtiyacım var ama…”

      “Shit! Oh shit!” dedi kadın. Omuzlarını ellerimin arasından kurtulmak ister gibi kımıldattı. İzin vermedim.

      “Birazdan bırakacağım sizi,” dedim. “Bir-iki dakika daha dinleyin beni.”

      Omuzlarındaki gerilim düştü. Gözlerime bakıyordu.

      “Önce bazı noktaları açığa kavuşturalım,” dedim. “Kimsiniz siz?”

      “Sorularınıza neden cevap vereyim ki? Esas siz kimsiniz?”

      Doğru tepki, dedim içimden. Kimdim ben?

      “Adımı söyledim,” dedim. “Remzi Ünal. Buraya Taylan Sezer adında bir müteahhitle buluşmaya geldim. Çevrede yaptığı bir konut projesiyle ilgili olarak konuşacaktık.”

      Gözlerini gözlerimden ayırmadan sordu.

      “Bu saatte mi?”

      Ellerimi omzundan çektim. Canım bir sigara istemişti belki de. Belki de kadının az çok kontrolüme girdiğine inandığımdan. Mesleğimi öğrenince daha da güveneceğini biliyordum az çok.

      “Pilotum ben,” dedim. “Bu gece uzun bir seferim var. Gitmeden konuşayım istedim. Taylan Bey tamam dedi.”

      Kafasını aşağı yukarı salladı.

      “Pekâlâ…” dedi.

      Biraz derinleştireyim meseleyi, dedim içimden.

      “Geldiğimde kapı tam kapalı değildi. Girdim içeri.”

      Gözlerindeki sorular büyüdü.

      “Sizden bir-iki dakika önce,” dedim. “Kimse yoktu. Daha doğrusu…”

      Tatsız bir şeyin geleceğini sezmiş gibi kısıldı gözleri.

      “Biri var ama kim olduğunu bilmiyorum,” dedim. Soramadım. Sorsam da cevap veremezdi.”

      İlk kez çevresine bakmak ister gibi hareketlendi. Yeniden tuttum omuzlarını. Direnmedi.

      “İşte o yüzden hanımefendi,” dedim. “Biraz garip davranıyorsam…”

      Anladı galiba. Gözlerinde korku gördüm bu kez. Hemen silindi sonra. Aklından geçen milyonlarca ihtimal arasından birini seçmek isterken yoruluyormuş gibi bir ifade vardı.

      “Yardım etmek istiyor musunuz?”

      Başıyla evetledi. Omuzlarına hafifçe baskı uygulayarak geriye doğru çevirmeye başladım. Direnmedi. Benim hızıma uydu.

      “Tatsız bir manzara,” dedim. “Buradayım, unutmayın.”

      Yutkunduğunu gördüm. Yüksek arkalıklı koltuklara doğru ilerledik birlikte. Ağır ağır. Dans ediyor gibiydik ama dans etmiyorduk. Aramızda ölümün boşluğu vardı.

      Gördü sonunda.

      Kafasındaki küçük deliği gördü. Çevresindeki kurumuş kanları. Açık kalmış gözleri. Çıplak ayakları.

      Tabancayı gördü mü bilmiyorum. Ağzından beklediğim çığlık çıkmadı ama.

      “Thank God, thank you my dear