Celil Oker

GENÇ YAZARLAR IÇIN HIKAYE ANLATICILIGI KILAVUZU


Скачать книгу

İVEN SARI ZARF

      ÇIPLAK CESET

      KRAMPONLU CESET

      BİN LOTLUK CESET

      ROL ÇALAN CESET

      SON CESET

      ATEŞ ETME İSTANBUL

      SEN ÖLÜRSÜN BEN YAŞARIM

      BİR ŞAPKA BİR TABANCA

      Ali Erdemci’ye…

      Başlarken

      Sevgili genç yazar adayı okurum,

      Sana bu mektubu sabah saat beşte, Cream dinlerken yazıyorum. Celil Oker, yani sana bu kitabı hazırlayan adamın nasıl çalıştığı konusunda söyleyecekleri sadece bu kadar. Sen nasıl istersen öyle yaz. Ne zaman istersen o zaman yaz.

      Sana “yaz” demek için buradayım. Yaz yeter ki.

      Genç bir arkadaşım olduğunu biliyorum. Yazmayı, yazar olmayı istediğini biliyorum. Hiç itirazım yok. Ne hakkında olursa olsun yazmak muhteşem bir şey çünkü.

      Üstelik bu isteğini çekinerek taşıdığını da biliyorum.

      Yazarlık ülkemizde tuhaf bir bakış açısıyla karşılanır. Yazarlarımıza saygı gösteririz. Tamam, onları suçlar, hapse atar, haklarında dedikodu çıkarır ama yine de saygı duyarız. O kadar ki, önemli bir yazarımız hakkında, “O öyle bir insandır ki, önce idam etmeli, sonra oturup altında ağlamalısın,” gibi bir söz söylediğimiz bile olmuştur.

      Buna karşın genç yazar adaylarıyla dalga geçeriz. İçten içe güleriz çabalarına. Sana mı kaldı, deriz. Daha çok fırın ekmek yemen gerek, deriz. Yazacaksın da ne olacak, deriz. Yazarlıktan kaç kişi ekmek yiyor ki, deriz. Bu işler zor, deriz, tanıdık olmadan zor.

      Sana yapmak istediğin şeyin yapılabileceğini göstermek için buradayım.

      İnsanoğlunun, hikâye anlatıcılığını birçok başka hayati şeyden çok önce öğrendiğini, tekerleği hiç kullanmamış toplumlarda bile görmüş geçirmiş kimselerin gençlere hikâye anlatmayı ihmal etmediğini bilenlerden biriyim. Yüz binlerce yıldan beri hikâye anlatıp, çok önemli meseleleri eğlenceli biçimde ele almanın insanların diğer insanlara yaptığı en önemli katkılardan biri olduğunu biliyorum.

      Bu kadim ve şahane işi yapman için sana yardım etmeye niyetliyim. (“Kadim” sözcüğünün ne anlama geldiğini bilmiyorsan hemen bir sözlüğe bak.) Birlikte çalışacağız. Çalışmamız bittiğinde eskisinden daha iyi hikâyeler anlatacağına eminim.

      Sana aktaracağım bakış açılarını, ilkeleri, yöntemleri, ipuçlarını ben uydurmadım. Çoğunu binlerce yıldan beri biliyoruz; birileri yazmışlar, bizler de okuyabiliyoruz. Yaptığım yalnızca bütün bunların bileşimini, belirli bir yaklaşım içinde eriterek aktarmak. Üzerimde üniversite kokusu olduğu için, neyi nereden, kimden aldığımı belirteceğim. Yazmaya ısındıkça, yapabildiklerine, yapamadıklarına hâkim oldukça o kaynakları bulup daha derinlikli okumayı isteyeceğinden eminim. Bu işin tek kitaplık mesele olmadığını ikimiz de biliyoruz.

      Hazırsan başlıyoruz. Kolay gelsin.

      1

      “Yazar doğmak” diye bir şey yoktur

      Kendine, “Bir yazar olabilir miyim, yazar olmak için gerekli şeyler bende var mı?” diye en son ne zaman sorduğunu bir düşün. “Ya yoksa?” diye endişelendiğini ikimiz de biliyoruz. Sen emin olsan bile, başkalarının seni bu konuda şüphelenmeye yönelten sözlerini ne çok duyduğunu da.

      Sana bir iyi, bir kötü haberim var.

      Önce kötü haber: Yazar olmak, doğuştan yazar olmak, yazar kumaşı taşımak diye bir şey yoktur. Yazar olduğun için yazmazsın; yazdığın, ısrarla yazdığın için yazar olursun. Yazmadan yazar olmak diye bir şey yoktur.

      İyi haber de aynı fikre dayalı. Yazar “olmak” diye bir şey olmadığına göre, yazarsan yazar olursun ancak. Bu kadar. Kimseyi dinleme. Yaz. Yazar olabilirsin.

      Bu konuda sevdiğim cümle Uruguaylı bir yazardan. Juan Carlos Onetti. İngilizcesi daha anlamlı geliyor bana. “I am not a writer except when I write.” Kaba çevirisiyle, “Yazdığım zamanlar dışında yazar değilim ben.”

      O zaman, yazar olmak istiyorsan, yazacaksın.

      Şimdi düşün. Yazar olmanın mı peşindesin, yazmanın mı? Bu sorunun cevabını sen verme, arşivin versin. Şimdiye kadar kaç kelime yazdın? Kaç kısa öykü, kaç roman bitirdin? Kaç projen yarıda kaldı? Çekmecende kaç dosya var? Say.

      Bilançona en iyi yorumu yapacak olan sensin. Yazmış mısın, yoksa yazar olmayı çok ama çok istiyorum duygusunda takılıp kalmış mısın?

      Çözüm önerim basit: Attilâ İlhan’ın yaptığını yap.1 Günde bir sayfa yaz. Basit matematik: Ayda 30, yılda 365 sayfa eder. Şimdi en yakınındaki romanı al ve sayfa sayısına bak. Ne demek istediğimi anlayacaksın. Ya da günde 500 kelime yaz, bir kenara koy. Her gün ama. Okuduğun bu kitabın şu âna kadar kelime sayısı 574. Şimdi parmağını okuduğun bu sayfaya koy ve geriye dön. Her gün bu kadar yazabilir misin? Bence yazarsın.

      Yaz. Ama her gün yaz. (Yazdıklarının niteliğiyle sonra hesaplaşırsın. Belki bu kitabı bitirmeden önce, belki sonra.)

      Yazmadan yazar olma düşüncesi nasıl ki yazar olmanın önündeki bir barajsa, ikinci baraj da yaratıcılık meselesidir. Hangisi daha kalın duvarlarla inşa edilmiş bilmiyorum ama özellikle ülkemizde yazma işine soyunan senin gibi gençlerin önünde aşılamaz bir engel gibi durduğunu biliyorum.

      Şinasi Nahit Berker’in, 1986’da Gazeteciler Cemiyeti Yayınları’nca yayımlanan kitabının adı Gazeteci Olunmaz Gazeteci Doğulur. Bu başlığın içerdiği bakış açısının bir dolu alanda Tanrı kelamıymış gibi ifade edildiğini hepimiz defalarca görmüşüzdür.

      Tribünlerde, futbol programlarında: Futbolcu olunmaz, futbolcu doğulur.

      Reklam ajansı koridorlarında: Reklamcı olunmaz, reklamcı doğulur.

      Usta yazar masalarında: Yazar olunmaz, yazar doğulur.

      Özet: Bazı özellikler “fıtrat”a bağlıdır; sonradan, öğrenmeyle, çalışmayla olmaz. İnsan yaratıcı bir işle uğraşmak istiyorsa yaratıcı doğmuş olmak zorundadır. Artık neye inanıyorsan, genler, tanrı, mutasyona uğramış olmak, bir şekilde sende varsa vardır, yoksa yoktur.

      “Doğuştan gelen yaratıcılık dehası” ideolojisine kapılanların görüşlerinin özeti gerçekten budur.

      Bu bakış açısına sahip birisine, “Ya bende yoksa bu yaratıcılık dediğiniz şey, ne yapacağım?” diye sorduğunuzda alacağınız cevap tuhaf bir dudak bükmeden öteye gitmez.

      Bu ideolojiyi en sıkı savunanların başında, kendi alanlarında yaratıcı kimse olduklarını tescil ettirmiş olanlar gelir. Nedenleri açıktır: iktidar. Senin, benim gibi sıradan insanlarla kendi arasına koyduğu büyük duvar.

      İşin kötüsü aynı bakış açısını makul, geçerli görenlerin büyük bölümü de bu sıradan insanlardan çıkar. Böylelikle çoğu kimse yaratıcı işlerle arasındaki duvarı kendi elleriyle yükseltir. Ya da yaratıcı bir işe soyunup çıkardığı ürün beğenilmezse suçu kendisinde, kendi “fıtrat”ında arar. “Demek ki bende yokmuş,” demekten başka şansı kalmaz.

      Genç yazar adayı kardeşim, bu tuzağa düşme. Yaratıcılık doğuştan gelen bir şey değildir. Dünya üzerindeki pek çok şey gibi, yazmak